Etiket arşivi: Steven Spielberg

En mühim husus, herkes casus

 

 

 

 

ALPER TURGUT

 

“Kod Adı U.N.C.L.E.”, Amerikan Ultra, komik casusluk projesi “Ajan”, son 007 James Bond filmi “Spectre” ve “Casus Köprüsü” derken, güzelim beyazperde, yine ve yeniden ajanların faaliyet alanına dönüştü bile… Efendim, gündem malumunuz, düşen uçaklar, bombalanan T.I.R.’lar, karşılıklı açıklamalar, hamleler, tehditler, yaptırımlar gırla… Bu casus milleti, kurt gibidir, puslu havayı severler, istihbarat, karşı istihbarat, ajan, çift taraflı ajan, Ortadoğu’da bir petrol çoktur, bir de bunlar, vallahi de billahi de tillahi de abartmıyorum, hiçbir coğrafya, mikser olmadan, bu denli karışmazdı yoksa. Arabistanlı Lawrence (1962) benzeri karıştırıcıların, varlıklarını hala sürdürdükleri hususunda, şüpheniz yok değil mi? Hah! Kuşku kesinlikle şart, peşinen inanmak, fikri dahi yokken, her bilgiyi onaylamak, ajan ahalisini daha da coşturur, onlar, kolay lokmaları çok severler, çünkü bilirler, bir kişi, çok kişiyi, çok kişi de bir toplumu, zamanla etkileyebilir.

 

Sinema, ajanlara, hatta süper ajanlara bayılır, dünya halklarını, keyfince yönlendirmek, bakınız bunlar, çok gizli, hayli zeki, ulaşılmaz, becerikli ve çok güçlü elemanlar demek, şişirmek de şişirmek mevzularında gayet de iyidir. Propagandamıza, canı gönülden inanın, altını özenle çizdiğimiz ve itinayla gösterdiğimiz yerde otlayın. Oya gibi işler filmler, insanın bilinçaltını, haklı olmak değil, güçlü olmak önemlidir der, ısrarla. Üçüncü dünya ülkesi yurttaşlarına da, vay be kardeşim, adamlar, çok başarılılar diye alkışlamak kalır, ne yazık ki. Latinceden gelme bir söz vardır, “Casus Belli” diye, savaş nedeni demektir, sebebiyet ararsan, bulursun elbette, hani bir trafik polisinin, bir otomobili durdurduğunda, isterse sana ceza yazacak tonla şey bulması gibi.

 

Saraylar varsa, haliyle entrika da vardır, entrika varsa, ispiyonsuz olmaz. Hah! Gammazlık tarihi kadar eski bir ÅŸeydir yani, bu pek meÅŸhur casusluk müessesesi… Eski tabirle çaşıt, devletlerin olmazsa olmazıydı, bilgi deÄŸerliydi, isyan veya suikast, önceden önlenmeliydi. Yaklaşık bin yıl önce yaÅŸamış olan Büyük Selçuklu Devleti Veziri Nizamülmülk, “Dünyanın her yerine tüccar, seyyah, sufi, eczacı kılığında casuslar gönderilmesini ve bunlardan ülkelerin durumları hakkında haberler alınmasını, taÅŸradaki idarecilerin, sultana muhalefetlerine ve muhtemel isyanlarına karşı, ülke içinde de casus kullanılmasını, ancak casuslara karşı da uyanık bulunulmasını tavsiye etmiÅŸtir.” Peki, ne olmuÅŸtur, uyanıklık netice vermiÅŸ midir? Ne gezer, ünlü Alamut Kalesi’nin ve onun gizemli efendisi Hasan Sabbah’ın fedaileri, hani günümüzde ahalinin aÄŸzına tekrar sakız olan HaÅŸhaÅŸilerden biri, Nizamülmülk’e suikast düzenlemiÅŸtir. Tarihi bilgiyi bırak, sinemaya geç diyorsunuzdur belki, son olarak ÅŸunu da söyleyeyim ve bitsin geçmiÅŸ öyküleri. Casusluk meselesine, kurumsal bir kimlik kazandıran Sir Francis Walsingham’dır (1532 –1590). O, İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in usta ajanıdır, tarihteki ilk organize istihbarat ağını ve casusluk örgütünü kurup, yönetmiÅŸtir. CasusluÄŸun gerçek babası, birçok yapımda hayat bulmuÅŸtur, iktidardaki efendisini korumak için gerçekleÅŸtirdiÄŸi kanlı entrikaları da, yeni nesil ajanlara örnek olmuÅŸtur. Bir kraliçeyi bu denli çok sevmeseydin be abi, sen, ortalığı resmen ateÅŸe verdin, iyice karıştırdın, biz hala ayıklıyoruz pirincin taşını… Efendim, elbette Margaretha Geertruida Zelle’yi unutmadım, dans ederek, baÅŸtan çıkararak tarihe adını kazıyan, H21 kod adlı Åžafağın Gözü veya Åžafağın GözbebeÄŸi unutulur mu? Nam-ı diÄŸer Mata Hari (Malayca ve Hintçe) yani… Sinema, ta 1931’den beri, bu özgün ve sonu acıklı yaÅŸam öyküsünü kurcalıyor.

