Etiket arşivi: OlaÄŸan Şüpheliler

Taraf olan, ‘makul’ olamaz!

 

 

 

Alper TURGUT

 

Klişe bir ifadeyle, ‘Olağan Şüpheliler’ devrine yine dönüyoruz, canım memlekette… Avrupa tipi ‘Somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’, Amerikan işi ‘makul şüphe’ ile yer değiştirmek üzere… Güzelim ileri demokrasimiz, nedense hep geriye gidiyor. Adana’da biz buna ‘anarya’ deriz, yani ‘geri vites’…Ülkemizin en karanlık çağına, 1990’lara dönme kararlığı, canımızı sıkıyor, unutmak istediğimiz anılar sökün ediyor, koptu geliyor. Yeni Türkiye, korku toplumunun yeniden inşası demekti, bunu gördük, hissettik, tepki gösterdik, lakin meramımızı anlatamadık. Gözaltında kayıplar, işkenceler, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, suikastlar ikliminde, gazetecilik yapmaya çalıştım, iyi bilirim makul şüpheyi, iyi bilirim ötekileştirme öykülerini, mutsuzluğun resmini, iyi bilirim, gencecik ölümlere, avuçları patlayıncaya dek alkış tutanları… Taraf olan, makul olmaz, olamaz, derdimiz ve meselemiz bu, ama yüreklerin kulakları sağır, dinletemedik.

 

Potansiyel şüpheliler dönemine dair; ne çok gerçek yaşanmışlıklar var, misal haki gömleğim, postallarım yüzünden, kaç kez polis tarafından çevrildim saymadım. Duvara dayanma, aranma, GBT (genel bilgi toplama) manyağı olma, biricik ülke gerçeği gibiydi, itiraz etmek nafileydi. Ha! Ediyorduk elbette, sonrası itiş kakış, bağırış çağırış… Yıllarca meydanlarda, gösteriyi takip edeyim, aman gözaltına alınmayayım, haberi gazeteye yetiştireyim derken, resmi cop, tekme, yumruk, gelip beni buluyordu. Mıknatıs gibi çekiyordum, namerdim, bir gün dayanamadım, yeter ulan, yeter dedim, derdiniz ne benimle? Tabi anında ortalık karışıverdi. Polis şefi, bir yandan beni sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da, kızıl atkın arkadaş, kızıl atkın yüzünden diyordu. Polis mi bunlar, yoksa boğa mı, sadece kırmızının peşine düşsünler dedim, izbandut gibi bir sivil aynasız, eksik dişlerini göstere göstere güldü, gominist rengi bu, bizimkiler dayanamaz! Tek kırmızı mı, ne gezer? Polisler o vakitler, mavi ve lacivert ağırlıklı giyinmiyorlar, resmi kıyafetleri yeşil tonunda, gelmişler benim yeşilime kafayı takmışlar, makul şüpheli renkler aşkına!

 

Benim saçlar, 90’ların ilk yarısında uzun, fazla dalgalı olduğu için, atkuyruğu da yapıyorum, eylemlerde, çekiştiriyorlar, şüpheli saçımı, bari kökü bende kalsın diyorum, kusura bakma, elim değmiş diyor, pişkin pişkin. Neyse, bakımı da zor meretin diyorum ve bir gün saçımı kestiriyorum, ertesi günü hiç unutamam. Sultanahmet Meydanı’ndaki bir banka oturmuş, eylem saatini bekliyorum, terörle mücadele şubesinin bildik sesler çıkartan, zırhlı, yazın kapılarını açarak gezdikleri üç Toros’u, tam önüme park etti. İndiler arabalarından, yanıma geldiler, 10 tane sarkık bıyıklı sivil polis, hayırdır, eylemci bulamadınız, beni mi almaya geldiniz dedim, yok, dediler, ıkına sıkına ağızlarında bir şeyler gevelediler. Anlatsanıza meramınızı dedim, sizin hayırlı bir şey söyleyeceğiniz yok, ama yine de söyleyin. En kıdemlisi nihayet konuştu; saçların çok güzel olmuş, kısa saç sana çok yakışmış. Gülmekten, banktan düşüyordum. Öyle işte…

 

