Etiket arşivi: maymunlar cehennemi

Bana her şey seni hatırlatıyor

 

 

 

ALPER TURGUT / @AlperTurgut01

 

Zaman ve vakit arasındaki fark nedir diye sordum birkaç kişiye, biri iktidarın sesi, diğeri de paralel gazete yanıtlarını aldım. Haydaaaaa. Zaman ve vakit denince aklınıza, direkt gazete adları geliyorsa, zaten ortada devasa bir sorun var demektir. Hani yapacak da bir şey yok! Şimdi daha kendi yolunda yürümeyi beceremeyenler, kandırılmaya pek müsait algılarıyla, aman ha paraleli kurcalamasınlar ve bunu evde sakın denemesinler derdim de, cadı avı güncesinde, harbiden gına geldi, baygınlık verdi artık mesele… Oysa bildiğimiz zaman ve vakti sormuştum, sualde bir hinlik yoktu, siyasi bir sebep de… Her neyse… Zaman mevhumundan hareketle, canım Turgut Uyar der ya; “Çünkü Zeynep diye bir kız çocuk, “canavarın zamanı yoktur” demişti, yıllarca araştırdım bulamadım aslını, belki de haklıydı, kim bilir…” Eee bu canavarın zamanı yoksa eğer, bellediğimiz zamanın diğer adı da canavardır ve en önce zavallı fakirleri yer, gnam gnam. Afrika’da aç çocukları yutar, Akdeniz ve Ege’de yeni bir hayat yolcularını ham yapar, zengin ve vicdansız yaşlıların savaştırdığı fukara gençleri, öbek öbek ağzına atar. Oh ne ala, insana dair ne kadar canavarca eylem ve devamında yıkıcı-yakıcı sonuçları varsa, zamana kakalayalım. Sonra klişenin dibine, şöyle güzelce vuralım, zaman en büyük öğretmendir, ne yazık ki, bütün öğrencilerini öldürür gibi, tumturaklı sözler paylaşıp, kendimizi ve türümüzü avutalım. Yav he he…

 

Haydi, gelin, başa dönelim. İnsanlık, uygarlığın doğduğu Mezopotamya’da, can sıkıntısından olsa gerek, vakit, nakittir, zaman, paradır der (bak ya, şimdi Lidyalılar itiraz edecek), şakası bir yana, en nihayetinde ezelden beri fark edilen zaman denen zamazingoya anlamlar yükler. Yani ta Sümerlerden bu yana, kafa patlatılıyor zaman mevhumuna dair. Her şeye merak eden Mısır’ın eskileri ise, bu zaman denen şey, resmen sonsuzluğu simgeliyor, olsa olsa tanrıdır, tanrısaldır diyor ve haliyle ortalığı karıştırıyorlar. Sonra bize ayrılan süre bitti, bu topun da duracağı yok, hadi biraz da siz kurcalayın diyerek, hop ara pasını, Yunan ve Roma medeniyetlerine atıyor. Ezcümle; insanın zamanla yaptığı, kaybetmesi malum sidik yarışı, artık başlamıştır. Biricik ömür, hep çalışarak mı geçecek? Anında boş zaman gibi bir absürt şey yaratılır, oysa zaman boş filan değildir, olsa olsa insan kendine meşgale peşindedir. Gaza gelinir, kendine zaman ayır diye tembih edilir, zamanla geçer diye nasihat verilir. Yok artık! Zamanı oyuncak edecekler akılları sıra, hayır, Kant abimizi de dinlemiyorlar. Al işte, ‘zaman, sessiz bir testeredir’ diyor, haddinden fazla tehlikeli ve bize dair ayırdığı süresi belli bir oyuncak bu, hiç gözünüzün yaşına bakmaz, direkt kıtır kıtır keser Alimallah.

