Etiket arşivi: Menderes Samancılar

Andrey Tarkovski kâfi, artık Ken Loach isteriz.

 

 

 

ALPER TURGUT

 

Nasıl bir işse bu, sürekli can alıyor, yoksulların teriyle, ruhuyla, kanıyla besleniyor. Dur durak bilmiyor, halden anlamıyor. Resmen obur mu obur, doyumsuz bir canavar. İş kazası deyip geçmeyin ha, her birinin altında insana dair bir büyük dram yatıyor. Zaten iş kazası, vicdansız, insafsız bir patron söylemi, öyle ya parayı veren düdüğü çalıyor. Zengine kaza, fukarayı koy mezara, varsıla sefa, yoksula cefa… İş cinayeti de karşılamaz, böylesi vahim mevzuyu, iş katliamı bunun adı, ötesi berisi yok. “Babamın Kanatları”, emek cephesinin yanında saf tutmuş, gündelik hayat gerçeğini ve sistem eleştirisini, sinema sanatıyla bütünleştirmiş, doğru ve haklı yerde durabilmiş bir film. İyi bir film, güzel bir film, olmuş bir film, her ne kadar, mesele derin bir sızı, dinmeyen sancı, bitmeyen acı olsa da…

 

Hak denince, işçi gelir hatırıma der Orhan Veli… Haksızlığa pek çok uÄŸrayan emekçilerin, hak ile anılması, yaÅŸamın en acımasız ironilerinden deÄŸil midir? Bakınız Bertolt Brecht; “OkumuÅŸ Bir İşçi Soruyor” ÅŸiirinde ÅŸunları söyler; “Yedi kapılı Teb ÅŸehrini kuran kim? Kitaplar yalnız kralların adını yazar. Yoksa kayaları taşıyan krallar mı? Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış Babil’i her seferinde? Yapı işçileri hangi evinde oturmuÅŸlar, altınlar içinde yüzen Lima’nın? Ne oldular dersin duvarcılar, Çin Seddi bitince? Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok! Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?” Evet, geçen sene (2015), ayda ortalama 133 işçi, tatlı canlarından oldular. 2015’te katledilen toplam 1730 emekçinin, yüzde 27’si, inÅŸaat sektöründendi. Yani nasırlı elleriyle, insanlık tarihi boyunca, dünyaya harç katanlar. İşte onlar, adları, öyküleri, umutları bilinmeyen yapıcılar, bize yuva kuranlar, tepemize dam koyan, evimize pencere açanlar… Hiç oturamayacakları pahalı konutları diken, emeÄŸi sömürülen, örgütlenmelerine izin verilmeyen, asri zaman köleleri… Ücretli kölelik düzeninde, duvarlar onların kanlarıyla sıvanıyor, binaların temelinde, onların ölü bedenleri var, bilesiniz.

 

Film, güncel Rüzgar Çetin meselesine cuk oturuyor, kan parası, illet gibi, yakasını bırakmıyor insanlığın, kuşkusuz modern çağın da belası… Zengin olan her koşulda kazanıyor, fakir olan, önce ahlar vahlar, sonra unutulan ölü canlar. İşte o kadar! Yeryüzünün lanetlileri, en alttakiler, onlar hakkında ne yazsak, karşılık bulamayacak, bari filme geçelim. İşçi filmleri, memleketim yönetmenlerinin, nedense uzak durduğu bir mevzi, varsa yoksa bunalmış, sıkılmış, daralmış insanların, saçma sapan hezeyanları, tuhaf, oturmamış, yabancılaşmış halleri… Sabun köpüğü muadili, komedi, korku, romantik türlerindeki tırt ve ucuz projeleri hadi geçtim, bari sanat-festival filmleri kuşağında, emekten ve emekçiden yana yapımlar görelim, Tarkovski Abimizi biraz rahat bırakalım, Ken Loach Abimiz, bu sefer ne çekti diye beklemeyelim. Aslında bir kımıldama var, hakkını verelim, Toz Bezi, Kalandar Soğuğu ve şimdi de Babamın Kanatları… İşte gönlümüzden geçen, daha çok olsun, bol bol çekilsin, havada kalmış tiplerin değil de, gerçek insanların hikâyelerini görelim. Geçenlerde inat ettim, yerli işi dizilere bakayım dedim, lan arkadaş, herkes mi yalıda oturur, Boğaz’a nazır? Bu denli gerçeklikten ve hayattan kopuş mu olur? Özentilik, ergenlerin can simididir, kocaman adamlar ve kadınlar oldunuz, büyüyün gardaşım artık!

