Etiket arşivi: Piyano

Geçen yıl kapitalizm, bu yıl militarizm

ALPER TURGUT

“Ölümcül Tuzak”a (The Hurt Locker) önce İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ardından da Amerikan Film Akademisi altışar ödül verdi. Alt metnini işgalci zihniyetin kelimeleriyle ören ve kürsüye her çıktıklarında “Vay bizim anlı şanlı kahramanlarımız” nutku çeken film ekibi, ayna işlevini gördüler ve yine ve yeniden tırmanan sömürgeci iştahının beyazperdeye yansımasına katkı sağladılar. İngiltere’de ödülleri kapması, filmin yapımcısının akademi üyelerine ulaşıp “Ne olursunuz bizi seçin” diye ağlayıp yalvarmasına rağmen( ki bu yüzsüzlük-yalakalık ters tepmedi), milliyetçiliğin tırmanışın tam gaz devam ettiği ABD’yi de avucunun içine aldığına dair bir göstergeydi. Tüm dünyayla “Biz demokrasi havarisiyiz” diyerek dalgasını geçen pervasız ABD-İngiliz işgal ortaklığı, hala ve inadına can almayı sürdürüyor. Acı olan ise bebek kanlarından demlenen bu amansız, gaddar ve lanet güç birliğinin, 7. Sanat adına baş tacı edilmesidir. Bunun adı rezillik, bunun adı ölümün kutsanması, bunun adı cinayeti alkışlamak ile eşdeğer, ötesi yok.

Kırmızı halısı, ünlüleri, ÅŸatafatı ve moda dünyasına yaptığı hizmetle albenisini katlayan Oscar, milyonları ekran başına çekebildiÄŸine göre göz boyamada ustadır. Akademinin heykelleri, bir önceki yıl da, kapitalizm ÅŸakÅŸakçılarına gitmiÅŸti. Bildik İngiliz küstahlığının, eski sömürgesi Hindistan’da eteklerinden döktüğü, “Ey fakir kalabalık, etinizi kemirdik, iliÄŸinizi emdik ancak yine de kurtuluÅŸ umudunuz var. BireyleÅŸin, zenginleÅŸin” sayıklamasının izdüşümüydü “Milyoner” (Slumdog Millionaire) filmi. Sekizi Oscar 108 ödül kazanan bu yapımın, “Kim 500 milyar ister” programının aÅŸkla meÅŸkle harmanlanmasından baÅŸka bir ederi yoktu oysa…

Neyse… Biz yine Ölümcül Tuzak’a dönelim, iÅŸgal karşıtlığına dillendiren ve sinema tarihinin en büyük giÅŸesine imza atan Avatar, kendisinden 100 kat daha ufak ölçekteki bu militarist yapıma nasıl boyun eÄŸdi? Bush’un ardından dünyanın sebepsiz yere bayram etmesine vesile olan Obama, hem verdiÄŸi sözleri tutmadı, hem de iÅŸgal ordusunu geri çekmedi. Ancak Obama, kötü bir ÅŸaka gibi Nobel Barış Ödülü’nü almasını bildi. Hal böyleyken meÅŸhur Sam Amca, yine de Obama’dan memnun deÄŸil. Çünkü Güneyli kovboyların kana susamışlığı henüz dinmedi.

Oscar’ın verildiÄŸi gün ise çok manalı… Birçok insan, büyük bir saflıkla eski kocası James Cameron’a karşın zafer kazandığı gerekçesiyle Kathryn Bigelow’u ayakta alkışladı. DoÄŸru ya; 82 yıl süren erkek egemenliÄŸi yıkılmıştı, maÄŸdur kadınlar kürsünün en tepesine tırmanmıştı, nihayet. Peki, “Yedi Güzeller” ile Lina Werhmüller, “Piyano” ile “Jane Campion, “Bir KonuÅŸabilse” ile de Sofia Coppola niye heykelciÄŸe kavuÅŸamamıştı da niye militarist bir erkek türküsü söyleyen Bigelow, taç giymiÅŸti? Erkek egemen toplum, baÅŸarı için erkekleÅŸen bir kadını ödüllendirmiÅŸti. Acı ama gerçek.