 

Gelelim casus filmlerine… Bir çırpıda, aklımızda kalanları sayalım; Akbabanın Üç Günü, Utanç Duvarında Casusluk, Ankara Casusu (5 Fingers), Casus Oyunu (Spy Game), Panama Terzisi (The Tailor of Panama), Jason Bourne serisi, Münih, Syriana, Enigma, 00:30 – Zero Dark Thirty, Hedefteki Adam, Yalanlar Üstüne, Ajan Salt, Operasyon Argo, Çaylak (The Recruit), Kurt (El Lobo), Kirli Sırlar (The Good Shepherd), Arka Bahçe (The Constant Gardener), Çıkış Yok (No Way Out), Elveda (L’affaire Farewell), Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy), İnsan Avı (A Most Wanted Man), Kingsman: Gizli Servis (Kingsman: The Secret Service). Elbette gerilimin büyük abisi Alfred Hithcock’un 69 sene önce kotardığı AÅŸktan da Üstün’ü (Notorious) de, unutma gafletine düşmeden listemize almalıyız.
Ecnebilerin ajan filmlerini yazıp, bizim fantastik projeyi es mi geçelim, Kod Adı K.O.Z., casusluk filmlerine tepki olarak çekilmiş sanki, iktidar cephesindeki arkadaşlar, bu proje bir absürt komedidir deselerdi, daha hayırlı olurdu. Evet, bunca polisiye vaka varken, polisiye çekemememiz, ajanlar, resmen cirit atarken, casusluk filmi kotaramıyor oluşumuz, salt yeteneksizlikle açıklanamaz sanırım. Memlekette gerçeğini yaşıyoruz, kurmaca filme lüzum yok demiş olabilirler, yani mümkündür. İşte Can Dündar ve Erdem Gül, ben bu yazıyla uğraşırken tutuklandılar, casusluk suçu iddiasıyla, ajanların değil, gazetecilerin casus olduğu bir dünya, ne ala, ne ala…

 

Bundan tam 98 sene önce, Casus adlı bir film çekmişiz, lakin kopyası günümüze kadar ulaşmadığı için, konuya pek hâkim değiliz. Ötesinde “Casus Kardeşler”, “Casus Avcıları”, “Casus Kıran” ve “Yedi Canlı Adam” filmlerimiz de mevcut.

 

Ben, kendi adıma en çok Başkalarının Hayatı (“Das Leben der Anderen – 2006) filmini severim, sevmeyenini de henüz görmedim. Neyse artık sadede gelelim ve bu hafta gösterime giren Casuslar Köprüsü (Bridge of Spies) ile bitirelim. Steven Spielberg ve Tom Hanks ortaklığında, sıcak savaştan (Er Ryan’ı Kurtarmak) sonra sırada soğuk savaş var. Bu gerçek öyküde, öncelikle sanat yönetiminin hakkını verelim ve dönem filmi çekememek konusunda mastır yapan kendi sinemamıza, ah ah edelim. Her ayrıntı düşünülmüş ve ustalıkla yaşama geçirilmiş. CIA adına görevli bir avukatla, ABD’den Almanya’ya savruluyoruz, ajanları takas etmek için, soğuk savaş toplumlarının, çılgınlık, büyük endişe ve ölesiye düşmanlık mertebesine erişmesine tanık oluyoruz. Spielberg, diğer filmlerine göre, daha az tarafgir, kabul, sadece Doğu Almanlara ve Ruslara değil, Amerikalılara da lafı var. Lakin tek bir sahne ile yine de kendini açık ediyor, ben komünizme, tümden karşıyım, her şeye rağmen kapitalizm, iyidir iyi diyerek.