 

Helal olsun Kıvanç Sezer’e, gerçek bir haberden yola çıkarak Babamın Kanatları’nı hem yazmış, hem de çekmiş. Menderes Samancılar, Musab Ekici, Kübra Kip, Tansel Öngel de rollerinin hakkını ziyadesiyle vermiş, müzikler de filmin temposuna, inşaatın gürültüsüne eşlik etmeyi bilmiş. Örgütsüzlüğün, hukuksuzluğun, insani hasletlerden muaf tavırların, davranışların, yalakalığın, fakirliğin Özbek veya Kürt dinlememesinin, depremin, sigortanın, zor kazanılanın, hatta kolay paranın, iyinin, kötünün, lanet sistemin buruk ve düşündürten öyküsü bu… Araya aşk-meşk karışmasaymış, senaryo daha bütünlüklü olurmuş ya, neyse, o kadar kusur, bu filmi bozmaz, bozamaz. Üstelik bu bir ilk film, çokça yapıta imza atan yönetmenlerin bile dibi gördüğü ülkemizde, olsa olsa çıtayı yükseltmek denir buna. Babamın Kanatları, şimdiden ödülleri toplamaya başladı, ne diyelim, analarının ak sütü gibi, bir emekçinin alınteri gibi helal olsun.

Altın Koza’nın ardından…

ALPER TURGUT

İzmirliler kadar fanatik deÄŸilim belki ama serde var iÅŸte, Adanalıyık… İstanbul’dan, doÄŸduÄŸum bereketli topraklara her gidiÅŸimde, herbiri sinema karesi kadar güzel ve unutulmaz olan çocukluk anılarım canlanır. Sinema ve Altın Koza, herkes için deÄŸerli, benim için çok daha deÄŸerli, ötesi yok. HemÅŸerilerim iyi de ağırlıyorlar bizleri, sıcak kanlıdır insanlarımız, ben biraz soÄŸuk nevaleyim o baÅŸka… Bak ya, yine günlüğe dönüşüyor yazı… Tamam, toparlıyorum. Altın Koza, maddi ve manevi destek atıyor memleket sinemasına, sorun festivalde deÄŸil zaten, jürilik müessesesinde… Geçen yıl, sinemamız sıçtı demiÅŸtim, bazı arkadaÅŸlar, festivallere yamamaya çalışmışlardı sözlerimi, aÄŸzımızdan çıkanı kulağımız duyuyor, yazarken haydi haydi görürüz. Sinema da yetmiyor, polemik sanatı aşıklarına, neyse…

Sonuçta; bir Adana Altın Koza Film Festivali daha bitti ve ben yine ödül mödül almadım, alamadım. Hımmm… Ödün de vermedim ama… Ne anlatıyor ÅŸimdi bu eleman diyorsunuzdur, haklısınız, kendimi ifade edemiyorum. Hah! Festivallerde yarışanlar ve onları seçenler gibi aynı, çünkü onlar da dertlerini dökemiyor, meramlarını anlatamıyorlar, kanımca… Sanat adına yarışmak biraz tuhaf geliyor bana, ortada para olmasa, yarışmaya katılır mı bunca film, iÅŸte buna pek emin deÄŸilim. Kültür Bakanlığı’ndan para almazsanız, festivallerden para ödülü kazanmazsanız, giÅŸede de tutunamadığınız malum, film çekmek için, yani en pahalı sanat dalı için para bulmak, haliyle zor. Büyük stüdyolarımız yok, batacaksak batalım, ama sanat yapalım diyen yapımcılarlarımız hiç yok. Bu durumda, 350 bin lira, iyi para… Para kazanmak için yarışmak ise bela iÅŸ, keÅŸke sinemaya gönül verenler, zorunda olmasalar, zorunda kalmasalar, yarışmaya… Festivallerde sadece filmler gösterilse, bunun ötesinde, yarışmayı çok mu arzuluyorsunuz? Yine yarışın, ama salt maneviyat için…