Evet, üstte 8 Mart demiÅŸtik deÄŸil mi? Yer; ABD’nin New York kenti. Tarih; 8 Mart 1857… Tam 40 bin işçinin grevini kırmak isteyen hâkim güçler, polis aracılığıyla büyük bir saldırı baÅŸlatır. Bir fabrikada mahsur kalan 129 işçi yanarak can verir, hayatlarından olan emekçilerden çoÄŸu kadındır. Ertesi gün cenazeleri, on binlerin omuzlarında yükselir. Dünya Emekçi Kadınlar Günü, iÅŸte böyle doÄŸar. Kathryn Bigelow ve filmi Ölümcül Tuzak, işçi sınıfının deÄŸil, can düşmanı kapitalizmin ödülünü aldılar, bu kadar basit.

 

Yerli ve yabancı, yaÅŸasın 90’lar sineması!

ALPER TURGUT

90’lar sineması, kesinlikle senaryonun gücünün ulaÅŸtığı son zirvedir. Ve ardından ne yazık ki; önlenemeyen büyük bir düşüş baÅŸlamıştır. Evet, 2000’lerde, metin öldü, görsel öne çıktı. Tekrar çekilen filmler, seriye dönüşen ucuz yapımlar, üç boyutlu efekt katkılı şölenler, 90’ların hemen ardından yaÅŸam alanı buldu. İşte gerek memleketimizde olsun, gerek ise tüm dünyada, beyazperdenin ve devamında elbette bizlerin en mutlu olduÄŸu yıllar, 90’lardır, hiç kuÅŸkusuz. Sinemalara koÅŸup, salonları doldurup öyle güzel, etkileyici ve akılda kalıcı filmler izledik ki, onların hatırına ÅŸimdi kötü filmlere bile daha rahat katlanabiliyoruz.

Türkiye’de, 1990 yılı başından 1999 senesi sonuna dek tam 503 uzun metraj kurgusal film (Bu sayının gerçeÄŸi yansıttığı söylenemez, aralarında gösterime giremeyen pek çok yapım var) çekildi. ÖrneÄŸin 1993’te 82 film çekilmiÅŸtir ancak gösterime giren sayısı sadece 11’dir. EÅŸkıya, Tabutta RövaÅŸata, Masumiyet, Ağır Roman, İstanbul Kanatlarımın Altında, Hamam, Her Åžey Çok Güzel Olacak, C-Blok, Piyano Piyano Bacaksız, Kaç Para Kaç, GüneÅŸe Yolculuk, Kasaba… 1980’lerin o bunaltan, psikoloji ve kadın sorunları üzerine yoÄŸunlaÅŸan darbe tesirli filmleri yerini, ÅŸimdi eski yeni kuÅŸak diyebileceÄŸimiz yönetmelerin (DerviÅŸ Zaim, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz) daha özgün ancak esinlenmekten hala vazgeçememiÅŸ yapıtlarına bıraktı. Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Orhan OÄŸuz gibi yönetmenler ise ustalık dönemine girmiÅŸlerdi artık. Tek tük örnekler dışında 1990’larda giÅŸe baÅŸarısından söz etmek mümkün deÄŸildir. Hollywood, ABD’de vizyona soktuÄŸu filmi aynı zamanda Türkiye’de de göstermeye baÅŸladı. 90’lar öncesinde yabancı bir film, ülkemizde bir, iki yıl sonra gösterime girebiliyordu. Hollywood belasına karşı Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Memduh Ün, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Zeki Ökten ve Orhan OÄŸuz, 1995 yılında Sinema Vakfı’nı kurarak, sinemanın canlandırılması için harekete geçtiler.

