Etiket arşivi: hayat var

“Çocukluk, hayatın cennetidir”

 

 

 

 

 

ALPER TURGUT

 

Ünlü Alman filozof, yazar ve eğitmen Arthur Schopenhauer; “Çocukluk, hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi, hayatın cennetidir, kayıp cennet” demiş. Ne kadar doğru söylemiş, biz yetişkinler, siz çocuklara çok özeniyoruz, ancak çaktırmıyoruz. Nereden mi belli? Elbette, bizim zamanımızda, şu oyuncak yoktu, bu park yoktu, sonra efendim, bilgisayar da yoktu gibi söylemlerimizden… İşte tam da bu yüzden, büyümeyen çocuklar, aslında ne şanslılar… Evet, çizgi roman kahramanları ve animasyon karakterleri asla büyümüzler. Her yeni nesil, onların arkadaşıdır, tüm çocukları, maceralarına katarlar.

 

Sinema veya televizyon fark etmez, bu güzelim süper kahramanlar, çocuk ruhlu insanlar tarafından üretildiler. Misal lazanyaya bayılan, çok iri ve vurdumduymaz kedi Garfield, artık 37 yaşında… Sahibi, kucağına aldığı Garfield’e; “Avustralya kıtası kadar ağırsın” der, o anında cevabı yapıştırır; “Hımmm, ufak kıtalardan biri yani…”Sevimli Hayalet Casper, Garfield’den 30 yaş daha büyük. Bu cana yakın hayalet, insanların ondan korkmasına çok üzülür, arkadaş edinmek ister. Kuşkusuz, Casper’dan korksa korksa yetişkinler korkar, çocuklar ise onunla dostluk kurar. Çocukların önyargısı yoktur, yoksa doymak nedir bilmeyen, hep yemek yiyen Tazmanya Canavarı, bu denli sevilmezdi, değil mi? Haylazlık, yaramazlık, hem çocuk kahramanların, hem de siz çocukların hakkıdır. Hem ne demiş büyük deha Goethe; “Yaramazlık kimde mi hoşuma gider? Çocuklarda; çünkü dünya onlarındır”

 

İlk çizgi film, 109 yaşında…

 

Çizgi karakterlere sonra yine döneceğiz, şimdi ilk çizgi filmi anlatalım. ABD ve İngiltere’de, neredeyse aynı tarihlerde, yani 1906 senesinde, ilk çizgi film, perdeyle buluştu. Amerikalı James Stuart Blackton tarafından yaratılan eserin adı; “Humerous Phases of Funny Faces” idi. Tam sekiz bin çizimden oluşan bu film, bir ressamın çizdiği resmin canlanmasını anlatıyordu.  Günümüz teknolojisini bir an için unutun, çünkü ilk çizgi film, bir çemberden atlayan köpek gibi basit hareketlere can veriyordu. İngiltere’de ise Walter Booth, “Sanatçının Eli” adlı filmi yarattı. Anlaşılacağı üzere, görünen kendi eliydi. El, bir kadın ve bir erkek çizdi, sonra bu çift dans etmeye başladı.

 

Fransalı karikatür sanatçısı Émile Cohl, animasyonun bir başka ilk ustasıdır. 20. Yüzyılın başında yaptığı Fantasmagorie ise tarihin ikinci animasyon filmidir. Büyük resimler çizen ve bu resimleri tek tek fotoğraflayan Cohl, örneğin Fantasmagorie’yi 700 resimle oluşturdu. 15 yılda 250 film yapan sanatçı, tarihin ilk çizgi film karakteri “Sncokums”a da hayat verdi. 250 film yaptı demiştik, ancak sadece 37 tanesi günümüze ulaşabildi, ne yazık ki…

 

Peki, ilk çizgi hayvan kahraman kimdi? 102 yıl önce yaratılan “Old Doc Yak” adlı kısa pantolon giyen bir keçiydi. Haliyle çok tuttu ve bir seriye dönüştü. Çocuklar çizgi filmi, çizgi filmler çocukları sevmişti. Çizgi filmlere giderek artan ilgi, 1919 yılında meyvelerini verdi. Ve Pat Sullivan’ın “Felix the Cat” adlı yapıtı, pek çok çocuğun sevgilisi haline geldi.