Ama ortada bir yarışma varsa, jüri hakkaniyet ile hareket etmeli, mantıklı ve doyurucu açıklamalar yapılmalı… Kazanan maÄŸrur, kaybeden maÄŸdur olmamalı… Lakin bizim festivallerimizde hemen her jüri kararı tartışılır, herkes filminin en iyi olduÄŸunu düşünür, kaybetmeyi gururuna yedirimez. Jürilerin de tuhaf seçimleri vardır, yok yahu, daha neler dedirtir hatta… Altın Koza ulusal film yarışmasında, 14 film yarıştı, sekizi ödüllendirildi, altısı hiç ödül alamadı. Üç ödül, ikiÅŸer kiÅŸiye gitti. Bunu anlamak zaten zor, en iyi ödülünü iki kiÅŸi veya iki film nasıl paylaşır, adı üstünde en iyi, ya da deÄŸiÅŸtirin ÅŸunu, en iyiler yapın, toplu ödüllerle herkes sevinsin.

14 filmi de izledim, festivalin son günü, kaçırdığı üç filmi, video odasında seyrettim. Hatta yarışmanın bence en zayıf halkası olan “Rüzgarlar” filmini hızlı hızlı ileri sardım, ancak bu da pek iÅŸe yaramadı, ben hızlandırdıkça sanki o, inadına yavaÅŸlıyordu. Esnemekten çenem çıktı, harbiden beni aşıyordu bu film, donmuÅŸ kalmış gibiydi resmen sahneler… Ne kurmaca ne belgesel, salt deneysel bir iÅŸ olan, fantastik bir video klip diyebileceÄŸimiz performans iÅŸi “Aziz AyÅŸe”, festivalde niye yarışıyordu, bugün hala çözebilmiÅŸ deÄŸilim. Festivalde özel gösterim yapılacak bir projeydi bu, özgün ve farklı, eyvallah ama kurmaca filmlerle yarışması, bir hayli saçma olmuÅŸtu. “Siirt’in Sırrı”, kadının yok sayıldığı bir coÄŸrafyada, gencecik bir güreşçi kızın, güzünü uluslararası ÅŸampiyonluklara dikmesini anlatıyordu. Bu bir baÅŸarı öyküsüydü, daha çok TV iÅŸi bir belgesel gibi dursa dahi, kazanma hikayeleri hep sevilir, bu sebeple ödüller kazanmasına ÅŸaşırdım diyemem.

DerviÅŸ Zaim’in kurmaca katkılı belgeseli “Devir”i sevdim, üstüne düşünülecek, derinlikli ve felsefi yönü kuvvetli bir yapım idi ancak kurmacalar karşısında ÅŸansı pek yok diye düşünüyordum. Ancak Siirt’in Sırrı’na ödül gidiyorsa, daha usta bir iÅŸ olan Devir’i es geçmemek lazımdı, jüri bunu dikkate almadı. Erden Kıral’ın “Vicdan” filmini beÄŸenmemiÅŸtim, son filmi “Yük”ü ise görece baÅŸarılı buldum, mekan, oyunculuk vasatı aşıyor, ancak senaryo tıkanıyordu, biricik sorunu buydu. Tülin Özen ve Nadir Sarıbacak ise döktürmüşlerdi resmen… Yeraltı filmini, İstanbul Film Festivali’nde izlemiÅŸtim, beÅŸ ay geçmiÅŸ üzerinden, en iyi erkek oyuncu Engin Günaydın ve yönetmen Zeki Demirkubuz yine favori, lakin jüri bu, sağı solu belli olmaz, gidip farklı bir filmi seçebilir, demiÅŸtim festivalden önce dediÄŸim gibi oldu.