O denli çok örnek var ki, yazmaya yerimiz yetmez, takım elbiseli ile spor giyineni bile sınıflandıran, insanları doğdukları kente göre ayıran, kuşkulu şahıs diye, göz kararı adam alan bir memleket burası, asker beresi ile polis kasketi arasında da, pek bir fark yok aslında… Ya cuntanın zalimliği, ya da polis devletinin gaddarlığı, seçeneklerimiz yalnızca bunlar, hepimize dayatılan bu, kendi insanına layık gördüğü bu, tam olarak bu… Ötesinde devletin resmi zulmü, otorite sevdalısı, despotizm yanlısı sivillerle ne de güzel kaynaşıyor. İşte bu yüzden, demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik, hep kavram olarak kalıyor, hayat bulamıyor. Her iktidar, paranoyaktır, koltuğunu kaybetmekten, gücünü yitirmekten ölesiye korkar. Düşman yoksa, düşman yaratır, şaibe yoksa, şaibeli üretir, Elbette, ürken çekinen, boyun eğen, tepki vermeyen bir toplum ister. İtiraz eden, tepki koyan, dik duran mı var, hemen özgürlük ve yaşam alanlarını daraltır, TOMA’ların sayısını artırır, şiddetini çoğaltır, insanı doğduğuna doğacağına pişman etmeye çalışır. Evet, devlet ve devletin resmi gücü, suçluyu değil, makul şüpheliyi suçlayacak artık, zaten onların her zaman bir adı vardı, azınlıklar, öğrenciler, devrimciler, muhalifler, vesaire vesaire…

 

19 Ekim 2014 / Evrensel

Yerli ve yabancı, yaÅŸasın 90’lar sineması!

ALPER TURGUT

90’lar sineması, kesinlikle senaryonun gücünün ulaÅŸtığı son zirvedir. Ve ardından ne yazık ki; önlenemeyen büyük bir düşüş baÅŸlamıştır. Evet, 2000’lerde, metin öldü, görsel öne çıktı. Tekrar çekilen filmler, seriye dönüşen ucuz yapımlar, üç boyutlu efekt katkılı şölenler, 90’ların hemen ardından yaÅŸam alanı buldu. İşte gerek memleketimizde olsun, gerek ise tüm dünyada, beyazperdenin ve devamında elbette bizlerin en mutlu olduÄŸu yıllar, 90’lardır, hiç kuÅŸkusuz. Sinemalara koÅŸup, salonları doldurup öyle güzel, etkileyici ve akılda kalıcı filmler izledik ki, onların hatırına ÅŸimdi kötü filmlere bile daha rahat katlanabiliyoruz.

Türkiye’de, 1990 yılı başından 1999 senesi sonuna dek tam 503 uzun metraj kurgusal film (Bu sayının gerçeÄŸi yansıttığı söylenemez, aralarında gösterime giremeyen pek çok yapım var) çekildi. ÖrneÄŸin 1993’te 82 film çekilmiÅŸtir ancak gösterime giren sayısı sadece 11’dir. EÅŸkıya, Tabutta RövaÅŸata, Masumiyet, Ağır Roman, İstanbul Kanatlarımın Altında, Hamam, Her Åžey Çok Güzel Olacak, C-Blok, Piyano Piyano Bacaksız, Kaç Para Kaç, GüneÅŸe Yolculuk, Kasaba… 1980’lerin o bunaltan, psikoloji ve kadın sorunları üzerine yoÄŸunlaÅŸan darbe tesirli filmleri yerini, ÅŸimdi eski yeni kuÅŸak diyebileceÄŸimiz yönetmelerin (DerviÅŸ Zaim, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz) daha özgün ancak esinlenmekten hala vazgeçememiÅŸ yapıtlarına bıraktı. Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Orhan OÄŸuz gibi yönetmenler ise ustalık dönemine girmiÅŸlerdi artık. Tek tük örnekler dışında 1990’larda giÅŸe baÅŸarısından söz etmek mümkün deÄŸildir. Hollywood, ABD’de vizyona soktuÄŸu filmi aynı zamanda Türkiye’de de göstermeye baÅŸladı. 90’lar öncesinde yabancı bir film, ülkemizde bir, iki yıl sonra gösterime girebiliyordu. Hollywood belasına karşı Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Memduh Ün, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Zeki Ökten ve Orhan OÄŸuz, 1995 yılında Sinema Vakfı’nı kurarak, sinemanın canlandırılması için harekete geçtiler.

