Etiket arşivi: Robocop

İşletim sistemlerine özgürlük!

 

 

 

ALPER TURGUT

 

Vizyon günü Cuma’nın, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne denk gelmesi, doğal olarak dağıtımcıların ve salon sahiplerinin film seçimlerini etkiledi ve artık gelenekselleşen aşk filmleri haftası, bu yıl gerçekten kılıfına uyduruldu. 7. Sanat sinemanın, AVM tipi bir sevgililer günü paketi içerisinde yer alması, harbi harbi sinir bozucu olsa dahi, yapacak pek bir şey yok. Bari ‘Her’ filminin adını ‘Aşk’ diye çevirmeselermiş, neyse, geçmiş olsun! Aşk, işletim sistemine abayı yakan bir adamın, tuhaf, farklı ve ‘ezik’ öyküsünü dillendiriyor. Bizler, “internetime dokunma, sansüre hayır!” diye eylem yaparken, insanlar, memleket sınırları dışında, teknolojiyle aşk yaşamanın düşlerini kuruyor. ‘Porno Lobisi’ değil valla, olsa olsa kültür ve sanat lobisidir bu… Hah! Kahramanımızın konuştuğu, epey meraklı ve hayatın anlamını arayan bir kadın sesi, hem de ne ses, güzeller güzeli Scarlett Johansson’un sesi… Şimdi ‘kızlı, erkekli’ konuşmak da yasak diyebilirler ve bunca saçmalık mevcutken, pek şaşırmayız, ne yazık ki… Kıssadan hisse, böyle bir şey, gelecek Türkiye’sinde yaşasak, gaz bombaları yağarken tepemize, “İşletim sistemlerine özgürlük!” sloganı atıyor olabilirdik, ihtimal dâhilinde…

 

Beş dalda Oscar adayı olan Aşk, kentli insanın yakıcı ve sarsıcı yalnızlığını anlatıyor. Bireyin, teknolojik bir aletten ilgi ve alaka beklemesi, oysa ne acıdır. Karşılıklı kur yapmak, iyidir, hoştur, ancak bir sese, bir beden bulamamak, bir sesin elini tutamamak, fenadır, zordur. Kalabalıklar içindeki yalnızlık, gündelik hayattan kopuşu ve içe dönük bir yaşamı benimsemeyi doğruyor. Elbette, gönüllü yalnızlık, zorunlu yalnızlıktan daha çekilebilir bir durumdur ve bazen kaçmak, kalıp kabullenmekten çok daha mantıklıdır. Tükenmek, yaşama sevincini yitirmek, örselenmek, incinmek, ezilmek, zamanla duyarsız, duygusuz, robot benzeri bir insana dönüşmeyi getirir, getiriyor. Çağımızda sanal alem bağımlılığı, tedirgin edici boyutlara ulaşmış durumda, vapurda dahi, denizi, Boğazı, Kız Kulesi’ni izlemek yerine, akıllı telefonlarına gömülmüş, çevresiyle irtibatı kesmiş insanlar yok mu? Peki, çay eşliğinde, sevdiğiyle kısacık ve sıcacık bir sohbet etmek yerine, tablet bilgisayarlarıyla oyun oynayanlar… Aralarında ben de varım, sen de varsın, belki giderek hepimiz olacağız, hayattan kopacağız.

 

“John Malkovich Olmak” ve “Tersyüz” (Adaptation) gibi dahi işi iki harika filme imza atan, Spike Jonze, Altın Küre’de en iyi senaryo ödülünü kapmıştı, en iyi orijinal senaryo dalında, Oscar’ın da favorisi, hiç kuşkusuz. Hakkıdır. Yeteneği tartışmasız olan Joaquin Phoenix, yine döktürüyor, Amy Adams deseniz, kötü bir performansını hatırlamıyorum. Filme dair en çok neyi mi sevdim? İşte budur dedirten sanat yönetimini bir kenara bırakırsak, gelecekte bile, eski bir romantizmi sürdüren, başkaları için duygusal ve kişisel mektuplar yazarak hayatını kazanan bir insan olması, ne güzeldi. Özel mektuplarını başkasına yazdıran insanlar meselesi ise gidilen yolun vahametini ortaya koyuyor, paranın amansız hükmü, özeline verdiğin değerin azalması, zamanı yanlış kullanmak. Hani bir türküde vardır ya; “Geçen gün ömürdendir”, işte öyle bir şey.

