Etiket arşivi: Elena Anaya

İçimizde yaşattığımız deli

 

 

ALPER TURGUT

 

“İçinde YaÅŸadığım Deri” ( La Piel Que Habito – The Skin I Live In ) filmini seyredince artık peÅŸisıra olgunluk dönemi ürünlerini sergileyen İspanyol usta Pedro Almodovar’ın 62 yaşına inat haylaz bir ergen olarak kalmayı baÅŸarabildiÄŸini gördüm, ne yalan söyleyeyim, bu çok hoÅŸuma gitti. Onun büyümeye niyeti yok! Ve filmi neresinden baÅŸlatırsan baÅŸlat, birkaç sahnenin ardından yaratıcısının adını rahatlıkla koyabilirsin. Evet, onun içinde yaÅŸattığı deli, sanatla buluÅŸarak dışarı taşıyor, yönetmen sinemasının en özgün ve haliyle ÅŸaşırtıcı filmlerine imza atmasına olanak saÄŸlıyor. Bu gerçekten büyük bir keyif, seyrine doyum olmuyor.

 

Peki, Altın Küre Ödülleri’nde ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ adayı olan İçinde YaÅŸadığım Deri, onun 18 filminin arasından en iyisi mi? Kesinlikle deÄŸil. Ancak genellikle kendi senaryolarını yazan Almodovar bu kez, Fransız polisiye yazarı Thierry Jonquet’in “Tarantula” isimli 2005 tarihli romanınını uyarlamış. Ortaya sürprizlere açık, merak uyandıran ve eÄŸlenceli bir film çıkmış, mutlaka izlenmeli derim.

 

Cinsellik adlı ana yemeÄŸin etrafını, aÅŸk, intikam, ihtiras, yaratım gücü ve benzeri mezelerle süsleyen İçinde YaÅŸadığım Deri’de, kendisine Javier Bardem ve Penelope Cruz gibi Hollywood’un yolunu açan yönetmeni Pedro ile 20 yıl sonra yeniden bir araya gelen Antonio Banderas da resmen döktürüyor. Filmin diÄŸer oyuncuları Elena Anaya, Marisa Paredes, Jan Cornet, Roberto Álamo, Blanca Suárez, Eduard Fernández, Susi Sánchez, Bárbara Lennie ve José Luis Gómez ise rollerinin hakkını veriyorlar, kuÅŸkusuz.

 

Müzikler, görüntü yönetimi, sanat yönetimi hemen her şey tıkır tıkır işliyor. Bu filmde kan var ancak, yumuşak geçişlerle şiddetin görselliği üzerinden prim yapmıyor, abartıyor ama sapıtmıyor, raydan çıkartmıyor. Sert öyküyü nevi şahsına münhasır bir mizah anlayışıyla şamataya çevirmeyi başarıyor. Başka bir yönetmenin rahatlıkla istismar sinemasına ipotekleyeceği film, ustanın sayesinde 7. sanatın curcunasına ve aklıda kalıcı, çarpıcı ve vücut bulan bir intikam öyküsüne dönüşüyor, belirtelim.

 

Toledo’da “El Cigarral” adlı güzelim bir malikaneyi ameliyathaneye çevirmeyi baÅŸaran, son teknoloji eseri laboratuvarında yeni bir deri yaratmaya muktedir olan estetik cerrah Dr. Robert Ledgard yaşıyor. O, araba kazasında yanan karısının ardından yaÅŸadığı büyük travma ile deliliÄŸe meyleden, aşırılık, ayrıntı ve saplantı konusunda dehaya dönüşen merhametsiz bir adam… Üstelik karısı, psikopat, hırsız ve arsız üvey kardeÅŸiyle (kendisi bihaberdir) kaçmıştır. Kaza sonucunda ağır yanıklarla kurtulan eÅŸi, yaraları dolayısıyla ölmez, enkaza dönmüş kendi aksini görünce yaÅŸama veda etmeyi seçer. Kaderin oyunu bitmez ya, Robert’in biricik kızı Norma da -detaya gerek yok- trajik bir ÅŸekilde hayata elveda der.

 

Yasadışı bir ÅŸekilde domuzla insan genini birleÅŸtiren ve yıllarca uÄŸraÅŸarak kösele gibi saÄŸlam ama hayli duyarlı bir deri ortaya çıkartan Robert’in, farklı bir FrankeÅŸtayn öyküsüne imza atmak üzeredir. Bu zikzak çizmekte hünerli hikayede, bu bahtsız adamın yanında saf tutan sadık hizmetçisi ve katıksız iÅŸbirlikçisi Marilia ise öz be öz annesidir. Neyse… Daha fazla üstüne yazarsak ÅŸok finali açık eder, tüm tadını kaçırmış oluruz. Burada noktayı koyalım. İyi seyirler…