Etiket arşivi: hes

Bilim yok ki kurgusu olsun!

NASA, Mars’ta akarsu bulundu diye açıklama yaptı. Abooo ne gereği vardı, dereler özgür akmalı, çünkü bizimkiler duyarsa, anında HES kondurur, pes be birader dedirtirler. Durun! Daha bitmedi. Elin Amerikalısı, Kızıl Gezegen’deki suyun peşindeyken, memleketimin gündemi neydi? Bir Müslüman, imam aramamalı, herkes kendi ölüsünü kendisi yıkayabilmeli… Mars’ta pamuk bulunmaması isabet olmuş, mevzu bambaşka yerlere giderdi, Alimallah.

Futbol mu, sinema mı, hangisi en güçlü ve kitlesel algı aracı derseniz, kesinlikle sinema derim. Futbolda, herkes topa kitlenmişken, laylaylay diye zıplamışken, film sinsi sinsi işine bakar, önce beyazperdede, ardından ekranlarda, tatlı tatlı subliminal mesaj akar, bilinçaltını güzelce yıkar. Artık 78 yaşına ulaşmış usta rejisör Ridley Scott, propaganda işini iyi bilir, misal Kara Şahin Düştü (Black Hawk Down – 2001) filminde, Amerikan özel kuvvetlerinin reklamını, gayet cafcaflı bir gösteriyle yapmıştı, Somali’deki büyük hezimeti, kahramanlık öyküsüne çevirerek, elbette… Sivil cepheden itirazlar yükselmiş, dönemin meşhur ABD Savunma Bakanı ve Irak işgalinin mimarı Donald Rumsfeld, ordudan savaş helikopterleri ve profesyonel askerler tahsis ettik kendisine, onlar da parası neyse verdiler diye, pişkin pişkin açıklamıştı.

Tam 36 yıl önce Yaratık (Alien) ve 33 sene evvel de Bıçak Sırtı (Blade Runner) gibi iki kült-klasik film çeken Ridley Abimiz, sadece Gladyatör değildir, elbette tarihi sever, epik projelere bayılır, lakin uzay ve evren meselesine de kafa yorar, Hristiyanlık propagandasını, misyoner kafasını, kâinata uyarlar. Hemen harcamayalım abimizi, Cennetin Krallığı’nda İslamiyet’e de hakkını vermiştir. Konuyu dağıtmadan toplayalım, tanrıyı, uzayda aramaya çıktığı Prometheus (2012) kazasından ve haliyle hayal kırıklığından sonra, Ridley Scott, hem Marslı (The Martian) ile yine uçuşa geçmiş, hem de NASA’ya filminin reklamını yaptırmış. Ne diyelim, büyüksün abi. Hah! Bu kitap uyarlamasını, NASA’nın isteğiyle çekmiştir (sipariş bir iş yani) diyenler de olacaktır. Eee arkadaş, NASA, ayağına gidip, lütfen filmimizi yap, hadi ama diyorsa, yine ustaların ustası olduğu içindir, yahu NASA bu, masa değil, kasa değil!

Kendi kakasını gübre yapıp, haçın yardımıyla patates yetiştiren Matt Damon, bu gidişle kadrolu astronot olacak. Bizim eleman, çok sevdi bu işi… Şimdi Mars, erkekliğin simgesidir, Romalı baş tanrı Jüpiter’in oğlu ve savaş tanrısıdır, Venüs ise kadınları, Merkür de cinsiyet değiştirenleri simgeler gibi bilgilerin, bize pek yararı yok. Ancak Merih’in iki uydusunun, yine tanrı soyundan Phobos ve Deimos’un, Yunanca korku ve dehşet demek olması, öyküyü enteresan kılıyor. Ünlü yazar H.G. Wells’in 1898’de yayımlanan Dünyalar Savaşı kitabında, Marslılar’ın, gezegenlerinin öldüğünü görünce, yerküreyi istila etmesi anlatılır. Pek meşhur Gerçeğe Çağrı (Total Recall – 1990) filmini de es geçmeyelim, gelecekte, ta 2084’te, Mars’ta geçen kaotik bir yapıttır. Evet, bilinmeyen, insanı hep korkutmuştur, yoksa memleketimizdeki Cin filmleri ısrarının başka bir açıklamasını bulamayız. Her zaman ürkecek halimiz yok ya, John Carter: İki Dünya Arasında, gayet absürt ve komikti. Üstelik 250 milyon dolar para harcanmıştı bu garabete ve özetle; bilimkurgu, hayli riskli bir oyundur, kazanmak istersin, tavla diliyle, mars olursun.

