Etiket arşivi: Rocky

Herkes ÅŸampiyon olabilir ancak efsane olamaz

 

 

 

ALPER TURGUT

 

Muhammed Ali’nin, “Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım” sözünü ilk duyduğumda, velettim resmen, yalan yok, şaşırmıştım, bir ağır sıkletin, kendini minicik böceklerle anlatmasına tav olmuştum, şimdi kocaman adamım, hala duydukça gülerim. Özgüveni bu denli yüksekte tutmak, sürekli ben en büyüğüm, ben en iyiyim demek, pek akıl karı olmasa da, ‘efsane yumruk’ gereğini yapmış, her nasılsa, lafını gediğine cuk oturtmuş, sözünün eri olmuş. Hiç kuşkusuz. Öldükten sonra bile, baksanıza, hala yumruğunu savuruyor, ringi terk etmiyor, kroşeler, direktler, aparkatlar da, yerini buluyor. Ölüm mevzubahisse gülünmez, lakin komik be! Kendi cenazesinde de, gardını alıyor ve şovu kimseye bırakmıyor. Evrensele ulaşan, yerel kalana, haydi bin uçağına, dön geri diyor. Şaka maka değil, harbiden gösterişliydi hazret, burnundan kıl aldırmazdı, kendi ününü kendi yaratmıştı, ezeli rakiplerine, “Ben boksun Elvis’iyim de, sen kimsin?”, “Çirkin Goril”, “Mumya” vs. diye saydırır, aşağılamak, rencide etmek, küçümsemek için değil ha, illa kızdırmak için… Kendisini övgüden bayıltacak hale getirir, gaza gelen ahali de, ukala, küstah, çokbilmiş, yırtık diye tepki gösterir, bizimkinin yanıtı ise dünden hazırdır: “Benim kadar büyük olunca mütevazı olmak zor.”

 

Evet, resmen şovmen adamdı, dövüşü estetik ve süslüydü, müsabakadan önce ve zaferden sonra, büyük büyük laflar etmeyi, çıldırtmayı, ayağa kaldırtmayı çok severdi. Ne güzel işte, geleceği görmüş, sosyal medyada bol bol kullanalım diye, bizlere vecizeler bırakmış, yoksa uyduruk sözleri, Mevlana’ya, Can Yücel’e, Nazım’a ve diğerlerine yamamayı sürdürdük, hiç değilse çeşit olsun, ortaya karışık olsun. Eldivenleri çıkarmadan evvel, “Ben boksu özlemeyeceğim, boks beni özleyecek” demiş Muhammed Ali, harbiden haksız mı? Kendisinden sonra bir Mike Tyson oyaladı biraz bizi, işte cezaevine girdi, rakibini ısırdı, ilk raund da yine devirdi diye, ötesi bildiğiniz hikâye… Hah! Unutmadan, şimdi dünya ağır sıklet boks şampiyonunun adı nedir, altın kemeri kim taşıyor? Boksa ilgi duymayanlar dışında, kim yanıt verebilir, zaten işimiz gücümüz taraftarlık, varsa yoksa futbol. Sadece boks değil, dünya özleyecek onu, fenomen olmak, efsane olmak, unutulmaz olmak, hiç kolay değil! Malcolm X’ten Martin Luther King’e, Nelson Mandela’dan Fidel Castro’ya, Saddam Hüseyin’den Necmettin Erbakan’a, ünlü dostlarla açıklanamaz elbet, efsane olmanın formülü. Müslümanlık, bedel ödemek, Vietnam, savaş karşıtı olmak, barış istemek, ırkçılığa savaş açmak, olimpiyat madalyasını nehre atmakla da… Yani tek tek değil, parça parça hiç değil, kendine çekiştirmek, bu bana uyar, bu uymaz demek, asla… Peki, bunca sevilmenin sebebi nedir? Elbette, bir bütündür, kesinlikle ona dair olanların tümüdür, herkesin kendinde bir şey bulması, karşılığını almasıdır. Aksi takdirde, son 32 yıldır büyük çileler çeken, dermansız hastalıkla boğuşan, ortalıkta çok görülmeyen bir insanın, henüz yaşarken efsane mertebesine ulaşması, imkân dâhilinde olmazdı, olamazdı.

