Etiket arşivi: Farah Zeynep Abdullah

Ayrıl da gel, kop da gel Şampiyon!

ALPER TURGUT

At yarışları denilen, vakit ve nakit eksilten bağımlılıkla harbiden bir alakam olmadı, anlamaya çabalamadım, mesai harcamadım, haaaa Veliefendi’ye birkaç kez iş için gittim, o ayrı. Lakin yakın çevrem, her zaman at tutkunlarıyla doluydu, nasıl anlatılır halleri bilemem; adeta dörtnala bir sevda! Yoksa hipodrom, jokey, apranti, seyis, eküri, padok, galop, foto-finiş, starting box, Arap atı, İngiliz atı, aygır, kısrak, safkan, yarım kan, sağrı, handikap, ganyan, bahis, altılı, ikili, misli gibi, sıradan hayatımda karşılığı olmayan bunca şeyi nereden bileceğim? Aşina olmaktan yoruldum, yani o denli. Bilimsel çalışırlardı üstelik, atın huyunu, suyunu, hatta ta yedi ceddini bilirlerdi, kumda koşar, çimde coşar, kilosu şöyle, jokeyi böyle derlerdi, saksı çalışmaz, kafa basmazdı, anlamış gibi kelle sallardım, vah zavallım!

Sağ ve var olsunlar, sayelerinde, Bold Pilot, Yavuzhan, Mirhat, Tansel, Johny (bunda bir n diye eksik derdim) Guitar, Grand Ekinoks, Trapper, Kafkaslı, Sabırlı, Turbo, Ribella gibi şampiyon atları bilir, omuzumu dürterlerse şayet, onlarla birlikte izlerdim yarışları, yalan yok, görmek keyifliydi, heyecan o biçimdi, bak ya; Halis Karataş, Mümin Çılgın, Süleyman Akdı, Kadir Altınöz, Selim Kaya gibi ünlü jokeyler bile hatırımda kalmış.

“Bizim İçin Şampiyon” filmi, memleketin en çok kazanan ve en bildik jokeyi Halis Karataş ile efsane rekortmen aygır Bold Pilot’un öyküsünü resmedince, haliyle geçmişin hatırına, seyretmek de kaçınılmaz oldu. Kabul buyurun; Epey zamandır dünyada ve artık yurdumuzda da, biyografik projeler revaçta. İnsanlar, azim, cesaret ve başarı hikâyelerini beğeniyor, seviyor, izlemek istiyor, gayet mantıklı, aslında. Lakin bu akın, çöp işlere de geçit verebilir, tüketim ve vasatlığın çağında, ne sunarsam alırlar kafasıyla, saçmalıklara doyamayabiliriz. Risk, her zaman var ve olacak. Şampiyon filmi neyse ki, ucuzluğa kaçmamış, görevi başarmış, yarışta kazanmış. Çok şükür! Birtakım noksanlarına ve bir parça da klişelerine karşın, eli yüzü harbi düzgün, iyi işlenmiş, iyi çekilmiş, hayli emek verilmiş bir yapım bulunca, bize de duygulara gark olmak kaldı.

Evet; Ahmet Katıksız filmi yönetmiş, senaryosunu da Serkan Yörük ile birlikte yazmış. Ekin Koç, Farah Zeynep Abdullah, Fikret Kuşkan, Ali Seçkiner Alıcı, Serkan Ercan, Erdem Akakçe, Sekvan Serinkaya ve Sibel Taşçıoğlu da, yapıtın oyuncu kadrosunda. Hemen her oyuncu, rolünü layıkıyla sırtlamış, neredeyse sırıtanı yok! Ancak Halis Karataş’ın babasını canlandıran Ali Seçkiner Alıcı’ya ayrı bir parantez açmalı! Müzisyen ve tiyatrocu Ali Seçkiner Alıcı, resmen döktürmüş. Hatta iki buçuk ay evvel Adana’da seyrettiğim Anons filminde de gayet başarılıydı. Aynı sene içerisinde hem bir darbeci albayı, hem de acılı seyis bir babayı, bu denli iyi sergilemesi, neredeydin birader dedirtir, o kadar.