2001: Uzay Macerası, Yıldız Savaşları, Geleceğe Dönüş, Şey, Stalker, Terminatör gibi bilimkurgu harikalarına, taze sayılabilecek güzeller Inception, District 9, Interstellar, Gravity’i de ekleyelim. Bunlar tam bilimkurgu mudur, yoksa aslında fantastik midir tartışmasını da sonraya bırakalım, bilimden çok fanteziye dayanır çoğu çünkü… Ve gelelim sadede, biz niye bilimkurgu filmi çekemiyoruz meselesine… Hala sansürle, teröre karşı, futbol maçlarının değil, film festivallerinin ertelenmesiyle, salon bulamamakla, sektör olamamakla, stüdyolar ve platolar kuramamakla uğraşırken, gelecek kurgusuyla uğraşmak haliyle zor, çok zor. Aya Yolculuk’u, 113 yıl önce çekmiş, ecnebiler, biz ise 53 yıl sonra, 1955’te, Mars’tan gelen arkadaşların, iki gazeteciyle karşılaşmasını aktaran Uçan Daireler İstanbul’da filmini kotararak, geç olması, hiç olmamasından iyidir demişiz. Aynı yıl, Görünmeyen Adam İstanbul’da filmi de doğmuştur, ülkemize gelen her şey, önce bir İstanbul’a uğruyor, şaka gibi. E.T. türevi Badi, çöp filmlerin kült mertebesindeki Dünyayı Kurtaran Adam, elbette Turist Ömer Uzay Yolunda, AROG, GORA derken, derin düşüncelere dalıyoruz. Bunlar bilimkurgu değil ki, bildiğin komedi.

Tam 20 yıl önce, İstanbul’da bir habere gitmiştim, apartmanın en üst katındaki bir dairede, kocaman bir inek vardı. Komşular böğürmesinden korkarak, şikayetçi olmuş, devlet, evin kapısına dayanmıştı. İnek kapıdan çıkamadı, duvar kırıldı, itfaiyenin yardımıyla ve herkesin ortak çabasıyla, inek, toprağa ayakbastı. Polis şefi, hey sen uzaylı dedi, evin sahibine, nasıl sokabildin, daracık yere, koca ineği? Danaya dönüşmekte olan buzağıydı eve aldığımda, büyüdü inek oldu dedi adam, sütü de güzeldir kızımın dedi, ben, uzaylı değilim demedi, işte hal böyleyken böyle…

Karadeniz ‘çöplük’ olmasın diye…

ALPER TURGUT

Almanya’daki Karadeniz sevdalısı Fatih Akın, “Cennetteki Çöplük” adlı belgeseliyle, memleketimizin cennet köşesinin nasıl cehenneme dönüştürüldüğünü resmediyor, büyük bir ustalıkla… Radyasyon, iÅŸsizlik, göç, Otoyol, HES derken, güzelim Karadeniz’in çöplük gibi bir belası daha varmış. Evet, bu belgesel, bürokrasi denen manyaklığın, yaÅŸam alanını çöplüğe çevirmesine dair… Çöplük deyip geçme, bazen bomba gibi patlıyor, bazen suya karışıyor, denize kadar iniyor, topraÄŸa, sebzeye, meyveye bulaşıyor, bu meret tam bir dert, anlayacağınız.

BeÅŸ yıllık bir proje olan Cennetteki Çöplük, aslında yerel kameraman Bünyamin Seyrekbasan’ın emeÄŸi, özverisi, takipçiliÄŸi ve büyük ısrarı ile beyazperdeye ulaşıyor. Filmin görüntü yönetmenliÄŸini de üstlenen Seyrekbasan, yönetmen de ben olmalıyım deseydi, haklı olurdu ama böyle etkileyici bir belgesel ortaya çıkmazdı, kesinlikle… Fatih Akın’ın ismi, belgeseli resmen görünür kılıyor çünkü, ama ona da haksızlık etmeyelim, kurgu, müzik, detay, mizah, yüzde 70’i amatör olan çekime, yüzde 30 profesyonel katkı vs. derken yeteneÄŸini konuÅŸturmuÅŸ, yerel bir iÅŸi,evrensele hitap eden bir yapıma çevirmesini bilmiÅŸ.

