“Aslında hepiniz sanatçısınız ama bu gerçek hepinizden saklanıyor.â€
ALPER TURGUT
Fırat Tanış ile Kadıköy’den tanışıyoruz, sürekli karşılaşıyoruz, selamlaşıyoruz, laflıyoruz, falan filan. Ancak sinema, dizi, oyunculuk, müzik, eÄŸitmenlik ve Gezi Parkı üzerine söyleÅŸmek, MuÄŸla’da rol aldığı son filmi “Sürgün İnekâ€in setine kısmetmiÅŸ, sevgilimiz Kadıköy kusura bakmasın, dönüp dolaşıp ona döneceÄŸiz elbet. Ne biçim, ne tuhaf bir giriÅŸ oldu bu, neyse… Soranın muhatabı hakkında bik bik ettiÄŸi, nesnel bir durumu, öznel bir hale çevirdiÄŸi söyleÅŸinin giriÅŸ bölümü deÄŸil, haliyle sorular ve en çok da yanıtlar önemlidir. O zaman, daha da uzatmadan söyleÅŸiye geçelim.
-TV dizilerine devam mı, tamam mı?
Rol aldığım filmlerin sayısı iki elin parmağını geçmiyor, zaten iki elin parmağını geçtiğinde de çok olur. Ancak bundan sonra umarım daha çok olacak. Çünkü televizyona harcanılan mesai, süre, zaman artık geçti. Bundan sonra öyle yerlerde oynamayacağım, dizi vesaire gibi. Böylelikle yaz dışında kışın da film çekebileceğim.
– Yönetmen ya da baÅŸka bir ÅŸey konusunda ayrımın var mı, genç bir yönetmen olabilir, kısa filmde oyna der, senaryo da senin kafana yatar…
Böyle bir ayrımım yok. Özneyle ilgili değil, hikâyeyle ilgili.
– Bakmaz mısın, yönetmen bu senaryoyu ya da bu öyküyü nasıl yansıtabilir ya da yansıtır mı?
Şöyle bir problem var… Gezi Direnişi’nde bütün oyuncular sinemacıların çadırında takılıyorlardı. Hâlbuki sinemayla oyunculuğun hiçbir ilgisi yok. Senin sanatın değil, yönetmenin sanatı. Sen onun istediğinin, yirmi dört kare içerisindeki bir resmin bir parçasısın.
– O orkestranın bir bölümüsün sonuçta, yönetmen ise maestro.
Eldivensin sen, el deÄŸilsin.
– Unutulmaz oynayabilirsin, kalıcı olabilirsin ama çok iyi bir oyunculuk bile bir filmi iyi bir film yapmayabilir.
Mesela ayrılık sahnesi, gün batımında bankta kızdan ayrılmışsın, iki gün o sahneyi düşünürsün, bomba gibi oynarsın ama adam o sahneyi bir vinçle senin arkandan İstanbul’a bağlar sen orada öyle durursun.
– Ya da “tamam†deyip orayı kesebilirler.
Aynen öyle. Ayrıca bir oyuncu için sinema pişmanlık sanatı da. Neden çünkü şöyle bir şansın yok, “Kötü oynadık, suarede düzeltiriz.†Düzeltemezsin. O bitti çektin onu. O film bağlandı. Ondan sonra izleyicinin oldu. Hatta izleyicinin de olmadı dağıtıcının oldu.
– İzleyicinin de oluyor. Belki izleyicinin oÄŸlunun ve torunun da olacak.
Tabii ki onlara da kaldı. Evet, yönetmenin de kim olduğu çok önemli. Bir de mesela oyuncunun bir sinema filminde düşebileceği büyük hatalardan bir tanesi de kendi kafasındaki filmi oynamak. Yönetmenin de kim olduğu önemli. Önceden izlemek çok önünü açıcı bir şey oluyor. Yönetmenin anlatışı, hikâye edişi ya da oyuncu yönetimi…
– Yönetmen de sonuçta seni serbest de bırakabilir, sana “Dur†da diyebilir. Sonuçta her yönetmenin farklı bir tarzı var.
O meselede gördüğüm en temiz adam Nuri Bilge Ceylan’dır. Müthişti.
– Bir Zamanlar Anadolu’da da müthiÅŸ kareler çıkarttın konuÅŸmadan.