 

Aşağıdaki linkte; ilk çizgi filmlerin nasıl yapıldığına dair kısa bir videolar var.

http://www.izlesene.com/video/ilk-cizgi-filmler-nasil-yapildi/7140193

http://www.izlesene.com/video/sinemanin-ilkleri-ilk-cizgi-film/8137692#

https://www.youtube.com/watch?v=DfOmxAtI00Q

https://www.youtube.com/watch?v=7D6nOddKc0Y

https://www.youtube.com/watch?v=zr58Gka6KTI

 

Önce renk, sonra da ses geldi…

 

İlk renkli çizgi film, tersten boyanan bir eserdi, adı “The Debut of Thomas Kat” idi ve 8 Şubat 1920′de gösterime girdi. İlk sesli çizgi film ise Paul Terry tarafından hayata geçirildi. 1928’de çekilen bu film, Meşhur Ezop’un fabllarından yola çıkılarak yaratılmıştı. Çizgi Film Kralı Walt Disney, filmi beğenmedi ve “bu bir yığın patırtı” dedi. Kıskanmış olsa gerek. Çünkü aynı yıl, yani 18 Kasım 1928’de, kendi sesli çizgi filmi “Steamboat Willie”yi New York’ta gösterime soktu. Bu tatlı rekabet, aslında tüm çocuklara yaramıştı. Çünkü tüm zamanların en bildik kahramanı Miki Fare, artık aramızdaydı. Uzun metrajlı ve sesli ilk çizgi film ise 1937’de çekilen ve yine Walt Disney yapımı olan, herkesin çok iyi bildiği “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” idi.

 

Türkiye’de çizgi film…

 

Türkiye’nin en ünlü karikatüristlerinden Cemal Nadir, 1932 yılında “Amcabey Plajda” adlı bir çizgi film denemesinde bulundu. Tek başınaydı, stüdyosu ve ekibi yoktu. Teknik yetersizlik yüzünden bu ilk proje, gerçekleÅŸemedi. Ülkemizin karikatürist ve animatörleri Vedat Ar, Yalçın Çetin, Mıstık, OÄŸuz Aral, Tekin Aral, Nihat Bali, Tonguç YaÅŸar, Orhan BüyükdoÄŸan, Erim Gözen, Tunç İzberk, AteÅŸ Benice, Ali Murat Erkorkmaz, Cemal Erez, Meral Erez, Emre Senan ve DerviÅŸ Pasin, bizim de çizgi film sektörümüz oluÅŸsun diye mücadele ettiler. TRT için Karınca Ailesi, Tek Bıyık, Tekir Noktalama İşaretlerini Öğretiyor, Bay Burun, Polis Amca, Evliya Çelebi, Dede Korkut gibi çizgi filmler üretildi. Son yıllarda TV kanallarında yayınlanan Pepee, büyük ilgi uyandırdı, hatta oyuncakları da raflarda yerini aldı. Sinemada gösterilen ilk çizgi filmimiz Ayas ise 2013 tarihliydi. Animasyon alanında dünyanın çok gerisindeyiz, umarım gelecekte birbirinden güzel animasyonlar, beyazperde ile buluÅŸur.

 

En sevilen kahramanlar…

 

Çizgi filmlerin tarihçesine bir son verelim, biz yine kahramanlarımıza dönelim. İşçi karınca Z, en sevilen kahramanlardan biridir. Gösterimi 1998’de yapılan filmin karakterlerini, Hollywood ünlüleri Woody Allen, Sharon Stone, Sylvester Stallone, Jennifer Lopez, Gene Hackman ve Christopher Walken seslendirdiler. Böylelikle animasyon seslendirmesi ünlülerin katıldığı bir geleneğe dönüştü. Ve bu sadece ABD ile sınırlı kalmadı. Her ülkenin meşhurları, çizgi film seslendirmesi için kollarını sıvadılar.

 

Sevilen karakterler biter mi? Asla bitmez! Karaca Bambi, Fare Remy, Tavşan Roger Rabit, Homer Simpson, Ceset Gelin Emily, Kung Fu Panda, Kaptan Hook, Totoro, Caroline, Çizmeli Kedi, Gromit, Optimus Prime, Bumblebee akılda kalan tiplemelerdir, kesinlikle… Sonra Afacan Çocuk Denis, He-Man, Jetgiller, Taş Devri, Cedric, Scooby Doo, Sünger Bob, resmen saymakla bitmeyecek.