 

Neden mi bunları yazıyorum, çünkü kısır tartışmalarımıza, küçük hesaplaşmalarımıza, kendi kamplaşmalarımıza, efsaneyi, meze etmeye başladığımızı gördüğüm için, haliyle… Dünyayı, salt kendi lanetli coğrafyamızdan, ibaret sanmak, devreleri yakar, insanı yorar, bizim dertlerimiz, bizim meselelerimiz, hep önyargıya bulaşmış, yargısız infazlara bulanmış, ne yazık ki. Freni patlamış kamyon gibiyiz, duvara çarpmadan duracağımız da yok!

 

Dünyaya tonla düşünür gelmiş, hangisine kulak astık ki, Muhammed Ali’yi kulaklarımıza küpe yapacağız diyenler var, elbette haklılık payı var, sonuçta felsefe değil bu, büyük paralar dönen, kanlı bir spor, en nihayetinde… İnsanın insanı dövmesi, izleyenlerin de bu çılgın gösteriyle, zevkten havalara uçması… Oldukça tuhaf bir durum, gariplik akıyor her yanından… Gladyatörlerden bugüne, ilerlediğimiz noktaya bak, hizaya gel! Artık öldürmüyor, süründürüyor. O kadar.

 

Yine de dik durmak, dünyaya meydan okumak, kendi memleketini karşısına almak, önemli bir mertebe, insanlık adına, kat edilmiş bir mesafe. Fakirlerin, ezilmişlerin, ötelenmişlerin, başarı öykülerine, kendi zincirini kırmayı deneyene ihtiyacı yok demek, tabir caizse densizliktir. Varsılların yalan dünyası bu, azgın azınlığın, çoğunluğun yoksul bireylerini, kullanıp kullanıp çöpe attığı, amacına yararsa tutup, işi bitince yok saydığı modern cangılda, 18 yaşındaki siyahi bir çocuk, yumruklarını sıkıp, en büyük benim lan diyorsa, saygı duyulur, duyulmalıdır.

 

Peki, kapitalizm durur mu? Kocaman bir hayır! Tişörtler çoktan bastırıldı, Che’yi nasıl markaya çevirme çabası sürüyorsa, çeşit çeşit Muhammed Ali ürünleri de rafları süsler yakında. Ve hatta beleşe dağıtılan cenaze törene biletleri de, karaborsaya düşmüş. Voliyi vuracak yine birileri, yaşayan efsaneden daha değerli bir şey varsa, o da ölü bir efsanedir diyecekler ve tüketim manyaklığına hız verecekler. “Şu ana kadar iki kişiye vuramadım. Birisi sevimli hayalet Casper’ın kuzeni, diğeri de Muhammed Ali” diyorsa şampiyon, sevimli hayaletin akrabalarıyla dövüştüğü, ya da kendini yumrukladığı bir film çeker belki kurnaz Hollywood, sonra çil çil dolarlar cebe, hem Ali adlı yapıt da eski artık. Değil mi ama? Muhammed Ali’den daha eski bir şampiyon vardır; James J. Braddock… Külkedisi Adam diye, 2005’te çekmişlerdi öyküsünü, hiç yenilmeyen şampiyon, meşhur Rocky Marciano, bizim ünlü film serisi Rocky’ye ilham vermişti. Durun! “Şampiyon” diye bir film vardı, hatırladınız mı? Hani bin kez televizyonda gösterilen, her seferinde ağlamaktan helak olmuştuk, işte o. Şimdi boksa dair filmleri yazsam, yerimiz yetmeyecek, özetle bu iş tutar yani, açılmış kaşları, patlayan dudakları, kırılan burunları seviyor dünya halkları. Şiddete ve hiddete bayılıyor.

