Etiket arşivi: sonbahar

Halkın özel hareketidir; nah!

 

 

 

 

Alper Turgut 

 

Aslında memleketim insanının trajikomik hali, ‘yavru muhalefet değiliz’ diye resmen isyan eden MHP yöneticisine benziyor, yine ve yeniden kuşa değil, işaret parmağına bakıyor ahali, oysa ana mesele yavru olmak değil, muhalefet olamamak. İktidar otomobilinin stepneliğini kabul edip, onun azimli sözcülüğüne soyunmanın, muhalefet ile alakası nedir, Allah aşkına? Hayda! Bir dizi ve bir filmden bahsedecektim, bak yine girdi kanıma gündelik ve ucuz politika… Eee ne yapalım, yurdumuzun kendisi televizyon şovuna dönmüşse, zıvanadan itinayla çıkacak, tefrikalar ve entrikalar arasında bocalayıp duracağız elbet!

Ha! İçişleri bakanlığı zahmet buyurmuş, Halk Özel Harekât hakkında soruşturma açmış, harekâtı bilmem ama halkımızın özel hareketini bilirim; Nah! Bunlar bizden, bunlar içimizden diyerek, kuralsız, kanunsuz ve hukuksuz paramiliter oluşumlara, tüm kapıları açanlar, tarafsızlık gerektiren böylesi bir soruşturmayı nasıl becerecek, orası muğlak haliyle… Tepkilerin çoğalması üzerine, olmuştur harekât belki kabahat! Veya biz bu işin içinden çıkamayacağız anlaşıldı demişlerdir, bunu bilemeyiz. Lakin şunu biliyoruz, devlet destekli ve amacı belli böylesi sivil oluşumlar, kullanılır ve atılırlar. Tehlikeli ve başıbozuk bir oyuncaktır özetle, kendi ellerinde dahi patlama riski vardır. Daha ötesiyse, belanın katmerlisi demektir ve bu iğrenç nakarat, kestirmeden kontrgerillaya götürür. Şimdi alışığız biz denebilir, ancak alışmak kadar vahim bir hadise de olmasa gerek. Hem bir senede, 22 kentte 7000 üyeye ulaşmış bu zamazingo, gardaşım neredeydiniz şu ana dek, 81 şehre yayılsın diye mi bekliyordunuz? Nereden tutsan elinde kalır, böylesi bir saçmalık!

Daldan dala sıçrayıp, meseleme geleyim. Seyretmeyenler, şimdi notunuzu alın ve acilen La Casa De Papel adlı İspanyol dizisini izleyin. Bizde böyle nimetler bulunmaz, yoksa anında dadanır, yabancı dizi izliyorum ama ben diye vik vik etmezdik. Belgesel ve yabancı dizi seyrederim deyince, ukalalık yaptığımızı düşünen sağlam bir kitle var karşımızda, sürekli ısıtılan aynı çorbayı içmek gibi mecburiyetimiz varmış, haberimiz yokmuş. Tamam, zengin kız-fakir erkek, zengin erkek-fakir kız edebiyatı tuttu, yat, villa, yalı, spor araba da kapitalizm ruhuna hürmet ediyor, sorunlu, şekilli yeniyetmeler, ezik tipler, dram kanırtması, falan filan. Tüm bunlar, size ne veriyor, harbiden merak ediyorum, senelerdir aynı terane, neden bıkmıyorsunuz, niye size zerk edilen bu tuhaflığa bayılıyor, benzeri garipliklerle yetiniyorsunuz? Neyse ya, sakın ezber bozmayın, aman uyanırsınız, gözleriniz açılır, farkına varırsınız, bu ne lan dersiniz, hiç lüzumu yok.

 