Yeni bir sürece, kendini geliÅŸtirme, dönüştürme ve çeÅŸitlendirme sürecine giren Türkiye sinemasınnda, 1990’ların ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında da fark vardır, aslında iki ayrı bölüm olarak düşünmek gerek. İlk yarı bariz bunalımlı, yönetmenlerin hayli kiÅŸisel ve iç dünyalarını resmetmeyi denedikleri 80’lerden tam olarak kurtulamamıştı, ikinci yarı ise giÅŸe hedefi ve sanat ürünlerinin çeÅŸitliliÄŸi ile daha bereketli geçti. Varoluşçuluk, Tarkovski, Kafka, klasik edebiyat, Yer altı edebiyatı, marjinallik, deneysel çalışma, simgesel anlatım, artık aklınıza gelebilecek her yoldan her ÅŸekilde eserler üretildi. Lakin memleket sineması diyebileceÄŸimiz bir akım yaratılamadı. Yerelden evrensele giden yol açılamadı, kurallar esnetildi ama ezber bozulamadı. Düşünün, bugün sinema hala bir sektör deÄŸil bu ülkede, dizilerin uzantısı olan, belki sektör aday adayı… Kitle iletiÅŸim araçları çoÄŸaldı, PR çalışmaları arttı ancak kaliteli yapıtların oranı çok ama çok düşük kaldı. İşte yüzde 80’i yazın çekilen filmlerle festival festival geziyoruz, ödüllere seviniyor, günü ve giÅŸeyi kurtarmaya çalışıyoruz.

YeÅŸilçam’ın etkisinden çıkmak, batı tekniklerini yurdun gerçeÄŸine yedirmek, Yeni Türkiye Sineması için harekete geçmek. İşte 90’lar sinemasını önemli kılan ÅŸey buydu. Sanat filmleri ve popüler filmler olarak yol ikiye ayrılacaktı ancak, zaten toplamda yakalanan baÅŸarı, ülke sinemasının hanesine yazılacağı için bunda sorun yoktu. Teori, pratikle pek örtüşmez, 2000’lerde problemler çoÄŸaldı, kaliteli filmlerin sayısı azalırken üretim ise giderek arttı. Dizi estetiÄŸiyle çekilen filmler, öğrenci ödevi nden hallice yapımlar, seyirciyi TV karşısından alıp, beyazperdenin önüne konuÅŸlandıramadı.

Neyse… 90’lar filmlerine geri dönelim ve seçtiÄŸimiz filmleri sıralayalım; Yengeç Sepeti, Kahpe Bizans, Amerikalı, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, Berlin in Berlin, Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri, Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Suyun Öte Yanı, Gizli Yüz, Karartma Geceleri, Usta Beni Öldürseni, Tatar Ramazan. İskilipli Atıf Hoca, Mum Kokulu Kadınlar, Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Laleli’de Bir Azize, Üçüncü Sayfa, Salkım Hanım’ın Taneleri, Kız Kulesi Aşıkları, Lola Bilidikid, Karışık Pizza, Manisa Tarzanı, Åžahmaran, AÅŸk Ölümden SoÄŸuktur, Babam Askerde, Bir Kadının Anatomisi, Bir ErkeÄŸin Anatomisi, Leoparın KuyruÄŸu, Sen De Gitme, Minyeli Abdullah, Propaganda, Güle Güle…

Gelelim, dünyaya… 1990’lar da Hollywood’un krallığıyla geçer ancak bu kez yeni bir rakip vardır karşısında… Bağımsız Amerikan Sineması, büyüyen, serpilen ve etkileyen bir güce dönüşmüştür. Avrupa ise Amerikan iÅŸi aksiyonun büyüsünden kurtulamamıştır, özgün filmler vardır ama sayısı azdır. UzakdoÄŸu’da ise güzel bir doÄŸum gerçekleÅŸmiÅŸtir, 2000’lerde imza atabilmek için…