Bir şey yapmıyorsun, duruyorsun orada. Adamın hikâyeyi ne kadar çalıştığını, oradaki her insanlık halinin pek çok boyutu hakkında ne kadar düşündüğünü görüyorsun. Çok boyutlu düşünmüş ve sana gelip çok boyutlu alternatifler sunuyor. Tabii ki sana nasıl oynaman gerektiğini tarif etmiyor, sana bir durumu tarif ediyor ve bu sende bir şeye yol açıyor. Neye yol açıyorsa sen de o durumun içinde oluyorsun. Ressam olamamış, romancı olamamış, fotoğrafçı olmuş. “Bir Zamanlar Anadolu’da†ile sanki bir Hristiyan ikonografisi peşinde gitmiyor mu? On bir tane herif, bir tutuklu ondan sonra yedi kapı dolaşıyorlar, taş atıyor Golgota Yolu gibi. Muhtarın kızı, bekaret, masumiyet, Meryem gibi. Değil mi ya? Öyle bir şeydi yani.
– Son film “Sürgün İnekâ€, 28 Åžubat meselesiyle ilgili sanki… İneÄŸin adı “Sarıkızâ€, yapımcı da üstüne basarak “Evet 28 Åžubat’ta gösterime gireceÄŸiz, onu biz belirledik†dedi.
Buradaki mesele şu, bu bir komedi filmi… Neyin mizahı yapılıyor ve mizah niye yapılır? Biraz buradan bakmak gerek ya da ben böyle bir yerden bakıyorum. Burada mizahı yapılan şey aslında toplumların üzerindeki korku, kaygı, endişe. Zannedersem buna bir gönderme yapmak için 28 Şubat vizyon tarihi belirlenmiş. Ne oluyor filmde, yok yere bir olay oluyor, bir inek ilkokul bahçesindeki Atatürk büstünü deviriyor. Sonra çarşı Pazar birbirine giriyor.
– Gazetelere de yansıyan bir olaydı bu zaten.
Evet, bu gerçek bir hikayeden alıntıymış. İneği önce kesecekler, kesmiyorlar. Bayağı başlarına iş açıyor. Sonra diyorlar ki hayvanı bir yere gönderelim, hayvan sürgüne gidiyor. Bu “Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü?†gibi bir şey. Bu orada yaşayan insanlar üzerinde bir korku ve endişe uyandırıyor.
– Yine istediklerini dile getiriyorlar mı?
Kampanya oluyor ya.
– Gezi Parkı deÄŸil mi bu?
Evet, tabii ki yani… Biz bugün olsa “Diren Sarıkız†diye ayaklanabilirdik.
– AÄŸacı, hayvanı… Aslında tüm bunların ötesindeki olan ÅŸey, adalet arayışı ve toplulukta baskı içinde yaÅŸamama isteÄŸi… Gençler “Biz hür bir toplumda yaÅŸamak istiyoruz†dediler. Bu bir özgürlük arayışıydı.
Süper olmadı mı?
– Öyle oldu. Sosyal medyanın da gücü anlaşıldı.
İnşaat devri bitti, yaşasın bilgisayar devri. Ve Sürgün İnek’in hikâyesi, bunun üstüne… Yani bu korkunun yarattığı endişe, her dönem yaşanıyor.
– Son dönemlerde bu tür filmler de çekiliyor aslında, misal “Hükümet Kadın 2†var sırada, Ferhan Åžensoy’un “Muhalif BaÅŸkan†yine baÅŸka bir örnek. Bence Hükümet Kadın ve Muhalif BaÅŸkan, çıtayı aÅŸamayan projelerdi. Bizler “Kibar Feyzoâ€yla büyüdük. Åžimdi oynasa, yine izlerim, izleriz. Çünkü o, hem güldürüyor hem faÅŸizmi de eleÅŸtiriyor. AÅŸireti eleÅŸtiriyor, faÅŸizmi eleÅŸtiriyor, baskıyı eleÅŸtiriyor. En nihayetinde mizah, güçlü bir izah türü. Hani Gırgır’ın beÅŸ yüz bin sattığı dönemler gibi… AÄŸlayan toplumların birazcık gülmeye ihtiyacı vardır. Günümüzde çoÄŸu mizahçı, siyasetten sıyrıldı ben iÅŸte bunu anlamıyorum.
Aslında mizah eleştirmektir yani. Neyi eleştirirsin? Bu filmde mesela korkuların nedenini eleştiriyorsun. İşte bir jandarma cemsesi görüyorlar ödleri kopuyor yani “Eyvah!†falan oluyorlar. Atatürk heykeli kırılıyor, “Allah!†yani.