Edebi bir ilk aÅŸka dair

 

ALPER TURGUT

 

“Goethe’nin İlk Aşkı” (Goethe), ünlü Alman edebiyatçı Goethe’nin yayınlandıktan sonra pek çok aşığı intihara sürükleyen ilk romanı “Genç Werther’in Acıları”nı doğuran süreci kurgulayan hayli romantik bir seyirlik.

 

1700’li yılların ikinci yarısında, hiçbir şeyi umursamayan, babasının zoruyla hukuk okuyan ve şair olmaktan başka gayesi olmayan genç bir adam ile taşrada ailesi için yaşam mücadelesi veren fakir, gururlu ve hayat dolu genç bir kadın rastlaşırlar. Ardından sevdanın biricik klişesi, önce birbirlerine burun kıvırır ve devamında sımsıkı sarılırlar. Biz farklı dünyaların insanıyız moduna geçmeden evvel, ders alması gerekecektir ayakları yere basmayan Goethe’nin, aşk sorumsuz olabilir ancak evlilik mutlak bir sorumluluktur. Malumun ilanı gecikmez. Mutlu anlar az, umutsuzluk ve hüzün çoktur, çünkü engeller peşi sıra belirmiştir. Bu saatten sonra yaşanacaklar, değişime dairdir. Korkak Goethe ve cesur Lotte arasındaki aşk, geleceğe değil salt gerçeğe bağlıdır ve Goethe’yi hayatın acıklı ve yetişkin yüzüyle tanıştırır.

 

Goethe’nin İlk Aşkı’nı 2008’de “Nordwand” adlı dağcılık etiketli güzel bir dönem filmine imza atan Philipp Stölzl yönetti. Filmin belli başlı rollerinde Alexander Fehling, Moritz Bleibtreu ve Miriam Stein var. Film bocalayarak yol alsa da finale doğru toparlamasını biliyor. Vasatı aşan bir yapım bu, kendisini izlettirmeyi başarıyor da ancak pek çok kusuru var, ergen bir filmde olacak o kadar.

 

“Kovboylar ve Uzaylılar” (Cowboys & Aliens), haftanın gişecisi, Steven Spielberg ve Jon Favreau işbirliğiyle beyazperdeye taşınan bu çizgi roman uyarlaması, tuhaf, anlaşılmaz ve tam manasıyla klişe deposu. Daniel Craig, Harrison Ford, Olivia Wilde, Sam Rockwell gibi güçlü bir oyuncu kadrosu bulunan yapım, kovboylar ve uzaylıları kapıştırıyor. Yıl: 1873. Yer: Arizona Bölgesi. Uzaylılar neredeyse terk edilmiş durumdaki bir kasabaya musallat oluyor. Peki, bu uzaylılar dünyada ne arıyor? Yanıtımız altın olacaktır. Evet, uzaylılar altınımızın peşinde, dünyayı yok etmeyi, insanları katletmeyi göze koymuşlar. Altın ne işlerine yarayacak, film bunun cevabını vermiyor, altıpatlarla kolay kolay ölmeyen uzaylılar, kovboylar ve Kızılderililer birlik olduktan sonra ölüyorlar, tek kelimeyle saçmalık. Yalnız kovboy klişesini, uzaylı görseliyle buluşturan bu film, sadece aksiyon vaat ediyor.

 

“Çılgın Çocuklar 4D”, “El Mariachi” ve “Sin City” gibi kült filmlere imza atmış Robert Rodriguez gibi ünlü bir yönetmenin, sanırım sadece para için yazıp çektiği kötü ötesi bir film. Üstelik 4. boyut, koku demekmiş, biri sinemacılara boyut ile duyuların farklı şeyler olduğunu anlatabilse keşke. Neyse çocuklar filme gidip, kartlarda yazan rakamları, perdede uyarı numarası gelince kazıyıp koklayacaklar. Yeni bir deneyim diyorsanız o başka, aksi takdirde bu filmi ben önermem. Bu çocuk filmi deyip geçmemek gerekir, çocukların da en az yetişkinler kadar iyi bir film izleme hakları var.