Åžimdi hangi filmden baÅŸlayalım o denli çoklar ki… Sıkı Dostlar, Makas Eller, VahÅŸi Duygular, Kurtlarla Dans, Kuzuların SessizliÄŸi, Terminatör 2, Güzel ve Çirkin, Delicatessen, Balıkçı Kral, Barton Fink, JFK. Bitti mi? Bitmez! Rezervuar Köpekleri, Affedilmeyen, Glengarry Glen Ross, AÄŸlatan Oyun, Chaplin, Malcolm X, Acı Ay, El Mariacci, Schindler’in Listesi, Gerçek Romantik, Bugün Aslında Dündü, Piyano, Carlito’nun Yolu, Arizona Rüyası, Stalingrad, Naked, Babam İçin.

Liste uzun… Daha Esaretin Bedeli, Pulp Fiction, Leon, Forrest Gump, Aslan Kral, Clerks, Karga, Ed Wood, Gün DoÄŸmadan, Cesur Yürek, OlaÄŸan Şüpheliler, Büyük HesaplaÅŸma, Casino, 12 Maymun, Toy Story, Nefret, Trainspotting, Fargo var.

Soluk aldıysanız devam edelim; Can Dostum, Los Angeles Sırları, Hayat Güzeldir, Boogie Nights, Prenses Mononoke, Büyük Lebowski, Er Ryan’ı Kurtarmak, İnce Kırmızı Hat, American History X, Karanlık Åžehir, Truman Åžov, AteÅŸten Kalbe Akıldan Dumana, Rushmore, Pi, Dövüş Kulübü, Amerikan Güzeli, YeÅŸil Yol, Magnolia, 6. His…

Avrupa’dan Üç Renk, yani Mavi, Beyaz ve Kırmızı nasıl unutulur? Sonra Yıldız SavaÅŸları serisi yıllar sonra 90’larda tekrar baÅŸladı. Seri demiÅŸken; GeleceÄŸe Dönüş, Zor Ölüm, Baba, Yaratık, Robocop, James Bond, Rocky ise geçmiÅŸten 90’la taşındı. Ve Blair Cadısı, 90’ları kapatan bu fenomen, üç kuruÅŸu milyonlarca dolara katlayan bir tanıtım mucizesi gibiydi. Sayesinde korku-gerilim türünde bir devrim yaÅŸandı ve sallanan el kameraları ile çekilir oldu pek çok film…

Ses getiren filmler bitecek gibi deÄŸil. Hayalet, Evde Tek Başına, Özel Bir Kadın, Korku Burnu, Temel İçgüdü, Jurassic Park, Gerçek Yalanlar, Katil DoÄŸanlar, Salak ile Avanak, Titanik, Siyah Giyen Adamlar, Oyun, BeÅŸinci Element, Åžeytanın Avukatı, Kadın Kokusu… Bu filmlerin bazıları müthiÅŸ yapıtlar deÄŸil elbette, ancak bugün hala üstüne konuÅŸuyorsak, belleÄŸimizde yer etmiÅŸler demektir. Misal Titanik tüm zamanların en büyük giÅŸe rekorunu kırdı ve tüm dünyada 1 milyar dolar barajını aÅŸan ilk film oldu. Ta ki yönetmeni James Cameron, Avatar’ı çekene dek. Temel İçgüdü ve Özel Bir Kadın, 7. sanat adına belki bir ederleri yoktu ama kült filmlere dönüşmeyi baÅŸardılar.

Artık listemize aÅŸağıda saydığım yapıtlarla bir son verelim, çünkü aklımıza ve gönlümüze yer etmiÅŸ 90’lara dair filmler o kadar fazla ki, yerimiz ise dar, nokta koymazsak sığdıramayacağız. Evet, son olarak; Çalınmış Güzellik, Kaya, Görevimiz Tehlike, İngiliz Hasta, Çığlık, Donnie Brasco, Jackie Brown, Aç Gözünü, Funny Games, Benden Bu Kadar, Küp, Lolita, Kayıp Otoban, Yalancı Yalancı, Yüz Yüze, Sefiller, Mesajınız Var, Ronin, Gözleri Tamamen Kapalı, John Malkovich Olmak, AÅŸk Engel Tanımaz, Erkekler AÄŸlamaz, Amerikan Pastası, Åžehrin Azizleri.