Etiket arşivi: Özcan Alper

İnsan, haklarıyla insandır

31. İstanbul Film Festivali’nin, insan haklarına dair bilinç ve duyarlılığı beyazperdeyle buluÅŸturmayı amaç edinen “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde, tam 10 film, Avrupa Konseyi ve Eurimages iÅŸbirliÄŸiyle verilen Avrupa Konseyi Sinema Ödülü (FACE) için yarışacak. Jüri baÅŸkanlığını geçen yıl “YokmuÅŸum Gibi” (As If I’m not There) filmiyle bu ödülü kazanan yönetmen Juanita Wilson üstlendiÄŸi yarışmada, biri belgesel diÄŸeri kurmaca iki de yerli iÅŸi film de var.

Ruhi KaradaÄŸ’ın 1996 ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eyleminde sakat kalan eski siyasi mahkumlarla çektiÄŸi belgesel “Simurg”u Adana Altın Koza’da seyretmiÅŸ ve eksiklerine ve anlaşılma zorluÄŸuna karşın çok çarpıcı bulmuÅŸtuk. Ankara Film Festivali’nde birkaç gün önce Ruhi KaradaÄŸ ile filmi üzerine konuÅŸtuk. Yeniden elden geçireceÄŸini ve kusurlarını düzelteceÄŸini söyledi. Güzel haber, tekrar izlemek isterim.

Yine ilk kez Altın Koza’da ardından da Malatya’da yarışan Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer” filmi, vizyona da girmiÅŸti. 30’dan fazla ödül kazanan “Sonbahar” gibi müthiÅŸ bir ilk filmin ardından gelen Gelecek Uzun Sürer’i kendi adıma beÄŸenmemiÅŸtim. Bir film süresine hem Ermeni hem de Kürt meselesini sığdırmaya çalışması, olmamışlık hissini görünür kılmıştı.

İnsan hakları yarışmasının ödül için en ÅŸanslı üç adayı ise Hoşça Kal”, “Crulic-Öteki Tarafa Yolculuk” ve “Roza”, kesinlikle…

“İran hükümetine karşı suçlar” işleidği gerekçesiyle meslektaşı Cafer Panahi ile birlikte yargılanan ve filminin Cannes prömiyerine gitmesine izin verilmeyen yönetmen Muhammed Rasulof’un kendi öyküsüyle benzerlik taşıyan yeni filmi Hoşça Kal, Tahran’da yaşayan ve ülkeden ayrılmak için vize aramakta olan genç bir avukatın hikâyesini anlatıyor. Mutlaka izlenmeli.

Anca Damian’ın çektiÄŸi ödüllü uzun metrajlı canlandırma belgesel Crulic – Öteki Tarafa Yolculuk, Polonya’da bir cezaevinde açlık grevi sırasında ölen 33 yaşındaki Romanyalı Claudiu Crulic’in gerçek hikâyesini resmediyor.

Polonyalı Wojciech Smarzowski’nin yönettiÄŸi Roza, savaÅŸta en çok acı çekenlerin askerler deÄŸil siviller, erkekler deÄŸil kadınlar olduÄŸu gerçeÄŸini dillendiren bir yapıt. Sovyet askerleri tarafından defalarca tecavüze uÄŸrayıp fahiÅŸelik yapmaya zorlanan Mazuryalı dul Roza’nın öyküsü, savaÅŸ adlı büyük yıkımın ertesinde yara sarmak isteyen koruyucu bir aÅŸk ile birlikte ilerliyor.

“Rahim” ve “Samanyolu” filmleri ile hatırlanan yönetmen Bence Fliegauf’un, son eseri “Sadece Rüzgar”, Macaristan’daki bir köyde Roman ailelerin öldürülmesini konu alıyor. Sadece Rüzgar, Berlin Film Festivali’nde Büyük Jüri, Uluslararası Af Örgütü ile Barış ödüllerini kazanmıştı.

Fransız yönetmen Vincent Garenq, “Yargısız” filminde yakın tarihin en önemli adaletsizliklerinden Outreau davasını ve hayatı acımasızca mahvedilen Alain Marécaux ile karısının gerçek hikâyesini beyazperdeye taşıyor. Aile babası Marécaux ve karısı 2001’de, küçük bir Fransız köyü olan Outreau’da 12 kiÅŸiyle birlikte, çocuklara karşı cinsel istismar suçlamalarıyla tutuklanırlar. Ancak onlar masumdurlar. O suçsuzluÄŸunu haykırır ancak hukuksuzluk karşısında çaresizdir.

İtalya’nın Osar adayı Memleket’i, Emanuele Crialese yönetti. Göç sorunun yakıcılığını iÅŸleyen film, batan bir gemiden kurtarılan Etiyopyalı bir anne ve yavrusuna, balıkçı ailesinin sahip çıkmasını anlatıyor.