 

Benim en sevdiğim karakter ise Buz Devri serisinin fenomeni, firavun faresi Scrat’tır. Onun, meşe palamudu ile ilişkisine ve büyük mücadelesine, hayran olmamak elde değildir!

 

Korku sinemasında çocuk etkisi…

 

Çizgi filmler ve animasyonlardan artık çıkalım. İlgi çekici bir konuya göz atalım. Önce ebeveynlerinizden izin alalım. Çünkü yeni konumuz, korku sinemasındaki çocuk karakterler. Efendim, belki aileleriniz gerilim filmlerini seyretmenizi istemiyordur, haliyle haklı olarak. Sizler ÅŸanslı nesilsiniz, bizim zamanımızda anne ve babalarımız, çocuk psikolojisi üzerine pek kafa yormazdı, üstelik her çocuk gibi meraklıydık. Yazlık sinemada, bir korku filmi seyrederek, ilk travmamı yaÅŸamıştım. Neyse bu bambaÅŸka bir hikaye… YaÅŸ sınırları konuyor filmlere, iÅŸte ÅŸu yaÅŸta seyredebilir, bu yaÅŸtaysa ailesiyle izleyebilir gibi… Ancak aynı özeni, çocuk oyunculara göstermiyorlar. Yani çocuklar korku filmi seyretmesin ama korku filminde oynasın. Evet, kesinlikle tuhaf… Bu büyüklerin iÅŸlerine de akıl sır erdirilemiyor. Bir festivalde, yabancı bir yönetmene sormuÅŸtum. Çocuklar neden korku filmlerinde oynatılıyor diye, yanıtı; Çünkü onlar masum, çoÄŸu yetiÅŸkin için masumiyet korkutucudur demiÅŸti. Biz yetiÅŸkinlerin, masumiyetten korkması, harbiden çok ilginç… Sinema tarihinin en korkunç filmi, Åžeytan’dır (The Exorcist / 1973), filmdeki Regan karakterini canlandıran Linda Blair ise, henüz 14 yaşındadır. Artık nasıl bir kaderse, onun sinema hayatı korku filmlerinde oynamakla geçer.

 

Hayvan Mezarlığı filmindeki Gage tiplemesi, Omen’deki JDamiens karakteri, sonra Yetimhane’deki Victor, Orphan’daki Esther, şiddet sever Oyuncak Bebek Chucky’e rahmet okuturlar. Hah! Bizde de Öksüzler filminde Nuri adlı korkunç bir karakter vardır, “Binicem üstüne, vurucam kırbacı” repliğiyle bilinir.

 

Çocuk eli değen filmler…

 

Çocukların sürüklediği, yetişkinleri dönüştürdüğü filmlerini de anlatmadan olmaz. Misal Alice in the Cities (Alice in den Städten, Wim Wenders, 1974). Bu yol hikayesinde, Philip Winter adında yazamayan bir yazar vardır. O tıkanıp kalmıştır. Ve bir gün küçük kız Alice’le tanışır. Onların yolculuğu, yeniden hayata dönmek ve yine üretmek demektir.

 

Çocukluk halleri üzerine…

 

Portekizli yönetmen Monoel de Oliviera, yakında 107 yaşına girecek. Evet, yanlış okumadınız, yüz yedi ve o hala film çekiyor. Aniki Bóbó ise onun 73 sene evvel çektiği bir film. Aynı okulda arkadaş olan çocukların, rekabetlerini, gruplaşmalarını anlatan, onların üzüntülerini ve sevinçlerini yansıtan, etkileyici bir yapıt bu…

 

En sevdiğim film…

 

Sovyet Sineması’nın doruk yapıtlarından biridir Gel ve Gör (Come and See (Idi i Smotri, Elem Klimov, 1985), benim de en sevdiğim ve etkilendiğim filmdir. Savaş karşıtıdır, barış yanlısıdır. Savaş dehşetini, bir çocuğun gözünden yansıtır. Gel ve Gör der, küçük kahramanımız Florya, büyüklerin yarattığı vahşeti ve şiddeti gel ve gör.

 

Büyümek zorunda kalmak!

 

Cría Cuervos, Carlos Saura’nın 1976’da kotardığı bir film. Anne ve babalarını yitiren üç küçük kız çocuğunun, hayata tutunma çabasını kurgular. Ölüm, yaşam ve büyüme sancısı… Yaşamak, yetişkinler için bazen adil değildir, çocuklara ise hiç değildir.