 

Lan arkadaş, nereden çıkarttın şimdi başımıza zaman, zaten halimiz duman diyebilirsiniz. Ne edek gardaşım, yılın en iyi filmlerinden biri olan “Arrival” (Geliş) gösterime girdi ya, işte üzerine bik bikliyoruz. Bilimkurgunun olmazsa olmazı, zaman meselesine daldım, ABD başkanlık seçiminden çıkmayı planlıyorum, lakin bunu nasıl başaracağım, şimdilik inanın bilmiyorum. Evet, öncelikle filmi pek sevdim, müthiş bir işçilik ve seyirlik bu. Siz bakmayın ahalinin atanamamış Interstellar (Yıldızlararası) muhabbetine, güncellenmiş Contact (Mesaj) sohbetine, bir film, diğer filmlerden elbette esinlenir, kopyacılık ise başka mecra, ikisini birbirine karıştırmamak gerekir. Bağımsız film ruhunu ve Hollywood bütçesini harmanlayarak, sinema tarihine geçecek bir yapıt ortaya çıkartılmış, en nihayetinde. Çok uzatmayalım, uzaylı arkadaşlar, dünyanın 12 ayrı noktasına, kocaman ufolarıyla inerler ve insanlarla bağlantı kurmak için beklemeye geçerler. Dünyada panik, korku ve endişe büyür, yönetenler de, uzaylıların karşısına üç şeyi çıkartır; asker, bilim ve dil (uzmanlar). Varoluş, gerçeklikten kopuş, ezber bozumu, diyalektik materyalizm, din, zaman-mekân-madde, bir anda boşluğa düşme. İnsanı insan eden yegâne şey, düşünce… Bu yüzden varlık ve yokluk derdinde, mana ve gaye peşinde, somut ve soyut arasında, kavram kargaşasında bocalar durur. Dağıtmadan, aslında film, dramatik örgüsüyle öne çıkıyor, uzaylılar, insani yanımıza sesleniyor. Hatırlarsak, parçaları birleştirmeyi başarırsak, bir keskin acıyı bilerek yaşarsak, neticeyi anlarsak, yine de geçer miyiz o yoldan?

 

Zaman etiketli yapımlar, sanıldığı kadar çok değildir, öncelikle Terminatör, 12 Maymun, Geleceğe Dönüş, Bugün Aslında Dündü, Şahane Hayat, Maymunlar Cehennemi, Zaman Makinesi, Yaşam Şifresi, Frekans, Kelebek Etkisi, Göl Evi, Zaman Yolcusunun Karısı, Yarının Sınırında, Bay Hiçkimse ve Jumanji sayılabilir. Uzaylıların dünyayı istilası ise ayrı bir inceleme konusudur. Doğal kaynaklarımıza göz dikeni mi ararsınız, bizleri derdest edip kaçıranı mı ararsınız, katliam yetmez, soykırım yaratalım tipi uzaylıları mı ararsınız, biz en iyisi dünyayı yok edelim diyeni mi ararsınız, adeta yok, yok listelerde. Misal Battleship filminde, uzaylı psikopatlara karşı, ABD donanması devreye girer, Ortadoğu’yu tarumar eden meşhur deniz piyadeleri, kendi memleketlerini ve haliyle dünyayı da kurtarır. Bu absürt kahramanlık öyküsünde, mesaj açıktır, hey dostum, bakın biz çok güçlüyüz, ayağınızı denk alın, uzaylıları bile yeneriz, ezer geçeriz.

 

Ah be Pentagon mahsulü dingil senarist kardeşlerim, kâinatın bambaşka bir yerinden ve bilmem kaç bin ışık yılı uzaklıktan, belki zamanı bükerek, ışınlanarak, kara delikmiş, yıldızlarmış, çekim gücü imiş aldırmayarak evimize dek gelen, bizden çok daha gelişmiş yaşam formu ve üstün zekâ, biz ava çıktık, keyfimize göre sizi vuracağız, sonra dünyanızı patlatacağız, oh sefamız olsun mu diyor yani? İnsana dair düşünce, duyu ve hislerle, tüm dünyayı, savaşlara, açlığa ve yoksulluğa mahkum ettik, hayvan türlerini yok ettik, çekirge sürüleri gibi çoğaldık ve oradan oraya göçtük, kuruttuk. Şimdi de uzaylıları mı yargılıyoruz artık? Belki sohbete geldiler, öğrenmek-öğretmek, bilmek onlar için çok önemli, savaşın değil, barışın uzaylısı bunlar, neden sürekli bol keseden atıp duruyorsunuz? Gelse bir uzaylı arkadaş, siz deli misiniz, ahmak mısınız dese, binlerce yılda ilerlemeniz, savaş aygıtlarının, korkunç tekniğin ve katletme kapasitesinin gelişmesi mi diye sorsa, oktan güdümlü füzeye, attan nükleer deniz altıya geçtiniz, bunca zaman tek bildiğiniz ve öğrendiğiniz şey öldürmek mi?