– Sonra heykel kırıldığı zaman, devlet baskı uyguluyor. Gezi’nin ardından milletin devletten önemli olduÄŸunu anlayacağımız bir sürece gireriz, umudum bu. Kolay bir iÅŸ deÄŸil. Ama devlet bizim yarattığımız sanal bir ÅŸey ve her ÅŸeyi onun üzerine yüklüyoruz, katliamları onun üzerine yüklüyoruz, “Katil Devlet†diyoruz. Sorumlu aslında seçtiklerimiz, atananlar, kolluk güçleri… Yani hepsi… Devletin ne alakası var bununla, devlet senin ona uydurduÄŸun bir kılıf. Burada da “baskı toplumuyla ilgili bir film†diyorsun. Okurken bunu mu hissettin?
Aynen bunu hissettim. Yani korkunun insana ne numaralar ne taklalar attıracağını… Benim karakterim burada “köyün omurgasızıâ€. Fantastik bir köy burası. İşte bu ineÄŸin sahiplerinin daha doÄŸrusu, Hasan Kaçan’ın erkek kardeÅŸiyim ben. Sarıkız’ın da uzaktan amcası sayılıyor. Bir araba sevdalısı… Mesela bu taraftan da okunabilir bu hikaye. Gözüne bir tane Murat 131 kestirmiÅŸ. Araba, manita, öğretmen de güzel, aÅŸk meÅŸk, falan filan. Yani iÅŸsiz güçsüz takımı var köyde. Bunlar niye iÅŸsiz güçsüz? Bu omurgasızlığının arkasında adamın bu iÅŸsizliÄŸi, bu güçsüzlüğü de var. Sabahtan akÅŸama kadar kahvede okey oynuyorlar. Ve bu Sarıkız’ın sahipleri için simgelediÄŸi sadece bir hayvan sevgisi deÄŸil, sütü, eti, ederi, en önemli ÅŸey. Ama bakıyorsun meseleye, mesela bugün bizim çiftçilerin her birinin yıllık geliri beÅŸ bin lira var mıdır? Yoktur. Ben geldim burada çekim yaptığımız yere soruyorum herkesle konuÅŸuyorum, nedir, ne yapıyorsunuz? İşte, insanları bir ineÄŸe mahkum bırakan da bu devlet.
-Sarıkız’ın iyi oyuncu olduğu söyleniyor.
Müthiş. Oynamıyor yani, o kadar süper natürel bir inek. Her yönetmenin mutlaka aradığı bir oyuncu. Bayağı uysal. Mesela dün akşam çekilen sahnede ineğimizin poposunun bir aracın sol tarafına doğru gitmesi gerekiyordu kameranın açısı ve gördüğü resim gereği. Sarıkızı oynayan inek arkadaşımıza kasanın sağ tarafından yemek verildi. Böylelikle o tarafla ilgilenirken kıçı da sola yapışmış oldu.
– Eskiden hatırlıyor musun, tarımda kendine yeten ülkeyiz denirdi. Ama ÅŸu an tarımda kendini yetemeyen, ekonomisi üretime dayanmayan, borsaya ya da baÅŸka bir ÅŸeye tabi olan ve giderek kalabalıklaÅŸan, üçer çocuk istenen bir ülkede yaşıyoruz. Sorum ÅŸu; bu köyden Türkiye’nin profili çıkabiliyor mu?
Tabii ki çıkıyor. Elbette ki yani hani bu bir senaristin zaten kurgusunu yapması gereken bir şey. Köyde hepimiz Anadolu’ya has bir şiveyle konuşuyoruz ama yörenin neresi olduğu çok şey değil. Çok belirgin değil. Anadolu’da bir köy. Tarih içinde bulunduğumuz zaman, bugün. Gomalak köyü var bir de Topuzlu köyü var. Bu iki köy arasında da farklılıklar var. Gomalak’ın insanları daha işsiz güçsüz, bayağı yoksul bırakılmışlar.
– Bir ÅŸey diyeceÄŸim peki, gözüme battığı için söylüyorum, Åžebnem (Sönmez) var oyuncular arasında, sen varsın, Gezi Parkı’nın bir tarafısınız siz, sonra Hasan Kaçan da var. Oyuncular arasında, kendi aranızda tartışma oluyor mu? Yoksa burada iÅŸimizi yapıyoruz ÅŸeklinde mi?
Dışarıda da yapmıyoruz, benim için bir sıkıntı olmuyor. Ne sıkıntısı olabilir ki? Niye sıkıntı olsun ya da şöyle söyleyeyim sıkıntı oluşturacaksa niye burada olalım.
– Ben de onu söylüyorum konuÅŸup tartışamayacağımız hiçbir ÅŸey olmamalı.