Aklıma gelmişken, bir film çekerken, sahne gereğiyse, mümkünse saçınızdan da feragat edebilin yahu, makyajla bunu kapattık sanıyorsanız, hoooopppp arkaya doğru uzamış, hani uzaylı kellesi gibi görüntü, komik kaçıyor, bilesiniz! Bir güzelim mini dizi seyrediyorum, yine gerçeklerden damıtılmış, adı da Escape at Dannemora. Başrollerinde de çok sıkı isimler var; Benicio Del Toro, Paul Dano, David Morse ve Patricia Arquette. Ta Çılgın Romantik (True Romance – 1993) adlı sağlam seyirlikten bu yana, aklımızı alan Patricia, bakın rolü için nasıl dönüşmüş, bedeninden vazgeçmiş, oyunculukta zıplayıp çıtayı geçmiş, dizi için ha, film de değil!

Bizim İçin Şampiyon filmi, ilk üç günde, 195 bin kişiyi sinemaya çekmiş, bence çok az, bu film, daha çok sinemaseverin ilgisine mazhar olmalı derim. Filmin konusuna hiç girmiyorum, tepeden tırnağa umut yolculuğu işte, ötesinde kanser denen illetle mücadele ve elbette 1990’ların derin karanlığında, yoksullar adına aydınlık saçan huysuz ve müthiş bir atın halleri.

Altılı Ganyan denen zamazingonun, pek çok hayatı kararttığını, at koşar, baht kazanır diyenlerin, gündelik yaşamda adeta nal topladığını, unutmadım. Eskiden daha vahşiydi bu koşular, mahmuzlar ve çivili kamçılar, kan revan içerisinde bırakırdı güzelim canlıyı… Sonradan belli başlı bazı standartlar getirildiyse de, azıcık empati yapın gayrı, birisi sırtınıza atlasa, vursa kabanıza kamçıyı, oh misssss der miydiniz? Atların ömrü, 20 ila 30 yıl, ortama 25 senelik bir yaşam süresi. Ancak yarış atlarına bakın, çoğu erken gidiyor, yarıştan sonra da üreme çiftliklerinde sömürülüyorlar. Jokeylerin yarışlarda ölmelerinden, sakat kalmalarından da dem vuracaksak, bu yazı bitmeyecek. İkilemdeyim yani dostlar, hem bir canlının bahis için koşturulması saçma geliyor, hem de insanla-hayvanın bu denli uyum içerisinde yol kat ettiği başka bir spor olmadığı aklıma geliyor. Sadece şunu biliyorum, tüm dünyada, at kadar, estetik ve güzelliğin birleştiği başka bir canlı yok, ne bileyim, insan bakmaya doyamıyor, kıymak neyin nesidir?

İşletim sistemlerine özgürlük!

 

 

 

ALPER TURGUT

 

Vizyon günü Cuma’nın, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne denk gelmesi, doğal olarak dağıtımcıların ve salon sahiplerinin film seçimlerini etkiledi ve artık gelenekselleşen aşk filmleri haftası, bu yıl gerçekten kılıfına uyduruldu. 7. Sanat sinemanın, AVM tipi bir sevgililer günü paketi içerisinde yer alması, harbi harbi sinir bozucu olsa dahi, yapacak pek bir şey yok. Bari ‘Her’ filminin adını ‘Aşk’ diye çevirmeselermiş, neyse, geçmiş olsun! Aşk, işletim sistemine abayı yakan bir adamın, tuhaf, farklı ve ‘ezik’ öyküsünü dillendiriyor. Bizler, “internetime dokunma, sansüre hayır!” diye eylem yaparken, insanlar, memleket sınırları dışında, teknolojiyle aşk yaşamanın düşlerini kuruyor. ‘Porno Lobisi’ değil valla, olsa olsa kültür ve sanat lobisidir bu… Hah! Kahramanımızın konuştuğu, epey meraklı ve hayatın anlamını arayan bir kadın sesi, hem de ne ses, güzeller güzeli Scarlett Johansson’un sesi… Şimdi ‘kızlı, erkekli’ konuşmak da yasak diyebilirler ve bunca saçmalık mevcutken, pek şaşırmayız, ne yazık ki… Kıssadan hisse, böyle bir şey, gelecek Türkiye’sinde yaşasak, gaz bombaları yağarken tepemize, “İşletim sistemlerine özgürlük!” sloganı atıyor olabilirdik, ihtimal dâhilinde…

 