 

Evet, gazetelerdeki üçüncü sayfa haberleri yetmemiş, televizyonda ana haber ve ara haberler kafi gelmemiş, cinayete, yaralamaya, kana doyamamış, almış patlamış mısırını, sinema koltuğuna oturmuş, beyazperdenin de kıpkırmızı olmasını bekliyor insan. Harbeden acıklı ve saçma sapan. Yahu aksiyon yok mu? Hep sevgi, saygı var, anlama çabası var, efendi efendi takılıyor bunlar, kafa böyle de tuhaf işliyor işte… Bence aşk meşk filmleri dâhil, çizgi filmleri de katarak, tüm karakterleri, tiplemeleri ve bedenleri kırmızıyla boyayın, alın size ketçap sineması… Belki doyarsınız.

 

ABD başkanlık seçimi yapıldı, zamana karşı yarışıldı, birbirinden pek farkı olmayan, savaş çığırtkanı ve tetikleyicisi adaylar, yine ve yeniden dünyayı kedere boğmayı, seçim vaatleri arasına koydular. Demokratı da, cumhuriyetçisi de, başımıza bela oldu, olacak, çünkü biz dünya halklarını, onların silahları kadar, kararsızlığımız da öldürüyor. Evet, en büyük zaman hırsızı kararsızlıktır diye bir söz var, ah artık bir karar verebilsek, şu asalakları, bir silkeleyip atabilsek. Zengin azınlığın elinde oyuncak olan yoksul çoğunluğun, büyük çaresizliğidir bu, bitsin bu çile, illa uzaylılar mı gelip bizi dürtecek, aklınızı başınıza devşirin diyerek…

 

Hillary Clinton kaybedip, Donald Trump kazanınca, ABD’nin bazı bölgelerinde, nümayişler başladı. Hatta Portland kentinde, devlet, göstericilere müdahale etti. Polis şefleri, klasik bir açıklamayla, bu bir ayaklanma dedi. Korkulan şey, dünyanın jandarmasının, kendi evinde başkaldırıyla karşılaşması… Öyle çok uzakta ‘Arap Baharı’ gazlaması kolay, kendi yurttaşın bahar isteyince şaşırıp kalırsın elbette. Yeleli Trump, bunlar profesyonel eylemci demiş, yol, köprü yapacağız, inşaatlara hız vereceğiz de dedi. Şaka gibi arkadaş, geçelim uzaylıları, akıp giden zamanı, hala ve ısrarla bana her şey seni hatırlatıyor.

Hey uzaylı burası ‘Getto’

 

 

ALPER TURGUT
“District 9”, garibim uzaylıları dünyaya geldiklerine bin piÅŸman eden vahÅŸi insanoÄŸluna dair, zeki, etkileyici ve kafa karıştırıcı bir bilimkurgu filmi. Hayli matrak, tek kelimeyle tuhaf ve inadına güzel bir film bu… Üstelik tümden sosyal içerikli ve kara kara düşündürtmeye meyilli de… Ucundan kıyısından ırkçılığa eÄŸilimli olması ise tehlikeli (alt metinden yedirseler de biz uyandık ve bu durum canımızı sıkmadı deÄŸil)… Filmi sırtlayanlar mı? Ziyadesiyle yetenekli ve ÅŸeytani…

Filmi, 30 yaşındaki Güney Afrikalı sinemacı Neill Blomkamp yazdı ve yönetti. 30 milyon dolara mal olan District 9’un yapımcılığını ise Yüzüklerin Efendisi’nin Yeni Zelandalı rejisörü Peter Jackson üstlendi. Türler arası fuhuÅŸ, “uzaylılar giremez” yazılı dükkânlar, yaratık eti yiyen çete reisi, sadece uzaylıların kullanabildiÄŸi eksantrik silahlar ve çok amaçlı robotlar, kara büyü, Güney Afrika’da ne aradıkları anlaşılmayan ve film boyunca aÅŸağılanan Nijeryalılar… İşte aksiyon, atraksiyon, atmasyon… Kâfi ölçüde mizah ve bilcümle heyecan bu filmde… Dünya yaÅŸamına ayak uyduramayan uzaylıların öyküsü (Alien Nation) 20 yıl kadar önce de iÅŸlenmiÅŸti ancak tam gaz yol almaya ve hızını kesmek isteyen kliÅŸelerden sakınmaya çabalayan bu filmin tadı bambaÅŸka… District 9, Türkiye’de 6 Kasım 2009 günü gösterime girecek. Sakın kaçırmayın.