 

Kim ne derse desin, dünyadaki tüm fakirlerin sokaklarında adı yaşıyorsa, getto duvarlarına resimleri çiziliyor, sözleri yazılıyorsa, varoşlarda ruhu dolaşıyorsa, kendinden büyük çocuklardan dayak yiyen ufaklık, onu izleyerek bileniyorsa, ezilen herhangi birine ilham oluyorsa, boşa geçmemiştir bir ömür, efsane olmaktan daha değerlidir, kalplerde yer etmek. Güle güle şampiyon.

Yerli ve yabancı, yaÅŸasın 90’lar sineması!

ALPER TURGUT

90’lar sineması, kesinlikle senaryonun gücünün ulaÅŸtığı son zirvedir. Ve ardından ne yazık ki; önlenemeyen büyük bir düşüş baÅŸlamıştır. Evet, 2000’lerde, metin öldü, görsel öne çıktı. Tekrar çekilen filmler, seriye dönüşen ucuz yapımlar, üç boyutlu efekt katkılı şölenler, 90’ların hemen ardından yaÅŸam alanı buldu. İşte gerek memleketimizde olsun, gerek ise tüm dünyada, beyazperdenin ve devamında elbette bizlerin en mutlu olduÄŸu yıllar, 90’lardır, hiç kuÅŸkusuz. Sinemalara koÅŸup, salonları doldurup öyle güzel, etkileyici ve akılda kalıcı filmler izledik ki, onların hatırına ÅŸimdi kötü filmlere bile daha rahat katlanabiliyoruz.

Türkiye’de, 1990 yılı başından 1999 senesi sonuna dek tam 503 uzun metraj kurgusal film (Bu sayının gerçeÄŸi yansıttığı söylenemez, aralarında gösterime giremeyen pek çok yapım var) çekildi. ÖrneÄŸin 1993’te 82 film çekilmiÅŸtir ancak gösterime giren sayısı sadece 11’dir. EÅŸkıya, Tabutta RövaÅŸata, Masumiyet, Ağır Roman, İstanbul Kanatlarımın Altında, Hamam, Her Åžey Çok Güzel Olacak, C-Blok, Piyano Piyano Bacaksız, Kaç Para Kaç, GüneÅŸe Yolculuk, Kasaba… 1980’lerin o bunaltan, psikoloji ve kadın sorunları üzerine yoÄŸunlaÅŸan darbe tesirli filmleri yerini, ÅŸimdi eski yeni kuÅŸak diyebileceÄŸimiz yönetmelerin (DerviÅŸ Zaim, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz) daha özgün ancak esinlenmekten hala vazgeçememiÅŸ yapıtlarına bıraktı. Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Orhan OÄŸuz gibi yönetmenler ise ustalık dönemine girmiÅŸlerdi artık. Tek tük örnekler dışında 1990’larda giÅŸe baÅŸarısından söz etmek mümkün deÄŸildir. Hollywood, ABD’de vizyona soktuÄŸu filmi aynı zamanda Türkiye’de de göstermeye baÅŸladı. 90’lar öncesinde yabancı bir film, ülkemizde bir, iki yıl sonra gösterime girebiliyordu. Hollywood belasına karşı Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Memduh Ün, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Zeki Ökten ve Orhan OÄŸuz, 1995 yılında Sinema Vakfı’nı kurarak, sinemanın canlandırılması için harekete geçtiler.