Beş dalda Oscar adayı olan Aşk, kentli insanın yakıcı ve sarsıcı yalnızlığını anlatıyor. Bireyin, teknolojik bir aletten ilgi ve alaka beklemesi, oysa ne acıdır. Karşılıklı kur yapmak, iyidir, hoştur, ancak bir sese, bir beden bulamamak, bir sesin elini tutamamak, fenadır, zordur. Kalabalıklar içindeki yalnızlık, gündelik hayattan kopuşu ve içe dönük bir yaşamı benimsemeyi doğruyor. Elbette, gönüllü yalnızlık, zorunlu yalnızlıktan daha çekilebilir bir durumdur ve bazen kaçmak, kalıp kabullenmekten çok daha mantıklıdır. Tükenmek, yaşama sevincini yitirmek, örselenmek, incinmek, ezilmek, zamanla duyarsız, duygusuz, robot benzeri bir insana dönüşmeyi getirir, getiriyor. Çağımızda sanal alem bağımlılığı, tedirgin edici boyutlara ulaşmış durumda, vapurda dahi, denizi, Boğazı, Kız Kulesi’ni izlemek yerine, akıllı telefonlarına gömülmüş, çevresiyle irtibatı kesmiş insanlar yok mu? Peki, çay eşliğinde, sevdiğiyle kısacık ve sıcacık bir sohbet etmek yerine, tablet bilgisayarlarıyla oyun oynayanlar… Aralarında ben de varım, sen de varsın, belki giderek hepimiz olacağız, hayattan kopacağız.

 

“John Malkovich Olmak” ve “Tersyüz” (Adaptation) gibi dahi işi iki harika filme imza atan, Spike Jonze, Altın Küre’de en iyi senaryo ödülünü kapmıştı, en iyi orijinal senaryo dalında, Oscar’ın da favorisi, hiç kuşkusuz. Hakkıdır. Yeteneği tartışmasız olan Joaquin Phoenix, yine döktürüyor, Amy Adams deseniz, kötü bir performansını hatırlamıyorum. Filme dair en çok neyi mi sevdim? İşte budur dedirten sanat yönetimini bir kenara bırakırsak, gelecekte bile, eski bir romantizmi sürdüren, başkaları için duygusal ve kişisel mektuplar yazarak hayatını kazanan bir insan olması, ne güzeldi. Özel mektuplarını başkasına yazdıran insanlar meselesi ise gidilen yolun vahametini ortaya koyuyor, paranın amansız hükmü, özeline verdiğin değerin azalması, zamanı yanlış kullanmak. Hani bir türküde vardır ya; “Geçen gün ömürdendir”, işte öyle bir şey.

 

Bir Mucize İki Kere Gerçekleşmez

 

“Bir küçük Eylül meselesi”ni, hiçbir beklenti içerisinde olmadan seyrettim, hakkında en ufak bir bilgim dahi yoktu, beni şaşırtan, hayli temiz çekilmiş, dürüst bir işle karşılaştım. Küçük bir öykü bu, müzikle, karikatürle, sevinçle, hüzünle ve Bozcaada ile süslenmiş. Evet, meşhur “Ezel” dizisinin senaristi Kerem Deren, filmi hem yazmış, hem de yönetmiş. Ve ilk denemesinde başarmış, umarım hiç bozmaz, katarak, hatalarını azaltarak, giderek ustalaşarak devam eder. 100. Yılındaki memleket sinemamız aşkına, tutunca üçleyen, dörtleyen gişe tipi projeler dışında, hikayeleri güzelce resmedecek insanlara da ihtiyacımız var.

 

Filmi izledikten sonra Twitter’a; “bir küçük Eylül meselesi, seyredilesi bir film olmuÅŸ. Hüzünlü bir karikatür gibi, bir Zihni Sinir projesi gibi, aÅŸkın mucize olması gibi…” yazdım, hemen telefonlarım çalmaya baÅŸladı, eh pek alışık deÄŸiller insanlar, yerli iÅŸi filmler hakkında olumlu ÅŸeyler yazmama, önceliÄŸim bir öyküye inanmak dedim, gerisi hep ayrıntı çünkü. Devamında görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, yurdumuzun en iyi gözlerinden biri, onun kamerasından dökülen sahneleri görünce daha iyi anlıyorsunuz, insan, her ÅŸeyi bırakıp, Bozcaada’ya yerleÅŸme fikriyle çıkıyor, sinema salonundan… Karikatürist Erdil YaÅŸaroÄŸlu’nun da çizimleriyle filme katkısı büyük.