Tabii ki olmamalı. Bir diyalog içinde olmak, bunda hiçbir sıkıntı yok. Aslında bir şey söyleyeyim mi belki de bu tablonun hoş ve güzel yanlarından bir tanesi de budur yani. Dünya tatlısı bir adam şimdi, ne yapayım ben yani. Hasan abi yani, dünya tatlısı bir adam. Ne olacak yani. Şunu da söyleyeyim mesela mecliste atıyorum türbanlı birini görmekse mesele, yeminle ben türbanlılardan daha çok istiyorum. Burada bir yöntem ve tarz problemi yaşanıyor, mesele bu.
– Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde eÄŸitmenlik sürüyor mu?
Elbette, sürüyor ve sürecek. Hayatımın en keyif aldığım ÅŸeyi. Büyük bir anlam yani, o kadar ki… Evet, bu bizim baÅŸrolümüz ve bence geleneksel yerlerden oyunculuÄŸun, sanatın hemen kurtulması lazım. Åžimdi Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Nazım Hikmet Akademi içinde aslında. Aynı zamanda yan tarafta Sevimli İş Hanı’nda “Kadıköy Blok†diye bir çalışma mekânı var. Bayağı 140 metrekare acayip bir yer. Baktın mı böyle yakışıklı bir yer. Sadece çalışma ve prova için yapılmış bir yer. Şöyle oldu özellikle bir yıl öncesine geri dönersek, Åžehir Tiyatrosu’nun özelleÅŸtirilmesi pek çok buluÅŸmayanı, birleÅŸmeyeni bir araya getirdi. İşte ne oldu, “Sanat Maratonu†diye bir ÅŸey yapıldı. Biz bütün bunların hepsini devlete borçluyuz. İktidarın bizzat kendisine borçluyuz. Onlar olmasaydı bütün bunların hiçbirini yapamazdık. Herkes kendi içinde takılacaktı. SaÄŸolsunlar bütün perdelerimizi açtılar. Buna da ihtiyacımız vardı, saÄŸolsunlar. Tabii tam da o dönemde ÅŸu çok dikkat çekici bir ÅŸeydi yani. ArkadaÅŸ nasıl bir eÄŸitim? Oyuncu eÄŸitiyorsun da nasıl bir oyuncu eÄŸitiyorsun? Burada karşıdan gelen bir ÅŸikayet var daha doÄŸrusu karşı tarafın en kaba sınırlarıyla tanımladığı bir ÅŸikayet, “Elinizde içki kadehleriyle sırça köşkünüzde takılıyorsunuz.â€. Meseleye bu karikatür hatlarını kesip biçip “Hakikaten ne oluyor burada ya?†diye baktığınız zaman aslında birdenbire AKP kültür sanat politikasından daha muhafazakar bir devlet tiyatrosuyla karşılaşıyorsunuz. Bugün devlet tiyatrolarına oyuncu yetiÅŸtiren devlet konservatuarlarının konuÅŸma derslerine bakıyorsun mesela. Cımbızla çekilmiÅŸ gibi ayıklıyorsun beni oradan çünkü bütün konuÅŸma dersleri İstanbul ÅŸivesi üzerine kurulu. İstanbul ÅŸivesiyle doÄŸru dürüst konuÅŸabiliyorsan, sen oyuncu olabilirsin, devlet tiyatrosunda oynarsın. Haydi, bakayım devlet tiyatrosuna hiç bozulmamış ÅŸivesiyle bir Zaza alsınlar, bir Kürt aslınlar, bir Laz alsınlar, bir TekirdaÄŸlı, bir Adanalı alsınlar. Sanki bunun temeli buymuÅŸ gibi. Ben bunu söylediÄŸim zaman etrafımda yıllarca oyunculuk yapıp, İstanbul ÅŸivesiyle konuÅŸup “Ama benim ÅŸivem yok†deme cahil cesaretini gösterenler oldu. Dil varsa ÅŸive de var. Bu dil meselesinden baktığın zaman aslında devlet tiyatrosunun daha da muhafazakar bir noktada durduÄŸunu görüyorsun. Peki, devlet konservatuarlarında ne yetiÅŸtiriyorlar? Oyuncu. Nasıl yani? Çok afaki bir durum, oyunculuktan kastınız ne yani. Herkesten herkese deÄŸiÅŸir. Bizim akademimizde de iç yönetmeliÄŸinde yazar ilk maddesidir “Nazım Hikmet Akademisi tiyatro bölümünde amaç oyuncu yetiÅŸtirmek deÄŸildir, amaç farkındalığı geliÅŸmiÅŸ birey yetiÅŸmektir.â€