 

Bir Mucize İki Kere Gerçekleşmez

 

“Bir küçük Eylül meselesi”ni, hiçbir beklenti içerisinde olmadan seyrettim, hakkında en ufak bir bilgim dahi yoktu, beni şaşırtan, hayli temiz çekilmiş, dürüst bir işle karşılaştım. Küçük bir öykü bu, müzikle, karikatürle, sevinçle, hüzünle ve Bozcaada ile süslenmiş. Evet, meşhur “Ezel” dizisinin senaristi Kerem Deren, filmi hem yazmış, hem de yönetmiş. Ve ilk denemesinde başarmış, umarım hiç bozmaz, katarak, hatalarını azaltarak, giderek ustalaşarak devam eder. 100. Yılındaki memleket sinemamız aşkına, tutunca üçleyen, dörtleyen gişe tipi projeler dışında, hikayeleri güzelce resmedecek insanlara da ihtiyacımız var.

 

Filmi izledikten sonra Twitter’a; “bir küçük Eylül meselesi, seyredilesi bir film olmuÅŸ. Hüzünlü bir karikatür gibi, bir Zihni Sinir projesi gibi, aÅŸkın mucize olması gibi…” yazdım, hemen telefonlarım çalmaya baÅŸladı, eh pek alışık deÄŸiller insanlar, yerli iÅŸi filmler hakkında olumlu ÅŸeyler yazmama, önceliÄŸim bir öyküye inanmak dedim, gerisi hep ayrıntı çünkü. Devamında görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, yurdumuzun en iyi gözlerinden biri, onun kamerasından dökülen sahneleri görünce daha iyi anlıyorsunuz, insan, her ÅŸeyi bırakıp, Bozcaada’ya yerleÅŸme fikriyle çıkıyor, sinema salonundan… Karikatürist Erdil YaÅŸaroÄŸlu’nun da çizimleriyle filme katkısı büyük.

 

Engin Akyürek, Farah Zeynep Abdullah, Ceren Moray ve Serra Keskin’in aralarında bulunduğu oyuncu kadrosu, filme çok şey katmışlar. “Tek” denilen başroldeki münzevi, yarı deli, insan iyisi karikatüristin, karakter gelişimi keşke daha iyi verilebilseydi, hem derinlik kazanırdı, hem de sinemamız adına unutulmaz olurdu. Film şuna benziyor, bunu andırıyor meselesine hiç girmeyeceğim, esinlenme hep olur, klişeler yerinde kullanılırsa, cuk oturur. Tesadüfler, insanları bir araya getirir, zıt karakterler birbirlerini çeker, tüm bunlar malum, nerede, ne zaman, hangi koşullarda, işte bu bilinmez. Denk gelmesi zordur ve bu yüzden aşk bir mucizedir, daha da yazasım var, ancak sonrası ‘spoiler’ vermek gibi olur, noktayı koyalım.

 

Sadece Aşıklar Hayatta Kalır

 

Amerikan bağımsız sinemasının yetenekli, deneyimli ve öncü senarist yönetmenlerinden Jim Jarmusch, Hollywood dışında da beyazperde düşleri kurulabileceÄŸini, tüm dünyaya kanıtlayan, hatta ötesinde memleketimizin genç kuÅŸak sinemacılarını da derinden etkileyen bir isim, hiç kuÅŸkusuz. Salt giÅŸe odaklı sinema anlayışına; “Bir filmin tüm prodüksiyonu filme, onun düşüncelerine, içeriÄŸine, ÅŸekline hizmet ediyorsa, iyi, yok eÄŸer yapımcının cebini doldurmaya hizmet ediyorsa, o zaman kötüdür” diyerek karşı çıkan Jarmusch, kariyerinin en iyi ve nitelikli iÅŸlerinden biri olan Sadece Aşıklar Hayatta Kalır’ın Only Lovers Left Alive), ülkemizde Sevgililer Günü ayağına pazarlanmaya çalışıldığını duysa, bozulurdu sanki… Filmin, Tom Hiddleston, Tilda Swinton, Mia Wasikowska, John Hurt, Anton Yelchin ve Jeffrey Wright’dan oluÅŸan müthiÅŸ bir oyuncu kadrosu var. Aralarında tam 21 yaÅŸ fark bulunan Tilda ve Tom, rollerinin hakkını ziyadesiyle vermiÅŸler ve hiç sırıtmamışlar, aksine sinema tarihine mükemmel bir çift armaÄŸan etmiÅŸler. Müzikle birleÅŸen, mizahla geliÅŸen, zekâyla yetkinleÅŸen estetik bir yapıt bu, sonsuz bir aÅŸka mahkûm olan vampirlere dair. Kendin halinde bir eÄŸlence, mutlak romantizm ve akıcı diyaloglar… Kâh yavaÅŸlayan, kâh hızlanan, karanlıktan bırakan ve bunaltan bir yanı da var elbette, genel izleyici tüm bunları hesaplayarak seyretsin derim, gerçek sinemaseverler ise zaten izleyecektir, eminim. Post-modern ve sanatsal vampir öykümüzde, insanların deÄŸil, vampirlerin ruhu vardır aslında, insanlar, yaÅŸayan ölülerdir, onlar, zombi’dirler, kanları bile bozulmaya baÅŸlamıştır. Görece haklılar da, hani…