“Yabancı” adlı filmi karşı çok doluyum, tam da bu yüzden konuÅŸmak istemiyorum, ÅŸirazeden çıkabilir, ağır konuÅŸabilirim, bunu istemem. “Åžimdiki Zaman”, üç ödül aldı, İstanbul Film Festivali’nde dört dörtlük oynayan ve en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Sanem Öge, bu kez eli boÅŸ döndü. “Lal ve Gece”, Reis Çelik’in en iyi filmi, ancak ödül gelir mi? Emin deÄŸilim demiÅŸtim, Adana’da seyirci ödülünü kazandı, güzel de oldu. AteÅŸin Düştüğü Yer iyi giderken, savrulan bir yol filmiydi, namus belasına dair. Montreal’de ödül geldi, Adana’da ise zor demiÅŸtim, bu da tuttu. Åžimdi Oscar yolculuÄŸuna çıktı AteÅŸin Düştüğü Yer, umarım o eski kırmızı araba, bu kez hedefine varır.

Ana Dilim Nerede ve Babamın Sesi ile kent kent, festival festival gezdim. İkisini de sevdim ama ÅŸansları pek yok. Araf ve Gözetleme Kulesi, bu son iki film, gerçek finalistler, asıl yarışma aralarında olacak, iyi olan kazansın. Evet, yeni oldukları için Araf ve Gözetleme Kulesi yarışır diye düşünüyordum. Kısmen yanılmışım. Çünkü Gözetleme Kulesi yarıştı, Araf’ın yerini Babamın Sesi aldı. Yeraltı’nın kadınlara yaklaşımı pek hoÅŸuma gitmedi, ancak iyi bir film, Babamın Sesi’nin duygusunu sevdim ama senaryosu film halinden daha güzel, kesinlikle… Kafanızı çok karıştırdım biliyorum, dağılan bilyeleri bir araya getirmeyi deneyeceÄŸim. İlyas Salman ve Engin Günaydın ödülü hak ediyorlardı kesinlikle, Laçin Ceylan ve Nihal Yalçın da keza öyle… Nilay Erdönmez’de iyi bir performans sergilemiÅŸti, rakipleri Tülin Özen ve Sanem Öge kadar en az… Ancak bu en iyi kadın oyuncu ödülünde favorim Neslihan Atagül idi, ikinci kez umut veren kadın oyuncu ödülü aldı. Üçüncüyü de alınca ülke puanı mı yapacak, o zaman mı ödülü vereceksiniz? Yardımcı erkek performansında Menderes Samancılar’a itirazım yok, çünkü rakibi de yoktu neredeyse…

En iyi müzik ödülüne deÄŸer bulunacak yapım bulamamak pek şık olmadı, jüri burada sınıfta kaldı. Güzelim İki Dil Bir Bavul’u da çeken PeriÅŸan Film ekibini seviyorum ve kendimi onlara Zeki Demirkubuz’dan daha yakın buluyorum, çünkü anlatmak istedikleri yaÅŸanmışlıklar ve öyküler, önemli. Meseleleri var, barış istemek çok deÄŸerli bir mevzudur, aynen devam etsinler. Ancak salt senaryo ile en iyi film olmaz. Bir baÅŸka jüri de böyle bir ödülü vermez. Kurgu, sanat yönetimi, oyunculuklar, görüntü yönetimi, artık her ne varsa asılsınlar isterim. Zeki Demirkubuz, jüriye yönelik isyanında hem haklıydı hem de haksız, çünkü yarışmaya girdiysen, kaybetmeyi de göze alacaksın. Ya da hiç girmeyeceksin o topa… Gerzekler ise pek yakışıklı durmuyor, kelime olarak… Gözetleme Kulesi ile büyük bir adım atan Pelin Esmer’e çok ödül gitti, bari en iyi filmi de verseydiniz, daha şık dururdu. Jüri, eski yönetmenleri deÄŸil, gençleri tercih etti. Erden Kıral, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Zeki Demirkubuz, DerviÅŸ Zaim, İsmail GüneÅŸ neredeyse elleri boÅŸ döndüler, yeni nesil sinemacılar kazandı. Ustalar, jürilere kızsınlar ancak festivallere sırt çevirmesinler, çünkü jürinin olduÄŸu yerde mutlak adalet olmaz, bunu en iyi onlar bilirler.