– İster oynar, ister oynamaz…
Evet, bu birey isterse oyunculuk da yapabilir, isterse baÅŸka bir ÅŸey yapabilir ya da hiçbir ÅŸey yapmaz ama baÅŸ tacımızdır, bizim arkadaşımızdır. Kendinin kim olduÄŸu konusunda meselelere ayıkmayan biri ile sen izleyici arasında empati kurabilir misin, katarsis oluÅŸturabilir misin? Yapamazsın. Ama bakıyorsun sokaktaki insan gibi konuÅŸmayan, bırak insanı insan gibi konuÅŸmayan, tuhaf bir ÅŸivede, tuhaf bir duruÅŸla, tuhaf bir edayla hareket eden kiÅŸiler. Ne bu? Atıyorum devlet tiyatrosu. Tuhaf bir biçimde, tirat atan bir topluluk. Bununla kimseyi ikna edemezsin ki. Ama mesela bak ÅŸu çok ilginç bir ÅŸey. KardeÅŸim bizim için oyuncunun gerçek hayatta nasıl kiÅŸilikli, disiplinli falan biri olduÄŸu ilgilendirmez. Herkes oyunculuÄŸu sahnede geliÅŸtirilen bir cacık olduÄŸunu zannediyor. Hayır, oyunculuk sahnede denenen bir ÅŸey… Oyuncunun çalışma alanı sokak. Bir oyuncunun eve gidip başını vicdanıyla yastığa koyduÄŸu an yani. Sokakta çalışılır. Kendi hayatında çalışırsın. Sen hayatta disipline ettiÄŸin, fark ettiÄŸin ne varsa bunu sahneye çıkartırsın. Yoksa bir ÅŸey hiçbir cacık çıkartamazsın. Hiçbir cacık yoksa da kimseyi ilgilendirmez, kimse de bunu izlemez. Bütün hikâye bu. Bu noktadan bakıldığı zaman bir ÅŸey söyleyeyim mi bomba gibi bir okul oldu, çakı gibi yani. Biz ücretsiz eÄŸitim yapıyoruz, “bedelli†yapıyoruz. Bizim ÅŸeyimiz bu “bedelâ€. Çünkü bunun ücreti ne? Kim bilir ne? Bedel öyle bir kavram deÄŸil ama bunun bir bedeli olduÄŸunu bilmelerini de istiyoruz insanların. Sanat denen hadise eÄŸer ki “yetenekliâ€, yeteneÄŸe inanan, doÄŸuÅŸtan gelen yetenekle bu iÅŸi yaptıklarına inanan bir azınlığın elinde, buna böyle devam edersek hiçbir bok olmaz. Bu hepimizin içinde olan bir ÅŸey… Cüneyt Abi’min(Uzunlar) kulakları çınlasın, onun mottosu bu, aynı bizim “Sanat Hareketi†dediÄŸimiz ÅŸey, yani diyoruz ki “Aslında hepiniz sanatçısınız ama bu gerçek hepinizden saklanıyor.†Sonra Gezi DireniÅŸi’nden sonra şöyle dönüştü; “Aslında hepiniz siyasetçisiniz ama bu gerçek sizden saklanıyor.â€
– Tiyatro, binalardan kurtulmalı, özetle…
Bence asıl yapılacağı yer sokaklardır. Sen, “Ses Kumpanyası Åžiir Korosuâ€nu duydun mu? Bizim koromuz. Elli kiÅŸilik bir ÅŸiir koromuz var. Geçen yıldan beri çalışıyoruz. Youtube’a “Ses Kumpanyası Åžiir Korosu†diye yazdığın zaman ilk provalarımızdan bir tanesi, Moda’da kayalıkların orada “Memleketimden İnsan Manzaralarıâ€. İşte bu bir gösteri… Bahariye Caddesi’nde yürüyorsun, aniden sokaktan Edip Cansever okunuyor. Belli ki bir elli altmış kiÅŸiler ama kim olduklarını anlamıyorsun.
– EskiÅŸehir’de baÅŸladılar, mesela tramvayda, çay bahçelerinde birisi çıkıyor, sonra diÄŸerleri ona katılıyor; “Ali İsmail Korkmazâ€Ä± unutmayın†gibi.
Bu oyundur işte, bu Allah’ına kadar oyundur.
– Son soru müzik… Nasıl gidiyor?
Eylül, Ekim, Kasım döneminde beş şarkılık bir albüm yapacağız. Hepsi benim bestelerim değil, Turgay Yakut’un var, benim var, Cüneyt Abi’nin sözlerini yazdığı var.
http://www.cinedergi.com/ Bu sohbet, Cine Dergi’nin Eylül 2013 sayısında yer aldı.