 

Babalar ve kızları…

 

El Sur (Victor Erice, 1983), babasına hayran olan küçük kız çocuğu Estrella’yı anlatıyor. Kahramanımız ağır ağır serpiliyor, için dünyasının kapılarını, hepimize açıyor. Büyüdükçe hayatı sorgulamaya, sorular sormaya, olup biteni anlamaya çabalıyor. Olgunlaşmak gerçeklerle yüzleşince geliyor. İspanya İç Savaşı’nın yarattığı tahribat, toplum kadar, çocukları da vurmuştur çünkü…

 

Kadere inat, “Hayat Var!”

 

Reha Erdem’in bu öyküsü, küçük kahramanımız Hayat’a (14) dair… O, Göksu Deresi’nin kıyısındaki vahÅŸi bir cazibesi de olan harabe bir yuvada büyümeye çabalar. Bakıma muhtaç dedesi ve evin rızkı için balıkçılık dışında yasadışı iÅŸlere de yönelen babasıyla… Acımasız dünyadaki korunağı derme çatma ahÅŸap kulübesinde, boÄŸazın diÄŸer yakasındaki okulunda ve aklınıza gelebilecek her yerde yalnızdır bu çocuk. Hayat’ı, -içimiz cız ederek- kâh iskelede eve dönmek için büyük bir sabırla babasını beklerken kâh metruk arsada garibim horozu tekmelerken yakalarız. Ama Hayat varsa, umut da vardır.

 

Büyümek istemeyen çocuk

 

The Tin Drum (Die Blechtrommel, Volker Schlöndorff, 1979), büyümemeye karar veren bir çocuğun öyküsüdür. Hep üç yaşında kalmak isteyen Oscar’a, annesi teneke bir trampet alır. Halk. Nazi’lere sustukça, o trampetini çalar. O, özgürlüğün susmayan sesidir. Bu büyümekten, büyükleri yüzünden nefret etmenin destanıdır.

 

Uyarmakta fayda var, bu filmlerin çoğu acıklıdır, hayatta gülmek kadar, ağlamak da vardır. Ve ötesinde, sinemanın tüm ölümsüz yapıtlarında çocuklar yer alırlar. Çünkü onların gözleri daha sorgulayıcıdır. Çünkü çocuklar, yetişkinlerin yarattığı anlamsızlığa anlam ararlar.

 

Çocukların, kahramanlığı sırtladığı diğer filmler ise şunlardır; The 400 Blows (Les quatre cents coups, François Truffaut, 1959), Forbidden Games (Jeux Interdits, René Clément, 1952),  Ivan’s Childhood (Ivanovo Detstvo, Andrei Tarkovsky, 1962), Evde Tek Başına (Home Alone, Chris Colombus, 1990) , Where is the Friend’s Home? (Abbas Kiarostami, Khane-ye doust kodjast?, 1987), The Kid with a Bike (Le gamin au vélo,  Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne, 2011) ,The Bad Seed (The Bad Seed, Mervyn LeRoy, 1956),  Stand By Me (Stand By Me, Rob Reiner, 1986), Piano Piano Bacaksız (Tunç Başaran, 1990), Nobody Knows (Dare Mo Shiranai, Hirokazu Koreeda, 2004) , Moonrise Kingdom (Wes Anderson, 2012), Let the Right One In (Låtten Den Rätte Koma In, Yön: Thomas Alfredson – 2008) , Kikujirō’s Summer (Kikujirō no Natsu, Takeshi Kitano, 1999), Kes (Kes, Ken Loach, 1969)

 

Son olarak şunu söyleyelim. Çinli Filozof Mencius; “Çocukluktaki saflığını kaybetmeyen adama, büyük adam denir” demiş. Dilerim arkadaşlar, saf halinizi ve masumiyetinizi, geleceğe taşırsınız. Hepiniz çocuk ruhlu, büyük insanlar olursunuz.