 

Vampirlerin aşkı seri olur

 

“Vampir Akademisi” (Vampire Academy), adı üzerinde okullu vampirleri konu alan, hikâye anlatmaktan ziyade, ısırmak, âşık olmak, kaçmak, kovalamak ve kan banyosu yapmak temalı, fantastik bir deneme… Yani 5 filmlik pek meşhur “Alacakaranlık” (Twilight) bitince, “teenage” cephesinde doğan boşluk kapanıyor ve “yeniyetme” serilerinin en sonuncu nihayet başlıyor. Bu hayli yüzeysel, haddinden fazla geveze ve son kerte şamatacı film için fazla lakırdıya gerek yok, derinlik aramaya hiç gerek yok. İyilik, kötülük çatışması, klişe yağmuru ve olmazsa olmaz sevda, bu basit ve bildik şeyleri anlatamamak ise bambaşka… 118 kopyayla gösterilecek film, fena ötesi, lakin gençler, büyük bir hasretle bekliyorlar. Artık yetişkiniz diye, ergen olduğumuz vakitleri unutacak değiliz. Ötesinde çoksatar altı kitaplık serinin, sinemaya uyarlanması, haliyle yıllar sürecek ve onlar da büyüyecekler. Şimdi ilk sevmelerin, garip ve tuhaf kitaplar ve filmlere hayranlık duymanın tadını çıkartsınlar, hem sabun köpüğü işler, zihni de pek yormaz, başka da ne söyleyelim?

 

Balayı için köyü boşaltmak

 

Sevgililer Günü paketinde, vampirlerin sonsuz aÅŸkı var, teknolojik aÅŸk var, klasik aÅŸk olmasın mı? AÅŸk, niÅŸan, düğün ve elbette “Balayı”… Haftanın ikinci yerli filmi olan Balayı, Koray Baliç’in yazdığı ve çektiÄŸi, Emre Kılıç, Seda Tosun, Petek KırboÄŸa, Dilan Çiçek Deniz ve Bertan Ceylan’ın belli baÅŸlı rollerini üstlendiÄŸi, romantik komedi formatında ve güçlü rakipleri karşısında hayli ‘iddiasız’ bir konumda bulunan bir seyirlik. “Ülkenin en zengin iÅŸ adamlarından UÄŸur ile çok ünlü bir oyuncu olan Gül, tanıştıktan bir hafta sonra evlenirler. Çift sürpriz balayı için Kaleköy’e giderler. UÄŸur, Gül ile baÅŸ baÅŸa kalmak için köylüleri köyden göndermiÅŸtir.” Devamını yazamıyorum, takatim kalmadı. Özetle, bu film hakkında herhangi bir malumatım yok, gidecek arkadaÅŸlar, ÅŸayet beÄŸenir ve bana da önerirse, seve seve seyrederim.

 

Âşıkları ayırmayın!