Yıl; 1982… Gaipten gelen dev ve oldukça teferruatlı uzay gemisi, yerküreyi ziyaret eder. Ve ne hikmetse üzerinde asılı duracağı kenti, bilindiÄŸi üzere hiçbir zamazingoyu kati suretle kaçırmayan ABD’den deÄŸil de, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden seçer. Dünyamız büyük bir ÅŸaÅŸkınlık içerisindedir, ülkenin en büyük kenti Johannesburg ise davetsiz misafirin yüzü suyu hürmetine esaslı bir ilginin odağı olmuÅŸtur. Sadede gelirsek, Johannesburg ile dünya dışı zımbırtı, uzun bir müddet karşılıklı bakışırlar. Sanırım herkesin o an aklındaki soru ÅŸudur;“acaba bunlar, dost mu, düşman mı?”

İnsanoğlu, doğası gereği sabırsızdır ya; sonunda dayanamayıp harekete geçerler ve uzay gemisinin kapısını, meşakkatli bir uğraşının ardından aralarlar. Gördükleri diz boyu sefalettir. Uzaylıların tamamı açlıktan bitap düşmüştür ve acil tarifesinden bir yardıma muhtaçtırlar. İnsanlar, zor durumdaki ve sağlıksız koşullardaki bedbaht yaratıklara acır (bu acıma hissi daha sonra kin, nefret ve öfke olarak geri dönecektir) ve zilyon tane uzaylı, Johannesburg’daki“9. Bölge” kampına yerleştirilir. Burada 40 yıl önce siyahların şiddet ve cebirle kovularak, sadece ve sadece mesut beyazların yaşamasına müsaade edilen yerleşim birimine nam-ı diğer District 6’ya bir gönderme mevcut.

“Beyaz azınlık efendi, siyah çoÄŸunluk köle olsun” … Güney Afrika Cumhuriyeti ve onun kanlı apartheid rejimi… Afrika’nın Antarktika’ya bakan ucu merhametsizlerin bembeyaz yurdu idi o zamanlar, sahip çıkanların da yüzlerini ÅŸeytan görsün! Bu nasıl bir ironi? Bütün siyahlar bitti, ÅŸimdi de uzaylıları tıktılar mülteci kamplarına…

“GETTO”, SİNEMA VE TARİHİN TEKERRÜRÜ

Gettolar, toplama kampları, tehcir kampları, çalışma kampları, mülteci kampları… (Bu “Getto” terimi, İtalyan kökenli ve yaklaşık beÅŸ yüz yıl kadar eski… Venedik kentinde söz sahibi olanların, Yahudileri bir arada yaÅŸamaya zorladıkları mahallenin adından geliyor) Soykırım, katliam, açlık, sefalet, zulüm… MeÅŸhur Theodor Adorno, “Auschwitz’den sonra ÅŸiir yazmak barbarlıktır” dememiÅŸ miydi? İnsanın insana ettiÄŸini anlamak ve anlatmak ne zor… Ama bilinmeli tüm olup bitenler, bir daha yaÅŸanmaması ise ÅŸayet tek dileÄŸimiz; inadına ve ısrarla yazılmalı, çizilmeli, söylenmeli, aktarılmalı, çekilmeli, gösterilmeli… Yoksa“tarih tekerrürden ibarettir” martavalını torunlarımıza hatta onlarında torunlarına vasiyet bırakmış olacağız.