Yeni bir sürece, kendini geliÅŸtirme, dönüştürme ve çeÅŸitlendirme sürecine giren Türkiye sinemasınnda, 1990’ların ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında da fark vardır, aslında iki ayrı bölüm olarak düşünmek gerek. İlk yarı bariz bunalımlı, yönetmenlerin hayli kiÅŸisel ve iç dünyalarını resmetmeyi denedikleri 80’lerden tam olarak kurtulamamıştı, ikinci yarı ise giÅŸe hedefi ve sanat ürünlerinin çeÅŸitliliÄŸi ile daha bereketli geçti. Varoluşçuluk, Tarkovski, Kafka, klasik edebiyat, Yer altı edebiyatı, marjinallik, deneysel çalışma, simgesel anlatım, artık aklınıza gelebilecek her yoldan her ÅŸekilde eserler üretildi. Lakin memleket sineması diyebileceÄŸimiz bir akım yaratılamadı. Yerelden evrensele giden yol açılamadı, kurallar esnetildi ama ezber bozulamadı. Düşünün, bugün sinema hala bir sektör deÄŸil bu ülkede, dizilerin uzantısı olan, belki sektör aday adayı… Kitle iletiÅŸim araçları çoÄŸaldı, PR çalışmaları arttı ancak kaliteli yapıtların oranı çok ama çok düşük kaldı. İşte yüzde 80’i yazın çekilen filmlerle festival festival geziyoruz, ödüllere seviniyor, günü ve giÅŸeyi kurtarmaya çalışıyoruz.

YeÅŸilçam’ın etkisinden çıkmak, batı tekniklerini yurdun gerçeÄŸine yedirmek, Yeni Türkiye Sineması için harekete geçmek. İşte 90’lar sinemasını önemli kılan ÅŸey buydu. Sanat filmleri ve popüler filmler olarak yol ikiye ayrılacaktı ancak, zaten toplamda yakalanan baÅŸarı, ülke sinemasının hanesine yazılacağı için bunda sorun yoktu. Teori, pratikle pek örtüşmez, 2000’lerde problemler çoÄŸaldı, kaliteli filmlerin sayısı azalırken üretim ise giderek arttı. Dizi estetiÄŸiyle çekilen filmler, öğrenci ödevi nden hallice yapımlar, seyirciyi TV karşısından alıp, beyazperdenin önüne konuÅŸlandıramadı.

Neyse… 90’lar filmlerine geri dönelim ve seçtiÄŸimiz filmleri sıralayalım; Yengeç Sepeti, Kahpe Bizans, Amerikalı, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, Berlin in Berlin, Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri, Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Suyun Öte Yanı, Gizli Yüz, Karartma Geceleri, Usta Beni Öldürseni, Tatar Ramazan. İskilipli Atıf Hoca, Mum Kokulu Kadınlar, Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Laleli’de Bir Azize, Üçüncü Sayfa, Salkım Hanım’ın Taneleri, Kız Kulesi Aşıkları, Lola Bilidikid, Karışık Pizza, Manisa Tarzanı, Åžahmaran, AÅŸk Ölümden SoÄŸuktur, Babam Askerde, Bir Kadının Anatomisi, Bir ErkeÄŸin Anatomisi, Leoparın KuyruÄŸu, Sen De Gitme, Minyeli Abdullah, Propaganda, Güle Güle…

Gelelim, dünyaya… 1990’lar da Hollywood’un krallığıyla geçer ancak bu kez yeni bir rakip vardır karşısında… Bağımsız Amerikan Sineması, büyüyen, serpilen ve etkileyen bir güce dönüşmüştür. Avrupa ise Amerikan iÅŸi aksiyonun büyüsünden kurtulamamıştır, özgün filmler vardır ama sayısı azdır. UzakdoÄŸu’da ise güzel bir doÄŸum gerçekleÅŸmiÅŸtir, 2000’lerde imza atabilmek için…

Åžimdi hangi filmden baÅŸlayalım o denli çoklar ki… Sıkı Dostlar, Makas Eller, VahÅŸi Duygular, Kurtlarla Dans, Kuzuların SessizliÄŸi, Terminatör 2, Güzel ve Çirkin, Delicatessen, Balıkçı Kral, Barton Fink, JFK. Bitti mi? Bitmez! Rezervuar Köpekleri, Affedilmeyen, Glengarry Glen Ross, AÄŸlatan Oyun, Chaplin, Malcolm X, Acı Ay, El Mariacci, Schindler’in Listesi, Gerçek Romantik, Bugün Aslında Dündü, Piyano, Carlito’nun Yolu, Arizona Rüyası, Stalingrad, Naked, Babam İçin.