Fatih Akın ve Bünyamin Seyrekbasan dışında görüntü yönetmeni Herve Dieu, kurgucu Andrew Bird, müzisyen Alexander Hacke, ses bölümünde de Joern Martens, Richard Borowski ve Felix Roggel, “Her çözüm, bir sorun doÄŸurur” sloganıyla yola çıkan Cennetteki Çöplük’ü görünür kılıyorlar. Umarım bu belgesel, sinemalardaki gösteriminden sonra TV’ye de taşınır ve böylelikle herkes, yemyeÅŸil bir güzelliÄŸin nasıl kokuÅŸtuÄŸunu ve bozulduÄŸunu izlemiÅŸ olur, içlerinden lanet okuyarak…

Trabzon’a baÄŸlı Çamburnu Beldesi’nde, neredeyse tüm DoÄŸu Karadeniz’in çöplerinin döküleceÄŸi, sözüm ona bir arıtma ve toplama tesisi kurulur, köylülere hiç koku gelmeyeceÄŸi, çöp sularının da dönüştürüleceÄŸi anlatılır ve yalan dolan ile ahali ikna edilir. Hatta parfümler bile sıkılır, ancak çöplük zamanla büyür ve çevre felaketi için geri sayım baÅŸlar. Hırçındır Karadeniz’in doÄŸası, en az denizi kadar… Deli bir saÄŸanak, sele dönüşmeyi elbette bilir, ardından da ya derelere ya da denize ulaÅŸmaya çabalar. Seli, çöplük nasıl durdursun? Haliyle basıp dağıtacak ve ne bulursa onu da beraberinde taşıyacak. Köylüler çevre felaketini görünce, isyan ederler ve çöplüğün kaldırılması için mücadele verirler. Karşılarında bürokrasi var, kolay mı onunla baÅŸ edebilmek? Zor, çok zor…

Belde baÅŸkanı, Çamburnu halkıyla birlikte savaşır, çöplüğe karşı. Ama o ne, kendini yargılanırken bulur, köylüler valiye, bakana dertlerini anlatmayı çabalarlar, ama nafile… Seslerini duyuramazlar. Çamburnu’nun kokudan burnu düşer resmen, gençler kaçmak ister, cennet iken cehenneme devÅŸirilen, bu mazlum ve maÄŸdur beldeden… Çay tarlaları, mısırlar, çöplüğe sırtını dayamış evler, her ÅŸey hızla kirlenmektedir. PisliÄŸin yayılma eÄŸilimi ise ürkütücüdür, denizdeki balık bile ondan kaçamaz, kurtulamaz. Lakin Karadeniz insanı inatçıdır, denizi, suyu, yaylası, yeÅŸili ve evi için mücadele etmekten asla vazgeçmez. Bu belgesel kaçmaz.

Son olarak; Fatih Akın, dedesinin köyünün bulunduÄŸu Çamburnu’na ne güzel destek atmış, umarım aynı ilgiyi, Karadeniz’in asıl belalısı HES’lere karşı da gösterir ve tüm dünyaya seslenecek bir belgesel yaratır.

Cinedergi Ekim sayısı için yazıldı…

Cochabamba’dan Hopa’ya, su haktır, su hayattır!

 

ALPER TURGUT

 

“Yağmuru Bile” (También la lluvia), eski sömürgecileri ve soykırıma uğramış Latin Amerika Kızılderililerini anlatayım derken günümüz sömürgecileri ve isyancı yerlilerinin “su savaşları”nın ortasında kalan, film içinde bir film, özetle. Yapıt, bir belgesel özeninde, gerçeği ustalıkla kurgulayıp, aşırı duygusallığa düşmeden ve didaktik bir dil kullanmadan, müthiş bir atmosfer yakalayıp akıcı ve çarpıcı bir sonuca ulaşmasını biliyor. Yeni nesil politik sinemanın bu güzel örneğini, kaçırmamalı.
Bolivyalı fakir ve yerli halkın suyuna yaklaşık 10 yıl önce göz diken çokuluslu şirket, can ve kan pahasına yürütülen ve büyütülen bir mücadele sonucunda kovulmuştu ülkeden, sloganları “Su Hayattır” idi. Asiydiler, inatçı ve inançlıydılar, tüfek ya da silah ile bu halk caymayacak, yeni bir katliam ve soykırım için sömürgecilerinden asla özür dilemeyecekti. Ülkenin üçüncü büyük kenti Cochabamba’yı resmen savaş alanına çevirdiler, barikatlar kurdular, omuz omuza, dayanışmayı ve paylaşmayı gerçek kıldılar. Ve her şeyden önemlisi istilacılara karşı 500 yıllık öfkeleri vardı, atalarından miras kalan, saklı ve haklı bir büyük öfke, işte onu kuşandılar. Suyumuz yerine (biz su diyoruz onlar Yaku) ancak çişimizi alabilirsiniz diye haykırarak…