Fransa-Fas ortak yapımı ve Fas’ın Oscar adayı “Ömer Beni Öldürmek”, bir yoksul göçmenin iÅŸlemediÄŸi bir suç yüzünden, müebbet hapis cezası almasından yola çıkıyor.

Benito Zambrano’nun çektiÄŸi “Uyuyan Ses”, İspanya’da diktatör Franco’nun, iç savaşın ardından hakimiyeti ele geçirmesini ve bir kadın hapishanesinde direnişçilere uyguladığı zulmü iÅŸliyor.

Sonbahar’dan sonra Kış

 “Gelecek Uzun Sürer” hakkında ne anlatabilirim inanın bilmiyorum. Yazmayayım dedim, es geçeyim, görmeyeyim, unutayım istedim. Rahat bırakmadılar, çokça soran oldu, niye yazmıyorsun diyen oldu. Peki, kısa ve öz anlatalım. Evet, “Sonbahar”ı çok sevmiştim, çünkü son yıllarda çekilen en iyi ilk film oydu, sarsıcı, çarpıcı, üzgün ve düzgün bir yapım idi. Ya Gelecek Uzun Sürer?

Öncelikle filmin en büyük problemi karmaÅŸa ve devamında geliÅŸen odaklanma sorunu, bu akıcılığı engellediÄŸi gibi, üzgünüm yaratıcılığı da öldürüyor. Sonbahar, basit, anlaşılır, tutkulu ve duygulu idi. Gelecek Uzun Sürer ise memleketin tüm siyasi sorunlarını anlaşılmaz bir tarz ile anlatmaya soyunuyor. YoÄŸun emek verildiÄŸi belli lakin bir filmlik sürede yüz yıllık meseleleri beyazperdeye yansıtamazsın, Kürt sorununun üstüne Ermeni sorununu da eklersen inandırıcılık eksenini de yitirirsin, haliyle ipin ucunu da kaçırırsın.  Sonbahar’dan sonra Kış yazısına devam et

Gülelim ağlanacak halimize!

 

ALPER TURGUT

Adana Büyükşehir Belediyesi 18. Uluslararası ‘Altın Koza’ Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda sekizi ilk film olmak üzere, tam 14 film yarıştı.

Serkan Acar’ın “Aşk ve Devrim”, Ali Özgentürk’ün “Beni Sev”, Onur Ünlü’nün “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”, Cemil Ağacıkoğlu’nun “Eylül”, Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer”, Erdoğan Kar’ın “Kadife”, Tolga Örnek’in “Kaybedenler Kulübü”, Caner Erzincan’ın “Mar”, İsa Yıldız ve Murat Onbul’un “Memleket Meselesi”, A. Haluk Ünal’ın “Saklı Hayatlar”, Ruhi Karadağ’ın “Simurg”, Burak Cem Arlıel’in “Türk Pasaportu”, Mustafa Nuri’nin “Vücut” ve Muzaffer Özdemir’in “Yurt” isimli filmleri, seyirciyle, eleştirmenlerle ve elbette jüriyle buluştu.

Yarışmacılardan Türk Pasaportu ve Simurg, belgesel idi, Memleket Meselesi, Kaybedenler Kulübü ve Saklı Hayatlar ise daha önce gösterime girmiş filmlerdi. Öncelikle vizyona giren, televizyonda gösterilen ve DVD’ye basılan yapımların yarışma kapmasına alınmasında herhangi bir mantık yok. Yarışa hükmen yenik başlamak gibi bir şey bu, merak uyandırmıyor öncelikle ve yenilere haksızlık olacak diye düşünür her jüri, ister istemez. Kurmaca filmlerin arasında belgesellerin yarışması da bir başka yanlış, elmalarla armutlar birlikte toplanmaz. Belgeselleri ayrı bir kategoride değerlendirmek gerek. Neyse ki; Adanalı sinemaseverler, Simurg’a hakkını teslim etmesini bildiler, hem fiziksel hem de zihinsel bir sakatlanmayla sonuçlanan büyük bir bedel ödeyen eski ölüm orucu eylemcilerini, izleyici ödülüyle onurlandırdılar.