Liste uzun… Daha Esaretin Bedeli, Pulp Fiction, Leon, Forrest Gump, Aslan Kral, Clerks, Karga, Ed Wood, Gün DoÄŸmadan, Cesur Yürek, OlaÄŸan Şüpheliler, Büyük HesaplaÅŸma, Casino, 12 Maymun, Toy Story, Nefret, Trainspotting, Fargo var.

Soluk aldıysanız devam edelim; Can Dostum, Los Angeles Sırları, Hayat Güzeldir, Boogie Nights, Prenses Mononoke, Büyük Lebowski, Er Ryan’ı Kurtarmak, İnce Kırmızı Hat, American History X, Karanlık Åžehir, Truman Åžov, AteÅŸten Kalbe Akıldan Dumana, Rushmore, Pi, Dövüş Kulübü, Amerikan Güzeli, YeÅŸil Yol, Magnolia, 6. His…

Avrupa’dan Üç Renk, yani Mavi, Beyaz ve Kırmızı nasıl unutulur? Sonra Yıldız SavaÅŸları serisi yıllar sonra 90’larda tekrar baÅŸladı. Seri demiÅŸken; GeleceÄŸe Dönüş, Zor Ölüm, Baba, Yaratık, Robocop, James Bond, Rocky ise geçmiÅŸten 90’la taşındı. Ve Blair Cadısı, 90’ları kapatan bu fenomen, üç kuruÅŸu milyonlarca dolara katlayan bir tanıtım mucizesi gibiydi. Sayesinde korku-gerilim türünde bir devrim yaÅŸandı ve sallanan el kameraları ile çekilir oldu pek çok film…

Ses getiren filmler bitecek gibi deÄŸil. Hayalet, Evde Tek Başına, Özel Bir Kadın, Korku Burnu, Temel İçgüdü, Jurassic Park, Gerçek Yalanlar, Katil DoÄŸanlar, Salak ile Avanak, Titanik, Siyah Giyen Adamlar, Oyun, BeÅŸinci Element, Åžeytanın Avukatı, Kadın Kokusu… Bu filmlerin bazıları müthiÅŸ yapıtlar deÄŸil elbette, ancak bugün hala üstüne konuÅŸuyorsak, belleÄŸimizde yer etmiÅŸler demektir. Misal Titanik tüm zamanların en büyük giÅŸe rekorunu kırdı ve tüm dünyada 1 milyar dolar barajını aÅŸan ilk film oldu. Ta ki yönetmeni James Cameron, Avatar’ı çekene dek. Temel İçgüdü ve Özel Bir Kadın, 7. sanat adına belki bir ederleri yoktu ama kült filmlere dönüşmeyi baÅŸardılar.

Artık listemize aÅŸağıda saydığım yapıtlarla bir son verelim, çünkü aklımıza ve gönlümüze yer etmiÅŸ 90’lara dair filmler o kadar fazla ki, yerimiz ise dar, nokta koymazsak sığdıramayacağız. Evet, son olarak; Çalınmış Güzellik, Kaya, Görevimiz Tehlike, İngiliz Hasta, Çığlık, Donnie Brasco, Jackie Brown, Aç Gözünü, Funny Games, Benden Bu Kadar, Küp, Lolita, Kayıp Otoban, Yalancı Yalancı, Yüz Yüze, Sefiller, Mesajınız Var, Ronin, Gözleri Tamamen Kapalı, John Malkovich Olmak, AÅŸk Engel Tanımaz, Erkekler AÄŸlamaz, Amerikan Pastası, Åžehrin Azizleri.