 

Bugün HES’ler ile memleketimizin güzelim dereleri peşkeş çekiliyor, Hopa’da devrimci öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını ortaya koyduğu, bu amansız ve iç acıtan benzerliğin şiarı da tıpatıp aynı; “Su Hayattır”. Evet, su hayattır, satılamaz. Çünkü ‘dere bizim evimiz, suyu alın terimiz’ diye türküler söylemişiz. “Dereler, doğa anamızın gözyaşlarıdır” demişti bir Karadenizli dede ve eklemişti; “Hayat verir dere, bu yüzden yaşamak kadar kutsaldır. Biz suyu, kanımızla bir saymışız, ötesi yoktur!” Şair Ece Ayhan, “Vücudunun yüzde 70’i su olan bir canlının nasıl olurda içi yanar” demiş ya, deresiz kalan doğa anamızın da içi yanmaz mı be usta? Bolivyalı kardeşler kovduysa suyumuzun düşmanlarını, bize susmak, bize durmak, bize arkada kalmak yakışmaz. Artık bizim sudan sebeplerimiz bile hayatidir.

 

 

İspanya-Fransa-Meksika ortak yapımı Yağmuru Bile’yi, “Gözlerimi de Al” ile oyunculuk ve senaristlik dışında yönetmenlikte de kendini ispatlayan Icíar Bollaín çekti. İspanyanın Oscar adayı, sekiz ödüllü bu filmin senaryosunu ise, Büyük Usta Ken Loach’un yapıtlarını kalemiyle destekleyen Paul Laverty yazdı. Yağmuru Bile’nin Bolivyalı yerlilerin ağırlıkta olduğu geniş bir oyuncu kadrosu var. Misal Meksikalı oyuncu-yönetmen Gael García Bernal ile yetenekli İspanyol aktör Karra Elejalde… Onlar işlerini layıkıyla yapıyorlar, eyvallah. Ancak “Güneşli Pazartesiler”, “Gözlerimi de Al” ve “Hücre 211” ile resmen takibe aldığımız Luis Tosar, tabir yerindeyse döktürüyor. Taş bir kalbin yumuşamasını, bir adamın iyiden, haklıdan ve doğrudan yana dönüşümünü müjdeleyen karakteri Costa’yı sırtlıyor, götürüyor. Ben lanet bir sivil toplum örgütü değilim diyen bu arkadaşa hayat sıkı bir tokat atıyor. Ve gelelim eylemci, bilinçli ve en sahici karaktere… Juan Carlos Aduviri, hem İspanyol istilacılara karşı direnen Kızılderili Hatuey, hem de oyuncu ve su eyleminin lideri Daniel’e can veriyor.

 

İstanbul Film Festivali’nin “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde yarışan Yağmuru Bile nihayet gösterime girdi, tam 3 kopyayla… Hafta sonu 493 kişi izlemiş, eh büyücü Harry Potter var, gereği yok, gerçeğin…

 

Filmin konusu ise özetle şöyle; Takıntılı idealist Sebastian, Kristof Kolomb ile ilgili bir film çekmeye kararlıdır, ama bu ‘Hıristiyan kahramanın’ (soykırımcı doğrusudur) mitini tersine çevirecek, açgözlülüğünü ve vahşi eğilimlerini gösterecektir. En ucuz ve Latin Amerika’da en “yerli” ülke olan Bolivya’daki çekimler sırasında, Kolomb’dan 500 yıl sonra toplumsal huzursuzluk patlar. Halk en temel hayati madde olan su için savaşmaya başlamıştır.