 

Engin Akyürek, Farah Zeynep Abdullah, Ceren Moray ve Serra Keskin’in aralarında bulunduğu oyuncu kadrosu, filme çok şey katmışlar. “Tek” denilen başroldeki münzevi, yarı deli, insan iyisi karikatüristin, karakter gelişimi keşke daha iyi verilebilseydi, hem derinlik kazanırdı, hem de sinemamız adına unutulmaz olurdu. Film şuna benziyor, bunu andırıyor meselesine hiç girmeyeceğim, esinlenme hep olur, klişeler yerinde kullanılırsa, cuk oturur. Tesadüfler, insanları bir araya getirir, zıt karakterler birbirlerini çeker, tüm bunlar malum, nerede, ne zaman, hangi koşullarda, işte bu bilinmez. Denk gelmesi zordur ve bu yüzden aşk bir mucizedir, daha da yazasım var, ancak sonrası ‘spoiler’ vermek gibi olur, noktayı koyalım.

 

Sadece Aşıklar Hayatta Kalır

 

Amerikan bağımsız sinemasının yetenekli, deneyimli ve öncü senarist yönetmenlerinden Jim Jarmusch, Hollywood dışında da beyazperde düşleri kurulabileceÄŸini, tüm dünyaya kanıtlayan, hatta ötesinde memleketimizin genç kuÅŸak sinemacılarını da derinden etkileyen bir isim, hiç kuÅŸkusuz. Salt giÅŸe odaklı sinema anlayışına; “Bir filmin tüm prodüksiyonu filme, onun düşüncelerine, içeriÄŸine, ÅŸekline hizmet ediyorsa, iyi, yok eÄŸer yapımcının cebini doldurmaya hizmet ediyorsa, o zaman kötüdür” diyerek karşı çıkan Jarmusch, kariyerinin en iyi ve nitelikli iÅŸlerinden biri olan Sadece Aşıklar Hayatta Kalır’ın Only Lovers Left Alive), ülkemizde Sevgililer Günü ayağına pazarlanmaya çalışıldığını duysa, bozulurdu sanki… Filmin, Tom Hiddleston, Tilda Swinton, Mia Wasikowska, John Hurt, Anton Yelchin ve Jeffrey Wright’dan oluÅŸan müthiÅŸ bir oyuncu kadrosu var. Aralarında tam 21 yaÅŸ fark bulunan Tilda ve Tom, rollerinin hakkını ziyadesiyle vermiÅŸler ve hiç sırıtmamışlar, aksine sinema tarihine mükemmel bir çift armaÄŸan etmiÅŸler. Müzikle birleÅŸen, mizahla geliÅŸen, zekâyla yetkinleÅŸen estetik bir yapıt bu, sonsuz bir aÅŸka mahkûm olan vampirlere dair. Kendin halinde bir eÄŸlence, mutlak romantizm ve akıcı diyaloglar… Kâh yavaÅŸlayan, kâh hızlanan, karanlıktan bırakan ve bunaltan bir yanı da var elbette, genel izleyici tüm bunları hesaplayarak seyretsin derim, gerçek sinemaseverler ise zaten izleyecektir, eminim. Post-modern ve sanatsal vampir öykümüzde, insanların deÄŸil, vampirlerin ruhu vardır aslında, insanlar, yaÅŸayan ölülerdir, onlar, zombi’dirler, kanları bile bozulmaya baÅŸlamıştır. Görece haklılar da, hani…

 

Vampirlerin aşkı seri olur

 

“Vampir Akademisi” (Vampire Academy), adı üzerinde okullu vampirleri konu alan, hikâye anlatmaktan ziyade, ısırmak, âşık olmak, kaçmak, kovalamak ve kan banyosu yapmak temalı, fantastik bir deneme… Yani 5 filmlik pek meşhur “Alacakaranlık” (Twilight) bitince, “teenage” cephesinde doğan boşluk kapanıyor ve “yeniyetme” serilerinin en sonuncu nihayet başlıyor. Bu hayli yüzeysel, haddinden fazla geveze ve son kerte şamatacı film için fazla lakırdıya gerek yok, derinlik aramaya hiç gerek yok. İyilik, kötülük çatışması, klişe yağmuru ve olmazsa olmaz sevda, bu basit ve bildik şeyleri anlatamamak ise bambaşka… 118 kopyayla gösterilecek film, fena ötesi, lakin gençler, büyük bir hasretle bekliyorlar. Artık yetişkiniz diye, ergen olduğumuz vakitleri unutacak değiliz. Ötesinde çoksatar altı kitaplık serinin, sinemaya uyarlanması, haliyle yıllar sürecek ve onlar da büyüyecekler. Şimdi ilk sevmelerin, garip ve tuhaf kitaplar ve filmlere hayranlık duymanın tadını çıkartsınlar, hem sabun köpüğü işler, zihni de pek yormaz, başka da ne söyleyelim?