Peki, gettolara dair filmler… Sinemada istisnasız bin bir örneÄŸi vardır. Misal; VarÅŸova Gettosu en ünlüsüdür.Roman Polanski’nin 3 Oscar’lı eseri “Piyanist”, TV filmi “Ayaklanma” (Uprising / 2001)… Temcit pilavı demeye dilim varmıyor ama yetmez, yetemez… 1948 tarihli “Sınır Sokağı” (Ulica Graniczna), “Generallerin Gecesi”, “Nackt unter Wölfen”, “Jeszcze tylko ten las”… Madem sonu gelmeyecek noktayı biz koyalım. Biraz da Afrika’ya uzanalım mı? “Hotel Rwanda”, “Shooting Dogs”, “Kanlı Elmas”… Sonra OrtadoÄŸu’dan“KaplumbaÄŸalar da Uçar”, Sabra ve Åžatilla Katliamı’nı anlatan “BeÅŸir’le Vals”… Ya banliyöler… BaÅŸyapıt “La Haine” (Nefret / Protesto) ile baÅŸlarız, “Banlieue 13”(2004) ve “Banlieue 13 – Ultimatum” dan (2009) çıkabiliriz. Lanet olası Apartheid rejimini de boÅŸ geçmeyelim. Mücadele adamı Nelson Mandela’ya kameralarını çeviren “Özgürlüğün Rengi” (Goodbye Bafana) ne güne duruyor.

ADI KONULMAMIŞ BİR SAVAŞ, SÜRGÜN VE KEDİ MAMASI

İnsanların “karides” ve “çöp yiyenler” adlarını taktıkları bu yaratıklar, araba lastiği ve kedi maması lüpletmekten müthiş keyif alıyorlar. 9. Bölge Kampı’nı, Nijeryalı gangsterle paylaşan uzaylıların sayısı da aradan geçen 20 yılda çoğalıyor ve rakam 1,8 milyona dayanıyor (kürtaj zorunluluğu getirilmesine karşın uzaylılar gizliden gizliye yumurtluyorlar, filmin sonunda 2,5 milyon yaratıktan söz ediliyor). Zamanla Johannesburglular ile aralarında adı konulmamış bir savaş patlak veriyor. Ne yapsın zavallılar; araba yakmayı, trenleri raydan çıkarmayı eğlenceli buluyorlar. Taraflar zayiat vermeyi sürdürence bu kez devreye silahlı bir birimi de (kelle avcıları) bulunan Dünya Dışı Medeniyetler (MNU) adındaki şaibeli örgütlenme giriyor. MNU’ya bağlı Uzaylı İlişkileri Departmanı’nda operasyon saha şefi olarak çalışan Wikus van de Merwe (çiçeği burnunda aktör Sharlto Copleyresmen döktürmüş), uzaylıları, kentten 200 kilometre ötede kurulan daha da rezil yeni kampa (10. Bölge) taşınmaya ikna etmekle yükümlüdür.

Aslında MNU, dünyanın en önemli silah üreticisidir ve uzaylıların lazer güdümlü oyuncaklarına göz dikmiÅŸtir. Tahliye için yapılan tehdit içerikli ikna turları sırasında beklenmedik bir kaza olur. Aslen saf, silik ve sakar bir tipe karşılık gelen Wikus, yaratıkların en zekisiChristopher Johnson’un 20 yılda oluÅŸturabildiÄŸi –Çünkü Christopher, kumanda modülüne sahiptir ve uzay gemisini tekrar çalıştırıp oÄŸluyla birlikte dünyayı terk etmek istemektedir- yaÅŸamsal öneme haiz uzay sıvısını üstüne bulaÅŸtırır. Artık her geçen saat Wikus için iÅŸkenceyi de beraberinde getirecektir. Önce kolu ardından da tüm bedeni… Karideslerle dalga geçen Wikus’un yaratığa dönüşme süreci baÅŸlamıştır. Biricik aÅŸkı karısından ayrı düşmenin üzüntüsüyle yıkılan Wikus, bir anda dünyanın en deÄŸerli adamı haline gelmiÅŸtir. Uzaylılardan baÅŸka kimsenin ateÅŸleyemediÄŸi silahlar, bir insanın elinde kükremeye hazırdır. Kendini, yaratıkların kesip biçildiÄŸi laboratuarda bulan kahramanımız, can havliyle kaçıp kurtulur. Åžimdi uzaylı Christopher ile iÅŸbirliÄŸi yapma ve yeniden insan olabilmek için kavga etme zamanıdır.