Yorgun atlar zamanı…

 

 

 

ALPER TURGUT

 

“En çok beğendiğiniz yerli yönetmen kim, nedenleriyle açıklar mısınız?” diye sormuşlardı, yanıt vermiştim; “En beğendiğim yönetmen Reha Erdem, hala esinlense de, zamanla ustalaştığını ve giderek daha güzel ve akılda kalıcı yapıtlar ortaya çıkardığını düşünüyorum. Görüntüyü, sesi, oyuncuları iyi kullanıyor, senaryoya ve kurguya da hâkim. Gelecekte sanattan uzaklaşmayıp, gişeye yakın filmler çekerse, sinema tutkunları dışında, genel izleyici de bu beceri ve yetenekten mahrum kalmamış olur” Evet, “A Ay”, “Kaç Para Kaç”, “Korkuyorum Anne”, “Hayat Var” ve “Kosmos”, bu memleketin standartlarının üstünde diyerek, nasıl hakkını verdiysek, önce “Jin”, şimdi de “Şarkı Söyleyen Kadınlar” ile hayal kırıklığına uğradığımızı da söyleyebilmeliyiz, gönül rahatlığıyla… Genel izleyiciyi ıskalamamak gerek demiştik, en öznel film ile karşılaştık, Reha Erdem’den isteğimdir, gel şu hayatın her alanına gönderme yapmak huyundan lütfen vazgeç, çok fazla dağıtmak, toparlayamaya davetiye çıkarmaktır ve anlaşılmaz olmak, bir erdem değildir. Bize yine fantastik hikâyeler anlatmaya devam et, lakin çok fazla entelektüel değiliz, affet. Mümkünse anlaşılır ve inanılır olsun, sana zahmet.

 

Filmin belli başlı rollerini Binnur Kaya, Philip Arditti, Kevork Malikyan, Deniz Hasgüler, Aylin Aslım, Vedat Erincim sırtlamış. Kimi iyi bir performans sergilemiş, kimi kendini tiyatroda sanmış, kimi hayli tutuk kalmış, kimi bu filmde ne arıyorum ben demiş, özetle… Ses ve görüntü kalitesi, filmin en büyük artısı, hiç kuşkusuz. Bazı planlar, resmen sanat eseri, bu güzelim görselin hatırına, çekiliyor 128 dakikalık çile, vurgulayalım. Zamane Kanuni’si Halit Ergenç, dinsel motifli dış sesiyle aralara dalıyor, filmden daha çok uzaklaşmama neden oldu, bildiğin mesafe koydurdu, bu seçim, üstelik mevzuyu da yapay bir hale dönüştürdü, ne yazık ki… Gelenekselleştiği üzere yine geyikler, ağaçlar, silahlar ve atlar, gene erkeklerin işlediği kabahat ve vukuatlar, ataerkil zihniyetin saldırılarına rağmen, inadına masum ve temiz kalmış kadınlar… Devamında Kırmızı Başlıklı Kız, kıyamet alametleri, deprem beklentisi, ölümcül salgın, saflık, kurnazlık, doğa ve Büyükada… Ve elbette Adem’in sonuçsuz yakarışı ve acılarını, mutluluklarını şarkılarıyla anlatan tüm Havvalar. Eleştiriler, semboller, sorular, sorgulamalar, metaforlar, metaforlar, metaforlar.

 

Macar yönetmen Bela Tarr’ın Torino Atı varsa, bizim de İstanbul Atı’mız var, ancak o filmin, tekrar, odaklanma ve sefilliği göze sokma gücü, gece kâbusum olmuştu, İstanbul Atı ise, savrulmama, meseleden uzaklaşmama ve bir süre sonra da unutmama yol açtı. Gözaltında yitirdiği evladını arayan bir anne, kaçan ve saklanan cuntanın işkenceci doktoru, tali dertler değildir, yama hiç değildir. Yani yanardönerli, ortaya karışık kokteyl, şeklen iyidir, ancak içerikte sorun vardır. Ötesinde fazlaca karmaşa, mucizeden daha çok karikatürize olmaya yol açar. Demek istediğim, anlaşılmıştır umarım. Özetle parçaları eksik bir yapboz, bana Şarkı Söyleyen Kadınlar’ın hediyesi oldu.