Yeni bir sürece, kendini geliÅŸtirme, dönüştürme ve çeÅŸitlendirme sürecine giren Türkiye sinemasınnda, 1990’ların ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında da fark vardır, aslında iki ayrı bölüm olarak düşünmek gerek. İlk yarı bariz bunalımlı, yönetmenlerin hayli kiÅŸisel ve iç dünyalarını resmetmeyi denedikleri 80’lerden tam olarak kurtulamamıştı, ikinci yarı ise giÅŸe hedefi ve sanat ürünlerinin çeÅŸitliliÄŸi ile daha bereketli geçti. Varoluşçuluk, Tarkovski, Kafka, klasik edebiyat, Yer altı edebiyatı, marjinallik, deneysel çalışma, simgesel anlatım, artık aklınıza gelebilecek her yoldan her ÅŸekilde eserler üretildi. Lakin memleket sineması diyebileceÄŸimiz bir akım yaratılamadı. Yerelden evrensele giden yol açılamadı, kurallar esnetildi ama ezber bozulamadı. Düşünün, bugün sinema hala bir sektör deÄŸil bu ülkede, dizilerin uzantısı olan, belki sektör aday adayı… Kitle iletiÅŸim araçları çoÄŸaldı, PR çalışmaları arttı ancak kaliteli yapıtların oranı çok ama çok düşük kaldı. İşte yüzde 80’i yazın çekilen filmlerle festival festival geziyoruz, ödüllere seviniyor, günü ve giÅŸeyi kurtarmaya çalışıyoruz.

YeÅŸilçam’ın etkisinden çıkmak, batı tekniklerini yurdun gerçeÄŸine yedirmek, Yeni Türkiye Sineması için harekete geçmek. İşte 90’lar sinemasını önemli kılan ÅŸey buydu. Sanat filmleri ve popüler filmler olarak yol ikiye ayrılacaktı ancak, zaten toplamda yakalanan baÅŸarı, ülke sinemasının hanesine yazılacağı için bunda sorun yoktu. Teori, pratikle pek örtüşmez, 2000’lerde problemler çoÄŸaldı, kaliteli filmlerin sayısı azalırken üretim ise giderek arttı. Dizi estetiÄŸiyle çekilen filmler, öğrenci ödevi nden hallice yapımlar, seyirciyi TV karşısından alıp, beyazperdenin önüne konuÅŸlandıramadı.

Neyse… 90’lar filmlerine geri dönelim ve seçtiÄŸimiz filmleri sıralayalım; Yengeç Sepeti, Kahpe Bizans, Amerikalı, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, Berlin in Berlin, Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri, Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Suyun Öte Yanı, Gizli Yüz, Karartma Geceleri, Usta Beni Öldürseni, Tatar Ramazan. İskilipli Atıf Hoca, Mum Kokulu Kadınlar, Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Laleli’de Bir Azize, Üçüncü Sayfa, Salkım Hanım’ın Taneleri, Kız Kulesi Aşıkları, Lola Bilidikid, Karışık Pizza, Manisa Tarzanı, Åžahmaran, AÅŸk Ölümden SoÄŸuktur, Babam Askerde, Bir Kadının Anatomisi, Bir ErkeÄŸin Anatomisi, Leoparın KuyruÄŸu, Sen De Gitme, Minyeli Abdullah, Propaganda, Güle Güle…

Gelelim, dünyaya… 1990’lar da Hollywood’un krallığıyla geçer ancak bu kez yeni bir rakip vardır karşısında… Bağımsız Amerikan Sineması, büyüyen, serpilen ve etkileyen bir güce dönüşmüştür. Avrupa ise Amerikan iÅŸi aksiyonun büyüsünden kurtulamamıştır, özgün filmler vardır ama sayısı azdır. UzakdoÄŸu’da ise güzel bir doÄŸum gerçekleÅŸmiÅŸtir, 2000’lerde imza atabilmek için…

Åžimdi hangi filmden baÅŸlayalım o denli çoklar ki… Sıkı Dostlar, Makas Eller, VahÅŸi Duygular, Kurtlarla Dans, Kuzuların SessizliÄŸi, Terminatör 2, Güzel ve Çirkin, Delicatessen, Balıkçı Kral, Barton Fink, JFK. Bitti mi? Bitmez! Rezervuar Köpekleri, Affedilmeyen, Glengarry Glen Ross, AÄŸlatan Oyun, Chaplin, Malcolm X, Acı Ay, El Mariacci, Schindler’in Listesi, Gerçek Romantik, Bugün Aslında Dündü, Piyano, Carlito’nun Yolu, Arizona Rüyası, Stalingrad, Naked, Babam İçin.