METROPOLİS’TEN DISTRICT 9’A BİLİMKURGU SİNEMASI

82 yıllık “Metropolis”ten bu güne bilimkurgu sineması, rüyalarımızı süslemeyi sürdürüyor. Altı deÄŸil 66 film çekilse doyamayacağımız “Yıldız SavaÅŸları”ndan iyi baÅŸlayıp sonunda da bir çuval inciri berbat eden“Matrix”e, çocukların pek sevdiÄŸi “E.T.”den çarpıcı seyirlik “Yaratık”a, kült klasik “Bıçak Sırtı”ndan bilimkurgu masalı “Yapay Zeka”ya neler neler var zulamızda… Sonra Stanley Kubrick’in ÅŸaheseri“2001: Bir Uzay Destanı”nı, Andrei Tarkovsky’nin“Solaris” ve “Stalker”i, Terry Gilliam‘ın “Brazil”i,Hayao Miyazaki’nin “Rüzgârlı Vadi”si… Seriler halinde ilerleyeceksek eÄŸer “Maymunlar Cehennemi”, “Terminatör” ve “GeleceÄŸe Dönüş”ü tartışmasız liste başı yapabiliriz. Efsanevi “Donnie Darko”, dizisi ve filmleriyle pek meÅŸhur “Uzay Yolu”… Ardından “V”, “Şey”, “12 Maymun”, “FrankeÅŸtayn”

Bir UzakdoÄŸu klasiÄŸi “Bir BaÅŸkasının Yüzü” (Tanin no kao), Sovyetler BirliÄŸi’nden “Kin-Dza-Dza”… 57 yıl aradan sonra yeniden çevrilen ve ne yazık ki; aynı tadı vermeyen “Dünyanın DurduÄŸu Gün”. 1932 tarihli H.G. Wells’ten adapte edilen “Kayıp Sırlar Adası”. Bir bilimkurgu efendisi olan Wells’in “Görünmez Adam”,“Zaman Makinesi” ve “Dünyalar Savaşı”nı da unutmayalım. İki çevrimi de olmamış, kotarılamamış“Dr. Moreau’nun Adası”nı ise yekten unutalım.

Henüz izleme fırsatı yakalayamadığımız 2007 tarihli Japon bilimkurgu animasyonu “Evangerion shin gekijôban: Jo” ile 2006’da çekilen “Toki o kakeru shôjo”… Hazır animasyon demiÅŸken “Demir Dev” ile“Ghost in the Shell”i (ÅŸimdilik üçlediler) de atlamayalım.

Elbette, yakın tarihli filmler arasından da biz bilimkurgu hayranlarını mutlu eden yapıtlar çıktı. “Son Umut”, “Serenity”, çizgi roman uyarlaması “Demir Adam”, “Dünyalı” ve “Vol.İ”yi bir çırpıda sayabiliriz… Bu ay vizyona sokulacak olan “Zaman Yolcusu’nun Karısı”(Time Traveller’s Wife) ile “Suretler”i (Surrogates) de büyük bir merakla beklemekteyiz. Umarım, hüsrana uÄŸramayız. Bunun dışında Filmekimi’nde de merak uyandıran iki bilimkurgu filmi var. Biri Shane Acker’ın “9”u… Yapımcılığını Tim Burton ve Timur Bekmambetov gibi iki delifiÅŸeÄŸin üstlendiÄŸi 9, resmen iÅŸtahımızı kabartıyor. Öykü kısaca ÅŸu; yakın bir gelecekte makinelerin baÅŸkaldırıp insanları yok etmelerinin ardından dokuz bez bebeÄŸe can verilir. Sizce de ilginç deÄŸil mi? DiÄŸer filmimiz ise rock müzik yıldızı David Bowie’nin oÄŸlu Duncan Jones’un (Zowie Bowie) yönettiÄŸi “Ay” (Moon)… NASA’nın Houston Uzay Merkezi’nde ders programına alınan bir bilimkurgu gerilim filmi… Ay, 1970’lerle 1980’lerin bilimkurgularına (Yaratık, Silent Running, Outland, Bıçak Sırtı) ithaf edilmiÅŸ. Ne denir? Yakışır.

Not; IMDB’de şimdilik 134 uyarlaması görünen çocuk düşlerimizin kılavuzu Jules Verne’i de anmadan noktayı koymayalım.