 

“Sonsuz Aşk” (Endless Love), bundan tam 33 yıl evvel, “Affedilmeyenler” adıyla gösterime giren ve henüz 16 yaşındaki güzel aktris Brooke Shields’i dünyaya tanıtan vasat filmin, yeniden çevrimi… Başlıca rollerde Alex Pettyfer, Gabriella Wilde, Robert Patrick, Bruce Greenwood, Rhys Wakefield, Dayo Okeniyi, Emma Rigby ve Joley Richardson, yönetmenlik koltuğunda ise Shana Feste var. “Karizmatik delikanlı ve ayrıcalıklı genç kız” gibi bir tanıtım notu var, aşk mı anlatılıyor, pazarlama stratejisi mi, belli değil. Neyse, ebeveynler gençleri ayırmak isteyince, mesele tutkulu bir aşk serüvenine dönüşüyor, sözüm ona… Sezar’ın hakkını, Sezar’a verelim, vizyon diyecek üç tane iyi film varken, tatsız tuzsuz bir yapımı tavsiye listesine almamız, pek mümkün görünmüyor.

 

Aşk dışı tek seçenek

 

Tam 7 filmin gösterime gireceği, adı konmamış aşk filmleri haftasında, tek ayrık otu ‘RoboCop’, kuşkusuz. Ve çok şükür, filmin ismini ‘Aşk Polisi’ diye çevirmemişler, böylesi bir tuhaflık vuku bulsaydı, şaşırmazdım da hani… Sevi öyküleriyle hiç işim olmaz diyenler için, biricik seçenek haline dönüşen RoboCop, haftanın en çok kopyayla giren ikinci filmi (130 kopya), üstelik… Bundan 27 sene önce, teknolojiden görece muaf bir zamanda çekilen ilk RoboCop, hepimizi etkilemişti. Bilimkurgu klasiğine dönüşmese dahi, birçok sinemasever için kültlük mertebesine erişmişti. Bu yeniden çevrim RoboCop, Joel Kinnaman, Gary Oldman, Michael Keaton, Abbie Cornish, Jackie Earle Haley, Michael K. Williams ve Samuel L. Jackson’lu güçlü kadrosuna ve teknolojinin artık uçuşa geçmiş olmasına karşın, orijinal yapıtın eline su dökemiyor, belirtelim. Son olarak; ABD, dünyanın geleceğini de ipotek altına alacak mevzusu, harbiden baydı.

Yerli ve yabancı, yaÅŸasın 90’lar sineması!

ALPER TURGUT

90’lar sineması, kesinlikle senaryonun gücünün ulaÅŸtığı son zirvedir. Ve ardından ne yazık ki; önlenemeyen büyük bir düşüş baÅŸlamıştır. Evet, 2000’lerde, metin öldü, görsel öne çıktı. Tekrar çekilen filmler, seriye dönüşen ucuz yapımlar, üç boyutlu efekt katkılı şölenler, 90’ların hemen ardından yaÅŸam alanı buldu. İşte gerek memleketimizde olsun, gerek ise tüm dünyada, beyazperdenin ve devamında elbette bizlerin en mutlu olduÄŸu yıllar, 90’lardır, hiç kuÅŸkusuz. Sinemalara koÅŸup, salonları doldurup öyle güzel, etkileyici ve akılda kalıcı filmler izledik ki, onların hatırına ÅŸimdi kötü filmlere bile daha rahat katlanabiliyoruz.

Türkiye’de, 1990 yılı başından 1999 senesi sonuna dek tam 503 uzun metraj kurgusal film (Bu sayının gerçeÄŸi yansıttığı söylenemez, aralarında gösterime giremeyen pek çok yapım var) çekildi. ÖrneÄŸin 1993’te 82 film çekilmiÅŸtir ancak gösterime giren sayısı sadece 11’dir. EÅŸkıya, Tabutta RövaÅŸata, Masumiyet, Ağır Roman, İstanbul Kanatlarımın Altında, Hamam, Her Åžey Çok Güzel Olacak, C-Blok, Piyano Piyano Bacaksız, Kaç Para Kaç, GüneÅŸe Yolculuk, Kasaba… 1980’lerin o bunaltan, psikoloji ve kadın sorunları üzerine yoÄŸunlaÅŸan darbe tesirli filmleri yerini, ÅŸimdi eski yeni kuÅŸak diyebileceÄŸimiz yönetmelerin (DerviÅŸ Zaim, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz) daha özgün ancak esinlenmekten hala vazgeçememiÅŸ yapıtlarına bıraktı. Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Orhan OÄŸuz gibi yönetmenler ise ustalık dönemine girmiÅŸlerdi artık. Tek tük örnekler dışında 1990’larda giÅŸe baÅŸarısından söz etmek mümkün deÄŸildir. Hollywood, ABD’de vizyona soktuÄŸu filmi aynı zamanda Türkiye’de de göstermeye baÅŸladı. 90’lar öncesinde yabancı bir film, ülkemizde bir, iki yıl sonra gösterime girebiliyordu. Hollywood belasına karşı Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Memduh Ün, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Zeki Ökten ve Orhan OÄŸuz, 1995 yılında Sinema Vakfı’nı kurarak, sinemanın canlandırılması için harekete geçtiler.