Altın Koza’yı Altın Portakal’dan ayıran ve eşitlik aşkına üzerinde çalışmaları gereken biricik şey, yarışma filmlerinin, farklı ve birbirlerinden uzak sinemalarda gösterilmesidir. Filmlerin bazıları büyük perdede, yeni ve güzel salonlarda, bazıları da küçük perdede, köhne ve sıkışık salonlarda yarıştı. Bu hem seyirciye hem de film ekiplerine yapılmış bir haksızlıktır. Devamında 14 yarışma filminin 4 güne sıkıştırılması, aynı saatlerde farklı yerlerde yarışma filmlerinin gösterilmesi de bir başka sorun. Özetle; Sinemaseverler, yabancı yapımlara, kısa filmlere ve belgesellere bu yoğunlukta nasıl vakit ayıracak? Mümkün değil! Adanalı hemşerilerim, Altın Koza’yı giderek büyütüyor ve cazibe merkezine dönüştürüyor, sinema müzesi, sinema kongresi güzel hareketler, şimdi sırada yarışma filmlerinin gösterileceği bir sinema merkezini, Güney’in en bereketli kentine kazandırmak var, umarım tez zamanda bu gerçekleşir.

İkisi belgesel 11 yeni film ile büyük sükse yapan, yarışma tarihini de Haziran’dan Eylül’e alarak Türk Sineması’nın sezon açılışına dönüşen Altın Koza, yarışma filmlerinden bazılarının bütçesi kadar da ödül veriyor. Yeşilçam’ın eski kalelerinden Adana, sinemayı, sinema da Adana’yı seviyor, buraya kadar her şey çok güzel. Peki, festivalde boy gösteren sinemamız ne durumda? Yanıt yerine sinirden kahkaha atabilirim. Tamam, her yerde söylüyorum, ülke sinemasından bahsetmek için çok erken, bizim yerel, evrensel ile henüz buluşmuş değil. Tek tük yönetmen başarıları, bazı filmlerin nadir de olsa kalburüstü etiketini hak etmesi, bizlere bir katkı sağlamıyor. Emin olun. Üstelik bizim sinemamız, dizi film sektörünün bir uzantısı gibi. Yazlık sinemaları kapattık salt yazlık film çeker olduk. Kışın dizilerde öbekleşen yönetmenler, görüntü yönetmenleri, oyuncular ve senaristler, sınıfta çakmış ve yaz okuluna kalmış gibi, dizi muadili filmler yaratmaya çabalıyorlar, ağır olmayacaksa…

Bir hafta sonra Antalya Altın Portakal Film Festivali var, duyduklarımız gerçekse yandığımız resmidir. Altın Koza’dan umutluyduk, affedersiniz sıçtık. Altın Portakal’dan umudumuz bile yok, artık bez getiririz, bir zahmet. Ön jürinin önüne gelen ve seçilemeyen filmler nasıldı acep? Onları hayal etmekte bile güçlük çekiyorum, gerçekten…

Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi olmasaydı, bereketli topraklar çöle dönüşecekti, Ceylan’ın son filmi, sinemamızda adına bir vaha, bir heyecan, bir umut… Keşke yarışsa ve tüm ödüller ona gitseydi, bir kez daha keşke… Geri kalanlar nasıl? Demode var, müsamere var, yönetilmekten aciz olanlar var, senaryosu güdük olanlar, hatta senaryosu kabus olanlar var, tv filmlerine rahmet okutanlar var, karikatürize roller var, ödül almalarına pis pis sırıttığım ne naneler var. Erkek gözüyle yazılmış ve çekilmiş olanlar çok, kadın yok, yine yok. Minimal saplantısı, fotoğraf abanması, diyalog fukarası, metin zavallısı… Ne anlatayım sizlere, olmayan sinema sektörü tehlike zillerini çalıyor mu diyeyim, ego sorunu yaşayanlardan, rakiplerini suçlayanlardan mı bahsedeyim, umudumun kısa filmcilere kaldığını mı tekrarlayayım, Türkiye’de senaryo yazılamadığından mı dem vurayım, senaryosuz bir filmin omurgasız olacağını, felç kalacağını mı haykırayım. Hem bazı jüri üyeleri hem de değerlendirmeye alacakları oyuncular aynı menajerlik şirketinden, sizlere böyle alengirli dedikodular mı vereyim, sonra jüriyle tanış yapımcılar var ama haksızlık yok, bunu mu dillendireyim.

Kişisel görüşümdür, jürinin olduğu yerde adalet olmaz. Atıyorum sekiz kişinin verdiği karar, bir başka sekiz kişinin kararıyla örtüşmez bile. Hem bir yandan jüri ne yapsın diye düşünüyorum, iyi filmler arasından film, performans vs. vs. seçmek kolay, kötüler arasından seçmek ise zordur. Bu festivalde çok iyiler ve iyiler yoktu, kötüler, kötünün iyisi ve eh işteler vardı. Kimse çok sevinmesin ve kimse hakkımız yenildi diye üzülmesin. Asıl kahrolacak, kahrolunacak şey ıskalanır o vakit. En iyi yönetmen ödülü alan film, bir faciaydı misal, oyuncu performanslarının tümü Bir Zamanlar Anadolu’da susarak oynayan Fırat Tanış’ın yakınından bile geçmezdi. Düşünsenize en iyi senaryo ve en iyi film ödülü, absürt bir filme veriliyor, işte sinemamız adına kara mizah, tam olarak budur.