Liste uzun… Daha Esaretin Bedeli, Pulp Fiction, Leon, Forrest Gump, Aslan Kral, Clerks, Karga, Ed Wood, Gün DoÄŸmadan, Cesur Yürek, OlaÄŸan Şüpheliler, Büyük HesaplaÅŸma, Casino, 12 Maymun, Toy Story, Nefret, Trainspotting, Fargo var.

Soluk aldıysanız devam edelim; Can Dostum, Los Angeles Sırları, Hayat Güzeldir, Boogie Nights, Prenses Mononoke, Büyük Lebowski, Er Ryan’ı Kurtarmak, İnce Kırmızı Hat, American History X, Karanlık Åžehir, Truman Åžov, AteÅŸten Kalbe Akıldan Dumana, Rushmore, Pi, Dövüş Kulübü, Amerikan Güzeli, YeÅŸil Yol, Magnolia, 6. His…

Avrupa’dan Üç Renk, yani Mavi, Beyaz ve Kırmızı nasıl unutulur? Sonra Yıldız SavaÅŸları serisi yıllar sonra 90’larda tekrar baÅŸladı. Seri demiÅŸken; GeleceÄŸe Dönüş, Zor Ölüm, Baba, Yaratık, Robocop, James Bond, Rocky ise geçmiÅŸten 90’la taşındı. Ve Blair Cadısı, 90’ları kapatan bu fenomen, üç kuruÅŸu milyonlarca dolara katlayan bir tanıtım mucizesi gibiydi. Sayesinde korku-gerilim türünde bir devrim yaÅŸandı ve sallanan el kameraları ile çekilir oldu pek çok film…

Ses getiren filmler bitecek gibi deÄŸil. Hayalet, Evde Tek Başına, Özel Bir Kadın, Korku Burnu, Temel İçgüdü, Jurassic Park, Gerçek Yalanlar, Katil DoÄŸanlar, Salak ile Avanak, Titanik, Siyah Giyen Adamlar, Oyun, BeÅŸinci Element, Åžeytanın Avukatı, Kadın Kokusu… Bu filmlerin bazıları müthiÅŸ yapıtlar deÄŸil elbette, ancak bugün hala üstüne konuÅŸuyorsak, belleÄŸimizde yer etmiÅŸler demektir. Misal Titanik tüm zamanların en büyük giÅŸe rekorunu kırdı ve tüm dünyada 1 milyar dolar barajını aÅŸan ilk film oldu. Ta ki yönetmeni James Cameron, Avatar’ı çekene dek. Temel İçgüdü ve Özel Bir Kadın, 7. sanat adına belki bir ederleri yoktu ama kült filmlere dönüşmeyi baÅŸardılar.

Artık listemize aÅŸağıda saydığım yapıtlarla bir son verelim, çünkü aklımıza ve gönlümüze yer etmiÅŸ 90’lara dair filmler o kadar fazla ki, yerimiz ise dar, nokta koymazsak sığdıramayacağız. Evet, son olarak; Çalınmış Güzellik, Kaya, Görevimiz Tehlike, İngiliz Hasta, Çığlık, Donnie Brasco, Jackie Brown, Aç Gözünü, Funny Games, Benden Bu Kadar, Küp, Lolita, Kayıp Otoban, Yalancı Yalancı, Yüz Yüze, Sefiller, Mesajınız Var, Ronin, Gözleri Tamamen Kapalı, John Malkovich Olmak, AÅŸk Engel Tanımaz, Erkekler AÄŸlamaz, Amerikan Pastası, Åžehrin Azizleri.