İnsan hayvanlaşırsa maymun da insanlaşır

 

ALPER TURGUT

 

Sol yumruğu havada bir şempanze, insanlıktan çıkanların onlara laboratuarlarda, barınaklarda, hayvanat bahçelerinde yaşattığı zulme isyan ediyor, zeki, kararlı, kocaman yürekli ve evine (ormana) dönmeye hazır. Evet, o gerçek bir lider, peşinde şempanzeler, orangutanlar ve goriller… Maymundan geldiysek şayet ırkımızın gözü atalarımıza işkence edecek denli dönmüş demektir, işte “Maymunlar Cehennemi: Başlangıç” (Rise of the Planet of the Apes) filminin sloganı tam bir isabet kaydediyor, çünkü “Evrim, Devrime Dönüşüyor”.

 

“Maymunlar Cehennemi” (Planet of the Apes), 1968 ile 1973 tarihleri arasında gösterime sokulan beÅŸ filmlik kült bir bilimkurgu serisidir. Özellikle ilk film Maymunlar Cehennemi, “Kwai Köprüsü”nü de yazan Fransız romancı Pierre Boulle’in 1963 tarihli eserinden uyarlanmıştır, Franklin Schaffner’in yönettiÄŸi yapım, gerçekten müthiÅŸ ve unutulmaz bir fikirdir, haliyle sinemaseverleri ÅŸaÅŸkın bir halde bırakmayı da baÅŸarmıştır, hiç kuÅŸkusuz. Ardından gelen “Maymunlar Cehenneminin Altında”, “Maymunlar Cehenneminden Kaçış”, “Maymunlar Cehenneminin Fethi” ve “Maymunlar Cehenneminde İç Savaş” ise her anlamda ilk filmin gölgesinde kalmıştır lakin hem seriyi tamamlamak hem de bu maymunların bizimle derdi nedir sorusuna yanıt bulmak için izlemek ÅŸarttır. Süper zeki maymunların öyküsü, bugüne dek üç kez de aptal kutusu TV’ye uyarlandı, bunun dışında 2001’de ünlü yönetmen Tim Burton, ilk filmi “Maymunlar Gezegeni” adıyla yeniden çevirdi. Burton Usta’ya yakışmayan bu beyazperde buluÅŸması, bilimkurgu sevdalıları için de büyük bir düş kırıklığı oldu.

 

Kendi adıma, 5 Ağustos günü dünyanın her yerinde aynı anda gösterime girecek olan Maymunlar Cehennemi: Başlangıç’ı sevdim ve beğendim. Hatta efsanevi ilk filmin ardından en başarılı bulduğum yapım oldu. Öncelikle film teknolojinin nimetlerinden (elbette 100 milyon dolara ulaşan bir bütçe karşılığı) çokça yararlanıyor. “Avatar” ve “Yüzüklerin Efendisi” ile rüştünü ispatlayan görsel efektçi Weta Digital, harika bir işe imza atmış, maymun kostümlü oyuncular tarihe karışmış ve yerine foto-gerçekçi maymunlar geçmiş. Seriyi bozmayan aksine taşlar yerine sağlam bir şekilde oturtan bir film bu, üstelik aksiyon dozunda, karakterler iyi örülmüş ve duygu bağı hiç kopmuyor. Başroldeki maymun Sezar’ın gözünden bakıyor film, bu inandırıcılığı sarsmadığı gibi, bir süre sonra doğanın içine eden, bitkileri ve hayvanları sok sayan, dünyayı salt kendi tekelinde sanan İnsan Cenneti’ne lanet okuyup, Maymunlar Cehennemi’ni anlamaya başlıyorsunuz.

 

Filmin belli başlı rollerini James Franco, Freida Pinto, John Lithgow, Andy Serkis (Maymun Sezar) ve Brian Cox sırtlıyorlar. Yönetmenlik koltuğunda ise vasat “The Escapist” dışında uzun metraj kurgusal deneyimi olmayan Rupert Wyatt oturuyor.

 

Filmin konusu özetle şöyle; Günümüz San Francisco’sunda geçen hikâyede genetik mühendislerinin, maymunların beyinlerini geliÅŸtirmek için yaptıkları deneyler sonucunda maymunların zekâlarının geliÅŸmesi ve insan ırkının kötü yönlerine de maruz kalmaları sonucu insanlar üzerinde üstünlük kurmak için açtıkları savaÅŸ konu alınıyor. Sonuçta ortaya çıkan bu virüs maymunları konuÅŸtururken insanlarda ters tepiyor, ırkımız yok olmaya doÄŸru savruluyor.

 

Cinedergi