Yeni bir sürece, kendini geliÅŸtirme, dönüştürme ve çeÅŸitlendirme sürecine giren Türkiye sinemasınnda, 1990’ların ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında da fark vardır, aslında iki ayrı bölüm olarak düşünmek gerek. İlk yarı bariz bunalımlı, yönetmenlerin hayli kiÅŸisel ve iç dünyalarını resmetmeyi denedikleri 80’lerden tam olarak kurtulamamıştı, ikinci yarı ise giÅŸe hedefi ve sanat ürünlerinin çeÅŸitliliÄŸi ile daha bereketli geçti. Varoluşçuluk, Tarkovski, Kafka, klasik edebiyat, Yer altı edebiyatı, marjinallik, deneysel çalışma, simgesel anlatım, artık aklınıza gelebilecek her yoldan her ÅŸekilde eserler üretildi. Lakin memleket sineması diyebileceÄŸimiz bir akım yaratılamadı. Yerelden evrensele giden yol açılamadı, kurallar esnetildi ama ezber bozulamadı. Düşünün, bugün sinema hala bir sektör deÄŸil bu ülkede, dizilerin uzantısı olan, belki sektör aday adayı… Kitle iletiÅŸim araçları çoÄŸaldı, PR çalışmaları arttı ancak kaliteli yapıtların oranı çok ama çok düşük kaldı. İşte yüzde 80’i yazın çekilen filmlerle festival festival geziyoruz, ödüllere seviniyor, günü ve giÅŸeyi kurtarmaya çalışıyoruz.

YeÅŸilçam’ın etkisinden çıkmak, batı tekniklerini yurdun gerçeÄŸine yedirmek, Yeni Türkiye Sineması için harekete geçmek. İşte 90’lar sinemasını önemli kılan ÅŸey buydu. Sanat filmleri ve popüler filmler olarak yol ikiye ayrılacaktı ancak, zaten toplamda yakalanan baÅŸarı, ülke sinemasının hanesine yazılacağı için bunda sorun yoktu. Teori, pratikle pek örtüşmez, 2000’lerde problemler çoÄŸaldı, kaliteli filmlerin sayısı azalırken üretim ise giderek arttı. Dizi estetiÄŸiyle çekilen filmler, öğrenci ödevi nden hallice yapımlar, seyirciyi TV karşısından alıp, beyazperdenin önüne konuÅŸlandıramadı.

Neyse… 90’lar filmlerine geri dönelim ve seçtiÄŸimiz filmleri sıralayalım; Yengeç Sepeti, Kahpe Bizans, Amerikalı, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, Berlin in Berlin, Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri, Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Suyun Öte Yanı, Gizli Yüz, Karartma Geceleri, Usta Beni Öldürseni, Tatar Ramazan. İskilipli Atıf Hoca, Mum Kokulu Kadınlar, Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Laleli’de Bir Azize, Üçüncü Sayfa, Salkım Hanım’ın Taneleri, Kız Kulesi Aşıkları, Lola Bilidikid, Karışık Pizza, Manisa Tarzanı, Åžahmaran, AÅŸk Ölümden SoÄŸuktur, Babam Askerde, Bir Kadının Anatomisi, Bir ErkeÄŸin Anatomisi, Leoparın KuyruÄŸu, Sen De Gitme, Minyeli Abdullah, Propaganda, Güle Güle…

Gelelim, dünyaya… 1990’lar da Hollywood’un krallığıyla geçer ancak bu kez yeni bir rakip vardır karşısında… Bağımsız Amerikan Sineması, büyüyen, serpilen ve etkileyen bir güce dönüşmüştür. Avrupa ise Amerikan iÅŸi aksiyonun büyüsünden kurtulamamıştır, özgün filmler vardır ama sayısı azdır. UzakdoÄŸu’da ise güzel bir doÄŸum gerçekleÅŸmiÅŸtir, 2000’lerde imza atabilmek için…