Yerli Rocky’nin gardını senaryo düşürmüş

“Berlin Kaplanı”, görece komik, yer yer duygusal, aÅŸkı ve boksu yedeÄŸine alan vasat diyebileceÄŸimiz bir yeniden aile olmak filmi, özetle. Her ÅŸey çok güzel olabilirmiÅŸ lakin boksörümüz, senaryo ile gardını düşürünce, haliyle yumuÅŸak karnı olan süresinin uzunluÄŸu, aşırıya kaçan popüler sinema hevesi ve benim formülüm tuttu özgüveni ortaya çıkmış ve kendisini nakavt eden kroÅŸeyi de böylelikle yemiÅŸ, ne yazık ki…

Berlin Kaplanı, Ata Demirer’in hem senaryosunu yazıp hem de baÅŸrolünü üstlendiÄŸi, Hakan Algül’ün de yönetmenlik koltuÄŸuna oturduÄŸu üçüncü proje. İkilinin önceki filmleri “Eyyvah Eyvah” ve “Eyyvah Eyvah 2”, keyifle izlenen, eÄŸlendiren, bol bol güldüren, sözün özü kaliteli giÅŸe filmlerine örnek diyebileceÄŸimiz kalibredeydiler. İlk film Eyyvah Eyvah 2.459.815 seyirciyi sinema salonlarına çekmiÅŸti, ancak asıl baÅŸarı geçen yılın rekortmeni olan devam filmi Eyyvah Eyvah 2 ile geldi, yaklaşık 4 milyon izleyiciyi beyazperdenin tam karşısına konuÅŸlandırdı.

Gelelim 252 kopyayla gösterime giricek olan Berlin Kaplanı’na… Yine bir BKM yapımı olan Berlin Kaplanı, öncelikle çıtayı hayli düşürmüş. Bu olmamışlık halinin asıl nedeni ise kesinlikle senaryo… Ata Demirer komiklikte giderek kendini aşıyor, Berlin Kaplanı’ndaki gurbetçi boksör tiplemesi ÅŸu ana dek ona dair izlediÄŸim en iyi oyunculuk performansı. Ancak senaryo baÅŸka bir mecra, ekip bundan sonra yoluna iyi bir senarist ile devam etmeli. Evet, Demirer ve Algül ikilisi, takviye alıp yaratıcı bir üçlüye dönüşürse memleketin komedi filmleri de bir basamak daha tırmanır, hiç şüphesiz. Bunun dışında film biraz aceleye getirilmiÅŸ, yani resmen giÅŸe kaygısıyla kasılmış gibi, top burada önce yönetmen ardından da yapımcıda, elbette… Yan öykülerin destek saÄŸlayamaması, diyaloglardaki eksiklik hissi, iyi tahlil edilmiÅŸ yeni kuÅŸak “Alamancı” tiplemesinin, baÅŸarısız boksör ile gerçekleÅŸtirdiÄŸi güzelim birleÅŸimini salt tek kiÅŸilik ÅŸova çevirmiÅŸ. Yerli Rocky, onca sabırsızlığına, yamalı durumuna ve kliÅŸere yaslanmasına karşın, komik kaçan kötü espriler, sıcaklık, samimiyet ve Almanlara dair nokta atışı çözümlemeleriyle filmini izlettirmeyi baÅŸarıyor.

Ata Demirer dışında filmin oyunculuk yükünü Tarık ÜnlüoÄŸlu, Necati Bilgiç, Nihal Yalçın, Özlem Türkad, Orhan Güner, Cemil Özbayer, Mert Aran ve Carlos Hein sırtlıyor. Demirer iyi demiÅŸtik, çocuk oyuncu Mert Aran da harika bir iÅŸ çıkartıyor. DiÄŸerleri için vasatı aÅŸtıklarını söylemek pek mümkün deÄŸil. BaÅŸkarakter çok fazla süslenirse, detay ve derinlik onunla resmedilirse kalanlar tipleme olur, nihayetinde…

Filmin konusuna gelirsek; 50 maçtan ancak 21’ini kazanabilme baÅŸarısını gösteren (elbette bu bir baÅŸarısızlıktır) kastan muaf ve gayet iri boksör Ayhan Kaplan, Berlin’de yaÅŸayan, geçimini ise bodyguardlık yaparak saÄŸlayan bir Türk yurttaşıdır. Ayhan ve antrenörü Cemal, bahis belasına bulaÅŸmış, borçları artmış ve tehlike çanları onlar için çalmaya baÅŸlamıştır. Artık kurtuluÅŸları mucizeye kalmıştır. Ve beklenen mucize Türkiye’den gelir.