Etiket arşivi: pandora’nın kutusu

Araf; reality show memleketine dair!

ALPER TURGUT

“Gözetleme Kulesi”, “AteÅŸin Düştüğü Yer”, “Araf”… Adana Altın Koza Film Festivali’nin yarışma bölümünde seyrettiÄŸim bu üç yerli iÅŸi film, istenilmeyen gebelikler ve bebeklere dair… DoÄŸum, düşük, ölüm… Belki hepsinin resmetmeye çabaladıkları, konusu, yolu birbirinden farklı ancak akla gelen ilk ÅŸey hep aynı; kürtaj… Yanlış anlaşılmasın, kürtaj, adını andığım bu yapımlarda yok, lakin bazı durumlarda doÄŸum denen seçenek, taşıdığın yük’ten ağır olabiliyor, ne yazık ki… Evet, bugün hala tartıştığımız istenilmeyen bebekler mevzusunu, kurguyla anlatmaya çalışmak, bu memlekette güncel tutmak çok önemli, beyazperdeyle buluÅŸturulan bu iÅŸler, inanın pek deÄŸerli…

Altın Koza’nın ardından Gözetleme Kulesi, AteÅŸin Düştüğü Yer ve diÄŸer filmlerle ilgili izlenimlerimi aktarırım, ama önce bugün gösterime giren Araf’ı anlatmayı deneyelim. Hah! unutmadan, Altın Koza’dan bir kez daha emin oldum, Flash TV kafasını yaÅŸayan hikayeler, üçüncü sayfa haberleri tipi mevzular, yeni memleket sinemasının yol haritası olmuÅŸ, belaya davetiye çıkaran gündelik yaÅŸamı hayli gerçekçi resmetmek, filmlerimize reality show tadı vermeye baÅŸlamış, bu haliyle belgeselvari ve deneysel çalışmalar, sinema denen o güzelim kurmacadan, müthiÅŸ olay örgüsünden, merak unsurundan, derinlikten uzaklaÅŸtırmış, resmen savurmuÅŸ. 7. sanat sinema, içinde her türlü sanatı barındırabilir, malumunuz. Ancak salt teknik, görsellik ve müzik deÄŸildir, sinemayı sinema yapan, tutkudur ve elbette ruhtur. Sen bunları savsaklarsan, sesi, görseli güçlü, TV estetiÄŸine yakın, inandıran ama bana, bize bir ÅŸey kazandırmayan bir ÅŸey yaratmış olursun, akılda kalan, sarsan, evrenseli yakalayan ve iÅŸte bu sinemadır diyeceÄŸimiz filmler çekilsin istiyorum artık, yoksa açarım televizyonu, belgeselden belgese zaplar dururum, gazeteleri açar, önce spor sayfasını ardından magazini ve en nihayetinde üçüncü sayfa haberlerini okurum. Peki, hani sinema nerede?

Yukarıda karaladıklarım genellemedir, yönetmenlerimiz eleÅŸtirilmeye gelemiyor, alınganlık mevzusunda üstlerine yok. Alınmayın arkadaÅŸlar, bu bir durum tespitidir. Üstelik, salt benim penceremden…

Araf’ı anlatacağım derken nerelere gelmiÅŸim, toparlayayım. Evet, Araf’ta bile kalsan, çoÄŸunluktan yana saf tutmak zorundasın, yani onlardan yana taraf olmazsan, bertaraf ederler, ötesi yok! Öncelikle YeÅŸim UstaoÄŸlu’nun bir önceki filmi Pandora’nın Kutusu’nu daha çok sevmiÅŸtim, bu Araf’ı beÄŸenmediÄŸim anlamına gelmesin, oyuncularıyla, konusuyla, finali bir ülke gerçeÄŸine baÄŸlamasıyla, bu iyi bir film. Üstelik Özcan Deniz ve Yalçın Çakır’a raÄŸmen… Hadi Yalçın Çakır, belki rolü kısa ama yine de kendisini oynamış, ya Özcan Deniz? Rakibinin Charlie Chaplin olduÄŸunu söyleyen, yeni filmiyle Kubrick’e gönderme yaptığını dile getiren Özcan Deniz’i oynatmanın amacı nedir? İki replik dışında, susarak oynayan baÅŸka bir oyuncu bulunamaz mıydı, dert, giÅŸe midir? Bu soruların yanıtlarını ben bulamadım, lakin Özcan Deniz’in fazlaca konuÅŸturulmaması isabet olmuÅŸ, filmin dengesi altüst olurdu, neme lazım.