 

Balayı için köyü boşaltmak

 

Sevgililer Günü paketinde, vampirlerin sonsuz aÅŸkı var, teknolojik aÅŸk var, klasik aÅŸk olmasın mı? AÅŸk, niÅŸan, düğün ve elbette “Balayı”… Haftanın ikinci yerli filmi olan Balayı, Koray Baliç’in yazdığı ve çektiÄŸi, Emre Kılıç, Seda Tosun, Petek KırboÄŸa, Dilan Çiçek Deniz ve Bertan Ceylan’ın belli baÅŸlı rollerini üstlendiÄŸi, romantik komedi formatında ve güçlü rakipleri karşısında hayli ‘iddiasız’ bir konumda bulunan bir seyirlik. “Ülkenin en zengin iÅŸ adamlarından UÄŸur ile çok ünlü bir oyuncu olan Gül, tanıştıktan bir hafta sonra evlenirler. Çift sürpriz balayı için Kaleköy’e giderler. UÄŸur, Gül ile baÅŸ baÅŸa kalmak için köylüleri köyden göndermiÅŸtir.” Devamını yazamıyorum, takatim kalmadı. Özetle, bu film hakkında herhangi bir malumatım yok, gidecek arkadaÅŸlar, ÅŸayet beÄŸenir ve bana da önerirse, seve seve seyrederim.

 

Âşıkları ayırmayın!

 

“Sonsuz Aşk” (Endless Love), bundan tam 33 yıl evvel, “Affedilmeyenler” adıyla gösterime giren ve henüz 16 yaşındaki güzel aktris Brooke Shields’i dünyaya tanıtan vasat filmin, yeniden çevrimi… Başlıca rollerde Alex Pettyfer, Gabriella Wilde, Robert Patrick, Bruce Greenwood, Rhys Wakefield, Dayo Okeniyi, Emma Rigby ve Joley Richardson, yönetmenlik koltuğunda ise Shana Feste var. “Karizmatik delikanlı ve ayrıcalıklı genç kız” gibi bir tanıtım notu var, aşk mı anlatılıyor, pazarlama stratejisi mi, belli değil. Neyse, ebeveynler gençleri ayırmak isteyince, mesele tutkulu bir aşk serüvenine dönüşüyor, sözüm ona… Sezar’ın hakkını, Sezar’a verelim, vizyon diyecek üç tane iyi film varken, tatsız tuzsuz bir yapımı tavsiye listesine almamız, pek mümkün görünmüyor.

 

Aşk dışı tek seçenek

 

Tam 7 filmin gösterime gireceği, adı konmamış aşk filmleri haftasında, tek ayrık otu ‘RoboCop’, kuşkusuz. Ve çok şükür, filmin ismini ‘Aşk Polisi’ diye çevirmemişler, böylesi bir tuhaflık vuku bulsaydı, şaşırmazdım da hani… Sevi öyküleriyle hiç işim olmaz diyenler için, biricik seçenek haline dönüşen RoboCop, haftanın en çok kopyayla giren ikinci filmi (130 kopya), üstelik… Bundan 27 sene önce, teknolojiden görece muaf bir zamanda çekilen ilk RoboCop, hepimizi etkilemişti. Bilimkurgu klasiğine dönüşmese dahi, birçok sinemasever için kültlük mertebesine erişmişti. Bu yeniden çevrim RoboCop, Joel Kinnaman, Gary Oldman, Michael Keaton, Abbie Cornish, Jackie Earle Haley, Michael K. Williams ve Samuel L. Jackson’lu güçlü kadrosuna ve teknolojinin artık uçuşa geçmiş olmasına karşın, orijinal yapıtın eline su dökemiyor, belirtelim. Son olarak; ABD, dünyanın geleceğini de ipotek altına alacak mevzusu, harbiden baydı.