Son sözüm Altın Koza Film Festivali’ne, yarışma filmlerini bu yıl aynı salonda göstererek, eÅŸitlik adına güzel bir iÅŸ baÅŸarmışsınız, gelecek yıllarda, sinema salonlarını alışveriÅŸ merkezlerinden kurtarsanız ve festivali kent merkezine taşısanız, hatta yazlık sinemada gösterseniz, tadından yenmez.

‘Hepimiz Köy Enstitülüyüz’

 

ALPER TURGUT

Erkan Can; “Köy enstitüsü filmi çekmek sanat yapmak değildir, memleket meselesidir.” Evet, memleketin en büyük eğitim hamlelerinden Köy Enstitüleri’nin kapatılma sürecini kurgulayan “Toprağın Çocukları” filminin çekimleri sona erdi.

Set ekibinden oyunculara dek hiç kimsenin maddi bir karşılık beklemeden, imece usulüyle görev aldığı Toprağın Çocukları’nın 2012 yılının Şubat ayında 200 kopyayla gösterime girmesi planlanıyor. Filme sirayet eden kolektif ruh, tüm ekibi çoktan “Artık hepimiz köy enstitülüyüz” deme noktasına getirmiş. Onlar, ortak bir sese dönüşmüşler; “Biz köy enstitüleri iyidir, köy enstitüleri kötüdür, köy enstitüleri kapatılmalıydı demiyoruz. Köy enstitüsünde neler olduğunu anlatıyoruz. Köy çocuğu ya çoban olacak ya kan davasından birini öldürecek, ya da kitap okuyacak, keman çalacak, halk dansları yapacak. Böyle bir hayatı var olduğunu ve bizim bu hayata sahip olduğumuz zamanları anlatıyoruz filmde.”

Yapımcılığını Erkan Can’ın üstlendiği, yönetmenliğini Ali Adnan Özgür’ün yaptığı, senaryosunu Dilşah Özdinç’in yazdığı “Toprağın Çocukları” adlı filmin oyuncu kadrosunda ise Erkan Can, Ufuk Bayraktar, Şebnem Sönmez, Türkü Turan, Bahtiyar Engin, Banu Başeren, Ezel Akay, Serdal Genç, Müge Boz, Suzan Kardeş, Menderes Samancılar, Bertan Dirikolu var.