Bir kentten diÄŸer kente yolculuk yapıyorsunuz, mola yerinde durdunuz, otobüs, kamyon, araba, artık her neyse… İhtiyaç giderdiniz, sonra da yola devam ettiniz. İşte o mola alanında çalışan insanlara hiç dikkatli baktınız mı? Senin mola yerin, onun arafı, çıkışsızlık duygusu, taÅŸradan kurtulma arzusu, baÅŸka aklınıza ne gelirse… Karabük’te mutlu olanlar da var, mutsuz olanlar da, biri zengin olmak ister, diÄŸeri yeni bir hayat arzular, bir baÅŸkası dünyayı gezmeyi düşler… Bizim mutfak çalışanı Zehra’nın öyküsü bu, bir yanda ‘apaçi’, ’emo’ diye tabir edilen (sanırım ikisinin karışımı) akranı Olgun var, delikanlı, iyi yürekli bir delikanlı… Öte yanda kamyoncu Mahur var, yetiÅŸkin, sessiz ve Olgun’dan daha karizmatik, elbette görece…

Zehra’nın feleÄŸin çemberinden geçmiÅŸ iÅŸ arkadaşı Derya’ya takılır ve hayatı deÄŸiÅŸmeye baÅŸlar, Mahur ile yakınlaşır, Olgun’u da ihmal etmez, ona git demez. Ortada aÅŸk yoktur, taÅŸradan kurtulma isteÄŸi vardır, kamyoncu ne güne duruyor, sütü seven kamyoncu gibi masum da deÄŸil bu Mahur, Selvi Boylum Al Yazmalım’daki İlyas gibi aşık ve tutkun hiç deÄŸil. Zehra’yı elde edene dek, çok dakik, sonrasında ara ki bulasın. SeviÅŸmek ise hayli güzel, üstelik heyecanlı da gelenek görenekten saklanarak… Aile baskısı, mahalle baskısı yok, kenarda köşede her ÅŸey tıkırında… Ancak gebe kalmak, güzel günleri götürür, fırtınayı getirir. Åžimdi salt iliÅŸkini deÄŸil, kendini de saklamak zorundasın, yüklüsün, göbek ve bebek büyüyor, Mahur desen basmış gaza, vurmuÅŸ kendini yola, arkasına bile bakmayarak… Kamyoncu da bizlerden biri, mola yerine uÄŸrayanlardan hani… O gidecek, ya kalanlar? Olgun, Zehra ve hatta Derya, Karabük daha da küçülmeyecek mi? Sorular, sorular, sorular…

Neyse… Sonra Zehra bebeÄŸini düşürür, sert ve tokat gibi sahne bu, kanlı ve hüzünlü… Her erkek, bunu izlemeli, gözlerini kaçırmadan seyretmeli… Hani kısacık bir zevk uÄŸruna, bir kadının yaÅŸadığı depremi görmesi için, penisini bir bedene yaklaÅŸtırırken ötesini de düşünmesi için… Hayat denen ÅŸey, bazen güzel bir rüya gibidir, bazen de kabus… Durum budur!

Son olarak, Neslihan Atagül’e bir iki çift laf edelim, son dönemlerde gördüğüm en eÅŸÅŸis performans bu, müthiÅŸ oynamış, bir an bile karakterinden sıyrılmamış, onu ne güzel taşımış, hep böyle devam etsin.