Şimdi bizim merkez bankasının darphanesini silahlar ve bombalarla dalsak, çalışanları rehin alıp, günlerce para bassak, bu bir soygun olur mu? Hırsızlık başkasından çalmaksa, ortada olmayan paralar yaratmak da, buna dâhil midir? Bankaların tefecilik yapması yasal, kapitalizmin emrindeki devletlerin, dilediğince değerli kâğıt basması yasal, bu gıcır gıcır kâğıtlarla hayatımızın karartılması yasal, ancak bizim bunu çoğaltmamız yasak, sonra dünyadaki yüz zengin, yerkürenin yarısından fazlasına sahip, dayatılan sistemin kendisinde bir sorun, kendisinde bir problem yok mu? Hah! İşte bunları bizim dizilerde bulamayınca, çünkü saksıyı çalıştırmak ve onu güzelce sulamak meşakkatli iş, biz de İspanya’ya konuk oluyoruz, Salvador Dali maskeleriyle başlayan zekice bir soygunun peşi sıra sürükleniyoruz, hop bir bölüm daha seyredeyim, kesmedi, bir bölüm daha… Çünkü aksiyon desen var, karakterlerin derinlemesine incelenmesi var, rehinin psikolojisi, soyguncunun hüneri, polisin ve istihbaratın oyunları var, ilmek ilmek örüyorlar, seni içeri çekiyorlar. İdealizm, egoizm, narsizm ziyadesiyle mevcut! Soyguncular kent adları almışlar kendilerine, hele bir Berlin var, resmen bir aktör keşfettik, adı Pedro Alonso, genç de sayılmaz hani, tecrübesiz de değil, tam 46 yaşında, 23 senede, 46 projede yer almış, geç olsun, güç olmasın derler ya, tamı tamına öyle bir şey. Çav Bella söyleyen bir soyguncuyla empati kuranlara selam olsun!

Unutmadım, bir de film var demiştim, adı Daha, Adana Film Festivali’nde seyrettim, bu hafta gösterime girdi. Bir ilk film, ama hakkını veriyor bu adımın, nice kariyerli yönetmenin, çoğu kez beceremediğini göz önüne alırsak, önemini ve değerini bilmiş, gözümüz artık üzerinde birader demiş oluruz, hiç kuşkusuz! Evet, Onur Saylak, o bir aktör, kiminiz Sonbahar filminden hatırlar, kiminiz Vatanım Sensin dizisinden veya başka projelerden… Hep oynayacak değil ya, oynatmaya karar vermiş, iyi de etmiş. Baba karakterini canlandıran Ahmet Mümtaz Taylan, kafamda tam oturamadı, bunu da söyleyeyim, lakin oğlunu canlandıran ve ödüllü performans sergileyen genç oyuncu Hayat Van Eck, resmen döktürüyor, belirteyim. Uzun uzun filmi anlatacak değilim, geçen senenin en iyi yerli yapımlarından birine şans tanıyın ve sinema salonuna akın derim. Gerçekten 2017, memleketimizde de, dünyanın genelinde de çorak bir seneydi sinema adına, gelecekte güzel filmler seyretmek istiyorsak, iyi olanlara destek olmak, vazgeçilmez bir eylemdir, biz sinemaseverler için.

Suriye’den iki milyon mültecinin daha gelme ihtimalinden söz ediliyor bugünlerde, beş milyon vardı, olacak yedi milyon, zaten savaştan önce, Suriye’nin nüfusu 21 milyondu, üçte biri, artık bizim halkımız olacak, gidişat bu yönde, besbelli. Kendi adıma, savaşın, büyük acının, ağır bir insanlık dramından kopup gelenlerle sorunum olamaz, Daha filmindeki gibi, insan tacirleriyle, umut tacirleriyle olur, olmalı, olacak! Ucuz, yetersiz, bozuk malzemelerle onları Ege’de boğan, kamyon kasalarında havasız bırakıp canını alan bu insanlık düşmanlarına halkım demektense, onlara derim, zayıfın, güçsüzün, çaresizin yanında yerimi alırım, yüreği önce Türk, Kürt, Arap demeyip, milliyet, din, mezhep ayırımına aldanmayıp, önceliğim insan ve önceliğim ezilenlerle birlikte diyenlerle, elbette.

Yerim kalmadı, The Post filmini de listenize alın diyerek bağlayayım, güzelim Spotlight filminden sonra, gazeteciliğin ve azimli gazetecilerin öyküsünü, tekrar beyazperdede görmek iyi gelecek. Çünkü içeride gazetecileri olan, haberin özenle bihaber edildiği, sansürün, zorun, baskının memleketinde, yaşananlar kurgu değil, yalın bir gerçek!

İnsan, haklarıyla insandır

31. İstanbul Film Festivali’nin, insan haklarına dair bilinç ve duyarlılığı beyazperdeyle buluÅŸturmayı amaç edinen “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde, tam 10 film, Avrupa Konseyi ve Eurimages iÅŸbirliÄŸiyle verilen Avrupa Konseyi Sinema Ödülü (FACE) için yarışacak. Jüri baÅŸkanlığını geçen yıl “YokmuÅŸum Gibi” (As If I’m not There) filmiyle bu ödülü kazanan yönetmen Juanita Wilson üstlendiÄŸi yarışmada, biri belgesel diÄŸeri kurmaca iki de yerli iÅŸi film de var.