CineDergi 42. sayısında yayımlanmıştır.

BeÅŸkardeÅŸin beÅŸi bir deÄŸil!

 

ALPER TURGUT

 

“Kars Öyküleri”… BeÅŸibiryerde Sinema imiÅŸ, valla ben bunu söyleyenlerin yalancısıyım, beÅŸ parçadan oluÅŸan bu ‘tamamlanamamış’ filmi, geçtiÄŸimiz Mart ayında Ankara Film Festivali’nde izlediÄŸimi bile unutmuÅŸum, oysa. Hatta İstanbul’da yapılacak olan özel gösterimine gitmeyi düşünüyordum, son anda hatırladım. Anlayacağınız Kars Öyküleri’nin gösterime girmesi, benim açımdan büyük bir sürpriz oldu, herhangi bir umudum da yoktu, açıkçası. Unutmadan, 30 Eylül’de İstanbul’da gösterime giren Kars Öyküleri, 14 Ekim’de de Ankara’da sinemaseverlerle buluÅŸacak.

 

Yapımcılığını Gezici Film’in üstlendiği, ikisi kışa, diğerleri bahara dair bu beş kısa öyküyü, Kars doğumlu olmayan beş yönetmen çekti. Bu kısa filmler sırasıyla; Özcan Alper’den “Moto Guzzi”, Zehra Derya Koç’tan “Kül”, Ülkü Oktay’dan “Zilo”, Ahu Öztürk’ten “Açık Yara” ve Emre Akay’dan “Küçük Bir Hakikat”… Bu öykülerden kimini kendimi zorlayarak beğenmeye çalıştım, kimini gerçekten sevemedim. Kotarılamamış bir deneme olarak kalmış aklımda. Kars güzel bir kent, ona yaraşır filmler de çekilir bir gün elbet.

 

Ankara Sinema DerneÄŸi ve eski Kars Belediye BaÅŸkanı Naif AlibeyoÄŸlu’nun giriÅŸimleriyle Gezici Festival kapsamında düzenlenen senaryo yarışması sonucu yüzden fazla senaryo arasından seçilen bu beÅŸ öykü, Kars’ta çekildi (görüntü yönetmeni Özgür Eken, kurgucu Çiçek Kahraman ve UlaÅŸ Cihan ÅžimÅŸek, ses mühendisi İsmail KaradaÅŸ ve sanat yönetmeni Natali Yeres’in katkılarıyla) ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiÄŸi yapım sonrası desteÄŸiyle tamamlanabildi. Ötesinde 78 dakikalık bu film, 30’un üzerinde ulusal ve uluslararası festivale katıldı.

 

Bu beşgen filmde belli başlı rolleri Ayda Aksel, Bennu Yıldırımlar, Meral Çetinkaya, Ozan Bilen, Şebnem Köstem, İskender Bağcılar, Erol Babaoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan, Necmettin Çobanoğlu, Ruhi Sarı, Müge Ulusoy, Begüm Birgören, Rıza Akın, Rıza Sönmez, Derya Durmaz, Birsu Demir, Berna Adıgüzel, Turgay Tanülkü, Alican Tamet ve Demet Tarım üstlendi.

 

Özetle; siyasetten komediye, dramdan hicve ne ararsan var, abartı, esinlenme, meramını anlatamamak da… Ben daha özgün öyküleri seviyorum, belki sizler beğenirsiniz, bunu bilemem, bunu anlayabilmek için sinema salonları ne güne duruyor. Ancak kesin bir şey daha var, en iyi öykü, uzak ara Açık Yara, tereddütsüz. Üniversiteli delikanlının köyünü ziyaret etmesi ve kökenine doğru yaptığı keşif, izlenesi… Özcan Alper’in Moto Guzzi’sini hoşuma gitti lakin 12 yaşındaki Digorlu Yusuf’un Leyla’ya olan aşkı öyle akılda kalıcı, etkileyici bir hikâye değil, ne yazık ki… Kül’ü, Nazlı’nın annesinin ölümüyle çocukluğunun geçtiği eve dönüşünü anlatan öyküyü çok fazla zorlama ve gereksiz buldum. Zilo, yedi yaşındaki kız çocuğunun civciviyle kurduğu dostluğa dair matrak bir öykü. Zilo karakterinin abartılı hali, gülünç ama sevimli, bir de film başarılı olsa, tadından da yenmezmiş. Son öykü; Küçük Bir Hakikat başladı ve ben, Jean-Pierre Jeunet çekti sandım filmi, değişik, tuhaf, ilginç.

Cine DergiÂ