 

Karşı Gazete

Kadere inat “Hayat Var”

 

 

 

ALPER TURGUT

 

İstanbul’un karanlık yüzü ve yoksun, yoksul insanlar… “Hayat Var”, insanı diken üstünde tutan, huzursuz ve huysuz bir yapıt. İzlenmeye deÄŸer. “A Ay”, “Kaç Para Kaç”, “Korkuyorum Anne”, “BeÅŸ Vakit” derken filmlerini iple çeker olduÄŸumuz senarist-yönetmen Reha Erdem’in son eseri Hayat Var, nihayet gösterime giriyor. Filmin görüntü yönetmenliÄŸini Florent Herry üstlendi, müzikler ise arabeskin kralı Orhan Gencebay’a ait. Hayat Var’ın baÅŸrol elbisesini, boyundan büyük bir iÅŸ kotaran çocuk oyuncu Elit İşcan giydi. Erdal BeÅŸikçioÄŸlu, Levend Yılmaz, Banu Fotocan, Handan Karaadam, Nebil Sayın, Erhan Tekin ve Metin Yıldırım da filmin öne çıkan diÄŸer oyuncuları…

“Hayat Var”, eyvallah… Peki, bu filmde tam tekmil kasavet, rahatsızlık hissi ve kavruk bir yapı yok mu? Gürültü kirliliÄŸi uzmanı İstanbul’a, nefes darlığı çeken yatalak dedenin hırıltısıyla kadın olma heveslisi küçük kızımızın çıkardığı mırıltı da eÅŸlik ediyor. Hiç şüpheniz olmasın, tüm bu cazırtı kulaklarınızı çınlatacak, rahat koltuklarınızda otururken karabasan etkisi yaratacak. Film, her haliyle yaralı ve üstelik kendisine ve karşısındakine zararlı karakterlerle dolu… Kayığıyla gemicilere fahiÅŸe pazarlayan mutsuzluk timsali eÅŸcinsel bir baba, öksürük nöbetleri arasında üçkâğıtçılıkla iÅŸtigal eden zavallı bir dede, evlat ayrımı yapan samimiyetsiz bir anne, bir kaşık suda boÄŸulmaya layık tacizci bakkal amca, yırtıcı bir kuÅŸ misali avını gözleyen lezbiyen komÅŸu teyze, bir erkeÄŸe olan aÅŸkından meczuba dönüşen bir adam… Yahu koskoca İstanbul’da bir tane normal insan kalmadı mı? Hemen hemen herkesin ister istemez tepeden tırnaÄŸa kötülüğe belendiÄŸi tekinsiz kenti karşıma alıp, “Korkuyorum Reha” diye haykırmak geliyor içimden. Åžakası bir yana ve her ne kadar katlanması zor olsa da, Reha Erdem’in “Hayat Var”ı izlenmeye deÄŸer bir seyirlik.

 

HAYAT’A DAİR…

 

Hayat Var, görece kadınların yanında saf tutan bir yapım. Film, görsellik dersinden de sınıfını geçiyor. Mutlu, umutlu arabesk bir final ise yukarıda dile getirdiÄŸimiz üzere film boyunca peÅŸinizi bırakmayan rahatsızlık hissini bir anda dağıtmayı baÅŸarıyor. Ancak peÅŸin peÅŸin söyleyelim; Hayat Var, sinemaya aÄŸlamak, gülmek ve eÄŸlenmek için giden genel izleyiciye göre bir film deÄŸil. 7. Sanat tutkunları, zihin jimnastiÄŸini sevenler ve sinema salonunda tokat yemek isteyenler… Mesajı aldıysanız; Hayat Var, sizin için ideal bir seçim.

Bu öykü, küçük kahramanımız Hayat’a (14) dair… O, Göksu Deresi’nin kıyısındaki vahÅŸi bir cazibesi de olan harabe bir yuvada büyümeye çabalar. Bakıma muhtaç dedesi ve evin rızkı için balıkçılık dışında yasadışı iÅŸlere de yönelen babasıyla… Acımasız dünyadaki korunağı derme çatma ahÅŸap kulübesinde, boÄŸazın diÄŸer yakasındaki okulunda ve aklınıza gelebilecek her yerde yalnızdır bu çocuk. Hayat’ı, -içimiz cız ederek- kâh iskelede eve dönmek için büyük bir sabırla babasını beklerken kâh metruk arsada garibim horozu tekmelerken yakalarız. Fenerbahçe aşığı delikanlı çırak ile aÄŸaçlara tırmanmadığı vakitlerde bakkal amcayla tehlikeli oyunlar oynayan Hayat’ın yakınlaÅŸması ise kaçınılmazdır. Kadere inat, yaÅŸama dört elle sarılmıştır Hayat…

 

BİR NUMARALI HALK DÜŞMANI

 