Dedesinin köy enstitüsü mezunu olduğunu vurgulayan yönetmen Ali Adnan Özgür filmin hazırlık süreciyle ilgili şunları söylüyor “Dedem gibi insanların yazılarını, romanlarını, hikâyelerini okuduk. Sağ olanlarla röportaj yaptık, köy enstitülerine gittik yerlerini gördük. Çoğu yıkılmış bizim bulduklarımızın. Türkiye’de sağlam 2 tane köy enstitüsü kalmış. Bir tanesi İzmir’de ona gidip fotoğraf bile çekemiyorsunuz NATO arazisinin içinde, diğeri Hasanoğlan’da. En sağlam olanı Hasanoğlan zaten. Hasanoğlan için köy enstitülerinin kalbi derler. Çünkü yüksek köy enstitüsü Anadolu’da ki değer köy enstitüsünden mezun olan öğrenciler yüksek eğitim almaya oraya gider. Çok ilginç arşivler bulduk. Arşivlerin hepsi sağlam duruyor. Köy enstitüsüne ilk kayıt yaptıran öğrencinin kimlik katlına kadar defterine kadar bulduk. Çocukların yaptıkları heykellerin birebirlerini bulduk. Tabii kötü haldeler. Binalarına gittik, binalarına dokunduk, sinema film makinelerini gördük. Daha 15 sene öncesine kadar orada sinema filmleri izleniyormuş ve bunlara bizim ekibimiz dehşetle baktı. Bir kere büyük saygı duyduk. Çünkü 1940 yılında Ankara’da, Hasanoğlan ilçesinde, köy çocuklarının heykel yapmalarına, resim yapmalarına saygı duyduk. Kütüphanelerine girdik. Moliere vardı. Bugün ki bizim pek çok lisemizde değil, üniversitemizde olmayan pek çok kitabın var oluşuna şahitlik ettik.”

Bu hikâyenin mutlu bitmediği kesin diyen Özgür, “Bizim derdimiz tekrar konuşulması. Dünyanın en iyi filmini çekmekle ilgili bir iddiamız yok. Ama biz köy enstitüleriyle ilgili ilk filmi çekiyoruz. Bu konuda konuşulsun istiyoruz. ‘iadeyi itibar’ diye bir şey var. Bu adamlara itibarlarını iade edelim” diye konuşuyor.

Yapımcı Erkan Can’ın ise babası köy enstitüsü mezunu… O, bu konuda ne gerekiyorsa yaparız diyerek yola çıktıklarını belirtiyor ve şunları söylüyor; “Hem oynadık, hem yapımcılığını yaptık. Manevi olarak her şeye koştuk. Elimizden ne geliyorsa bu filmin oluşması için her şeyi yaptık. Tüm arkadaşlar sadece ben değil herkes burada kamera önü ve kamera arkası herkes gönüllü bir şekilde işinin en iyisini yapmaya çalıştı.”

Ezel Akay, köy enstitüleri projesinin unutulması ve hafızalardan silinmesinin çok acı olduğunu ifade ediyor; “Oysa hala izleri olan bir proje. Yaşayanlar, köy enstitülerinden mezun olanların hiçbir şekilde hafızalarından ayrılmayan, onları birer insan haline, özel birer insan haline getirmiş bir proje bu. Ama dışarıdan bakanlar hiç böyle düşünmez, düşünmüyorlar bile. Yani buradan çıkarılabilecek çok fazla sonuç var. Bir tane sonuç için, bir tane hedef için yapılacak bir iş değil bu. Çok ilham verici bu projeyi anlatmak, umarım gelecek için ilhamlar verecektir. ”

Filmde tek gerçek karakter olan İsmail Hakkı Tonguç’u canlandıran Bahtiyar Engin şöyle konuÅŸuyor; İsmail Hakkı Tonguç köy enstitülerinin kurucusu ve eÄŸitim üstüne çok ciddî dünya çapında araÅŸtırmaları olan bir adam, ilköğretim genel müdürlüğünün onsuz düşünülmesi mümkün deÄŸil. Manisa Soma’ya gittim, 83 yaşındaki oÄŸlu Engin Tonguç hâlâ hayatta… Onun babası İsmail Hakkı Tonguç üzerinden eÄŸitim sistemine ve köy enstitüsüne dair yazdıklarını okudum. Sonra babasının nasıl davrandığını, ne tür saatler kullandığını, nasıl müzikler dinlediÄŸini, aksesuarlarının neler olduÄŸunu öğrendim ondan… Yapıtlarıyla, yaptıklarıyla, çektiÄŸi acılarıyla, sürgünleriyle, her ÅŸeyiyle bir efsane kahraman eÄŸitimcidir İsmail Hakkı Tonguç …”