Ruhi KaradaÄŸ’ın 1996 ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eyleminde sakat kalan eski siyasi mahkumlarla çektiÄŸi belgesel “Simurg”u Adana Altın Koza’da seyretmiÅŸ ve eksiklerine ve anlaşılma zorluÄŸuna karşın çok çarpıcı bulmuÅŸtuk. Ankara Film Festivali’nde birkaç gün önce Ruhi KaradaÄŸ ile filmi üzerine konuÅŸtuk. Yeniden elden geçireceÄŸini ve kusurlarını düzelteceÄŸini söyledi. Güzel haber, tekrar izlemek isterim.

Yine ilk kez Altın Koza’da ardından da Malatya’da yarışan Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer” filmi, vizyona da girmiÅŸti. 30’dan fazla ödül kazanan “Sonbahar” gibi müthiÅŸ bir ilk filmin ardından gelen Gelecek Uzun Sürer’i kendi adıma beÄŸenmemiÅŸtim. Bir film süresine hem Ermeni hem de Kürt meselesini sığdırmaya çalışması, olmamışlık hissini görünür kılmıştı.

İnsan hakları yarışmasının ödül için en ÅŸanslı üç adayı ise Hoşça Kal”, “Crulic-Öteki Tarafa Yolculuk” ve “Roza”, kesinlikle…

“İran hükümetine karşı suçlar” işleidği gerekçesiyle meslektaşı Cafer Panahi ile birlikte yargılanan ve filminin Cannes prömiyerine gitmesine izin verilmeyen yönetmen Muhammed Rasulof’un kendi öyküsüyle benzerlik taşıyan yeni filmi Hoşça Kal, Tahran’da yaşayan ve ülkeden ayrılmak için vize aramakta olan genç bir avukatın hikâyesini anlatıyor. Mutlaka izlenmeli.

Anca Damian’ın çektiÄŸi ödüllü uzun metrajlı canlandırma belgesel Crulic – Öteki Tarafa Yolculuk, Polonya’da bir cezaevinde açlık grevi sırasında ölen 33 yaşındaki Romanyalı Claudiu Crulic’in gerçek hikâyesini resmediyor.

Polonyalı Wojciech Smarzowski’nin yönettiÄŸi Roza, savaÅŸta en çok acı çekenlerin askerler deÄŸil siviller, erkekler deÄŸil kadınlar olduÄŸu gerçeÄŸini dillendiren bir yapıt. Sovyet askerleri tarafından defalarca tecavüze uÄŸrayıp fahiÅŸelik yapmaya zorlanan Mazuryalı dul Roza’nın öyküsü, savaÅŸ adlı büyük yıkımın ertesinde yara sarmak isteyen koruyucu bir aÅŸk ile birlikte ilerliyor.

“Rahim” ve “Samanyolu” filmleri ile hatırlanan yönetmen Bence Fliegauf’un, son eseri “Sadece Rüzgar”, Macaristan’daki bir köyde Roman ailelerin öldürülmesini konu alıyor. Sadece Rüzgar, Berlin Film Festivali’nde Büyük Jüri, Uluslararası Af Örgütü ile Barış ödüllerini kazanmıştı.

Fransız yönetmen Vincent Garenq, “Yargısız” filminde yakın tarihin en önemli adaletsizliklerinden Outreau davasını ve hayatı acımasızca mahvedilen Alain Marécaux ile karısının gerçek hikâyesini beyazperdeye taşıyor. Aile babası Marécaux ve karısı 2001’de, küçük bir Fransız köyü olan Outreau’da 12 kiÅŸiyle birlikte, çocuklara karşı cinsel istismar suçlamalarıyla tutuklanırlar. Ancak onlar masumdurlar. O suçsuzluÄŸunu haykırır ancak hukuksuzluk karşısında çaresizdir.

İtalya’nın Osar adayı Memleket’i, Emanuele Crialese yönetti. Göç sorunun yakıcılığını iÅŸleyen film, batan bir gemiden kurtarılan Etiyopyalı bir anne ve yavrusuna, balıkçı ailesinin sahip çıkmasını anlatıyor.

Fransa-Fas ortak yapımı ve Fas’ın Oscar adayı “Ömer Beni Öldürmek”, bir yoksul göçmenin iÅŸlemediÄŸi bir suç yüzünden, müebbet hapis cezası almasından yola çıkıyor.

Benito Zambrano’nun çektiÄŸi “Uyuyan Ses”, İspanya’da diktatör Franco’nun, iç savaşın ardından hakimiyeti ele geçirmesini ve bir kadın hapishanesinde direnişçilere uyguladığı zulmü iÅŸliyor.