ALPER TURGUT
Memleket sineması bizi hüsrana uÄŸratarak baÅŸlamıştı 2012’ye, hatta geçen yıl Altın Koza ve Altın Portakal’da arka arkaya birbirinden kötü yerli iÅŸi filmler izleyince, projeler çoÄŸalıyor, kalite ise giderek azalıyor diyerek kendi aramızda konuÅŸmaya bile baÅŸlamıştık. Tam umudumu yitirirken, İstanbul Film Festivali hızır gibi yetiÅŸti resmen…
Åžu ana dek seyrettiÄŸim ulusal yarışma filmlerinden “Lal Gece†ve “Yeraltıâ€, vasat çıtasını aÅŸan, sinema salonundan keyifle ayrılmamı saÄŸlayan filmler oldular, üstelik daha izlemediklerim var. Reis Çelik’in çektiÄŸi Lal Gece ve Zeki Demirkubuz’un yönettiÄŸi Yeraltı filmlerini bir kenara bırakalım, “Tepenin Ardıâ€na bakalım. Çünkü Tepenin Ardı bir ilk film.
Evet, “Rıfat†ve “Mektup†adlı kısa filmler çeken Emin Alper’in bu ilk uzun metraj kurmaca filmi, Berlin’de ödülleri toplamış ve nihayet İstanbul’a gelmiÅŸti. (İstanbul’dan da New York’a Tribeca Film Festivali’ne gidecek) Tepenin Ardı’nın senaryosunu da yazan Emin Alper’in birkaç ufak tefek eksikliÄŸe karşın baÅŸarılı bir atmosfer yarattığını, gerilimi hep yedeÄŸinde tuttuÄŸunu, neredeyse kusursuz bir metni, beyezperdeye ustaca yansıttığını söyleyebiliriz, rahatlıkla…
Kısaca anlatmak gerekirse; Orman İşletmesi’nden emekli olan Faik, yaylada baba yadigarı bir evde, kendisine yardımcı olan bir aileyle yaÅŸamaya baÅŸlamıştır. Ekili arazisinde keçi sürüsü de besleyen bu aksi ihtiyar, Tepenin Ardı’nda konaklayan yörüklerle çoktan kavgaya tutuÅŸmuÅŸtur. Sonra topluluk büyür, yaz sıcağında Faik’in oÄŸlu Nusret ve torunları Zafer ve Caner, kısa bir tatil için yaylaya gelmiÅŸtir.
Karaman ilinin Ermenek ilçesinde tam 18 günde çekilen filmin, özellikle müzikle ivmesini arttıran final sahnesi tek kelimeyle müthiÅŸ. ÖtekileÅŸtirme belasını, birçok yapımda olduÄŸu üzere kör kör parmağım gözüne deÄŸil, üstelemeden, kanırtmadan ve dolayısıyla saçmalamadan resmeden Tepenin Ardı’nın, ‘İnsan, insanın kurdudur’ söylemini yeniden ve bir kez daha haklı çıkaracak argümanlarla donatılmış olduÄŸunu düşünüyorum. Birey ve grup psikolojiyle harmanlanan ve kısmen politik bir altmetinle meramını anlatmaya çabalayan film, düşman yaratmanın ne kadar kolay bir ÅŸey olduÄŸu gerçeÄŸini bir kez daha yüzümüze vuruyor, özetle…
Çatışmalardan psikolojisini yitirerek çıkan gencecik bir eski asker, kırsalda bir araya gelmiÅŸ, kan bağı, arkadaÅŸlık bağı artık adı her neyse birbirine baÄŸlanmış bir avuç ‘normal’ insan arasında, en dürüst olanı, hiç kuÅŸkusuz. Dürüstlük ölümcül bir erdemdir bazen… Neyse… Yabani hayata yaslanmış bir yayla evinde, insan da doÄŸal olarak yabanileÅŸiyor dersek kolaya kaçmış oluruz. Yalanlar, yalanları doÄŸuruyor, suskunluk büyürken suçlu aramak ve günah keçisini bulmak zor olmuyor, nihayetinde…
Filmin görüntü yönetmeni Romanyalı George Chiper-Lillemark, iÅŸini layıkıyla yapıyor, güzelim bir yaylayı sinema salonuna getiriyor. Filmin oyuncu kadrosu ise Tamer Levent (Faik), Reha Özcan (Nusret), Mehmet Özgür (Mehmet), Berk Hakman (Zafer), Furkan Berk Kıran (Caner), Banu Fotocan (Meryem), Sercan Gümüş (Süleyman) ve Åževval KuÅŸ’tan (Aliye) oluÅŸuyor. Oyunculuk performanslarına laf yok, özellikle Berk Hakman, gayet iyi oynamış, Tamer Levent, Reha Özcan ve diÄŸerleri de rollerinin hakkını vermiÅŸler. Hah! PaÅŸa adlı (gerçek ismi Sarı imiÅŸ) çoban köpeÄŸini de unutmayalım.