Åžimdi hangi filmden baÅŸlayalım o denli çoklar ki… Sıkı Dostlar, Makas Eller, VahÅŸi Duygular, Kurtlarla Dans, Kuzuların SessizliÄŸi, Terminatör 2, Güzel ve Çirkin, Delicatessen, Balıkçı Kral, Barton Fink, JFK. Bitti mi? Bitmez! Rezervuar Köpekleri, Affedilmeyen, Glengarry Glen Ross, AÄŸlatan Oyun, Chaplin, Malcolm X, Acı Ay, El Mariacci, Schindler’in Listesi, Gerçek Romantik, Bugün Aslında Dündü, Piyano, Carlito’nun Yolu, Arizona Rüyası, Stalingrad, Naked, Babam İçin.

Liste uzun… Daha Esaretin Bedeli, Pulp Fiction, Leon, Forrest Gump, Aslan Kral, Clerks, Karga, Ed Wood, Gün DoÄŸmadan, Cesur Yürek, OlaÄŸan Şüpheliler, Büyük HesaplaÅŸma, Casino, 12 Maymun, Toy Story, Nefret, Trainspotting, Fargo var.

Soluk aldıysanız devam edelim; Can Dostum, Los Angeles Sırları, Hayat Güzeldir, Boogie Nights, Prenses Mononoke, Büyük Lebowski, Er Ryan’ı Kurtarmak, İnce Kırmızı Hat, American History X, Karanlık Åžehir, Truman Åžov, AteÅŸten Kalbe Akıldan Dumana, Rushmore, Pi, Dövüş Kulübü, Amerikan Güzeli, YeÅŸil Yol, Magnolia, 6. His…

Avrupa’dan Üç Renk, yani Mavi, Beyaz ve Kırmızı nasıl unutulur? Sonra Yıldız SavaÅŸları serisi yıllar sonra 90’larda tekrar baÅŸladı. Seri demiÅŸken; GeleceÄŸe Dönüş, Zor Ölüm, Baba, Yaratık, Robocop, James Bond, Rocky ise geçmiÅŸten 90’la taşındı. Ve Blair Cadısı, 90’ları kapatan bu fenomen, üç kuruÅŸu milyonlarca dolara katlayan bir tanıtım mucizesi gibiydi. Sayesinde korku-gerilim türünde bir devrim yaÅŸandı ve sallanan el kameraları ile çekilir oldu pek çok film…

Ses getiren filmler bitecek gibi deÄŸil. Hayalet, Evde Tek Başına, Özel Bir Kadın, Korku Burnu, Temel İçgüdü, Jurassic Park, Gerçek Yalanlar, Katil DoÄŸanlar, Salak ile Avanak, Titanik, Siyah Giyen Adamlar, Oyun, BeÅŸinci Element, Åžeytanın Avukatı, Kadın Kokusu… Bu filmlerin bazıları müthiÅŸ yapıtlar deÄŸil elbette, ancak bugün hala üstüne konuÅŸuyorsak, belleÄŸimizde yer etmiÅŸler demektir. Misal Titanik tüm zamanların en büyük giÅŸe rekorunu kırdı ve tüm dünyada 1 milyar dolar barajını aÅŸan ilk film oldu. Ta ki yönetmeni James Cameron, Avatar’ı çekene dek. Temel İçgüdü ve Özel Bir Kadın, 7. sanat adına belki bir ederleri yoktu ama kült filmlere dönüşmeyi baÅŸardılar.

Artık listemize aÅŸağıda saydığım yapıtlarla bir son verelim, çünkü aklımıza ve gönlümüze yer etmiÅŸ 90’lara dair filmler o kadar fazla ki, yerimiz ise dar, nokta koymazsak sığdıramayacağız. Evet, son olarak; Çalınmış Güzellik, Kaya, Görevimiz Tehlike, İngiliz Hasta, Çığlık, Donnie Brasco, Jackie Brown, Aç Gözünü, Funny Games, Benden Bu Kadar, Küp, Lolita, Kayıp Otoban, Yalancı Yalancı, Yüz Yüze, Sefiller, Mesajınız Var, Ronin, Gözleri Tamamen Kapalı, John Malkovich Olmak, AÅŸk Engel Tanımaz, Erkekler AÄŸlamaz, Amerikan Pastası, Åžehrin Azizleri.