“Ölümcül İçgüdü” (L’instinct de mort) ise Fransa ve Kanada’da “bir numaralı halk düşmanı” ilan edilen ünlü gangster Jacques Mesrine’in akıl almaz yaÅŸam öyküsünü kurgulayan güzel ve ilgi çekici bir film. Öldüren İçgüdü, gerçek bir hikâyeden yani 39 can alan bir adamın otobiyografisinden devÅŸirildi. Fransa’nın son gangsteri “bin bir suratlı” Jacques Mesrine, ÅŸiddete tapınan bir katildir ve karşısına kim çıkarsa çıksın silahı ölüm kusacaktır. Bu efsanevi haydudun akıbetini merak edenler ise 1 Mayıs günü vizyona girecek devam filmi “Ölümcül İçgüdü 2”yi beklemek zorundalar.

Yönetmen Jean-François Richet’in 33 haftada çektiÄŸi Ölümcül İçgüdü’nün maliyeti 80 milyon doları buldu, “Nefret” (La Haine) filminden bu yana mercek altında tutuÄŸumuz güzeller güzeli Monica Bellucci’nin yetenekli kocası Vincent Cassel, Mesrine karakteri için 20 kilo aldı. Üç dalda Fransız Oscar’ı Cesar’ı kazanan yapım, biraz hızlı aksa ve psikopatlığa karşı saygı uyandırsa da aksiyon-macera filmlerini sevenler için biçilmiÅŸ bir kaftan…

“Kanunları sevmem, çünkü zenginler için yapılmışlardır” ve “hükümeti ve maksimum güvenlikli bölgeleri sevmem” gibi incileri bulunan ünlü katil Jacques Mesrine, 1936 yılında doÄŸmuÅŸtur ve Fransa’nın Cezayir’de giriÅŸtiÄŸi soykırım yıllarında sıradan bir askerdir. AskerliÄŸin bitimiyle memleketine dönen Mesrine, kötü arkadaÅŸlar sayesinde yer altı dünyasına adımını atar. O, sürekli kendi kimliÄŸini arar ve içgüdüleriyle hareket eder. Giderek vicdanı yitiren ve paranoyaklaÅŸan cani Mesrine’nin zaafı ise güzel kadınlardır. Mesrine’nin iflah olmaz bir romantik olması ve sevdiÄŸi kadınlara aÅŸk mektupları yazması ise ilginçtir. Hırsızlıktan banka soygunculuÄŸuna, fidye için adam kaçırmaktan cezaevi basmaya, rehin alma eylemlerinden infazlara dek yemediÄŸi halt kalmaz. ÇeÅŸitli cezaevleri, üç kez firar ve kaçak yıllar… Güvenlik güçleri ve karşı cenahtaki diÄŸer kanunsuzlar tarafından yana yakıla aranan anti-kahramanımız tüm bu hengâme esnasında evlenir ve üç çocuk sahibi olur. Tabii ki kendisini polisi aramakla tehdit eden karısının aÄŸzına silah sokmayı unutmayarak… O, 60’lı ve 70’li yıllara damgasını vurur ve hatta “Anti-Mesrine” adı verilen özel bir polis birliÄŸinin kurulmasına neden olur. Bunun dışında meÅŸhur gangsterin, Quebec Özgürlük Cephesi üyeleri ve sol cephe militanlarıyla arası iyidir. Yönetmenin dediÄŸine göre; Mesrine, aynı zamanda isyancıdır, provokatördür, entelektüeldir, sinemaya hayrandır, pazarlama dehasıdır, çekicidir, karizmatiktir, benmerkezcidir, mükemmel bir aşçıdır.

CUMHURİYET HAFTA SONU / 28 MART 2009

Anadolu Kartalları, Behzat.Ç… Ya sinema?

 

Evet, bu vizyon haftasında iki büyük yerli gişe filmi var, tekelleşmekte sınır tanımayan sinema salonu sahipleri erken bayram edecek. “Anadolu Kartalları” 278, “Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm” ise 245 kopya gösterime giriyor. Bu toplamda 523 kopya eder. İlki keşke belgesel olarak çekilseydi dediğim bir kurmaca hüsran, ikincisi bir filmden öte bildiğiniz dizi uzantısı… Her yer tutulmuş, salonlar kapatılmış, koltuklar kapılmış. Peki, sinemada gerçek bir film nasıl izlenecek?

Anadolu Kartalları, Behzat.Ç… Ya sinema? yazısına devam et