Etiket arşivi: çav bella

“Ya herkes dans edecek, ya da hiç kimse…”

 

 

 

Alper Turgut

 

Serim-düğüm-çözüm idi, belki de biricik beklentimiz, sanatın yedincisi sinema adına, ancak sarsak başlayan, düğüm dahi atamayan, ucu inadına açık bırakan filmler çıktı hep karşımıza… Ya hepimizi idrak yoksunu sanan ve sürekli anlatıp tekrara boğan, ya da bir b.k anlatmayıp, anlamsız bulmacalar hazırlayan yapımlarla, harbiden içimizi şişirdiler. Birbirinin kopyası, suya sabuna dokunmayan, pek çoğu ucuz işlerle, memleketin vasatlık sevdasına, manevi gıda taşıyıp durdular.

İçsel saçmalıklar, abanılan yalnızlık ve devamında eziklik edebiyatı, artık kusturan sıkışmışlık hissi, yenilgi yıllarının absürt psikolojisi değilse, bu zamazingonun gerçek açıklaması nedir? Tırt halleri, zavallı tipleri, bilcümle tükenmişlik dertlerini, alayımıza kakalama çabası da neyin nesidir?

Üstelik zahmet edip sorsan, bunlar kendilerine diri kalan sol yandan hayata bakıyoruz derler, oysa mücadelemizin ruhunu, içimizdeki ateşi söndürme gayret ederler. Bu yamanma, yanlama, yaranma arzusuyla, kapitalist düzenin, iktidar gücünün verdiği zararı, fersah fersah aşarlar, “yahu biz sistemin maddi desteğini alabiliyorsak şayet, büyük bir hata ve yanlışa düşmüşüz” diyemezler ve hatta anında savunma pozisyonu alırlar. Sonra salt eleştirdik diye kötü adam ilan ediliriz, hayhay bana uyar, sizler iyi filmlerle, halkın derdini dert edinmiş projelerle gelene dek, sıkıntıya zevkle katlanırım.

Hah! BaÄŸlayalım artık. Antalya’da sinemaseverler tarafından iki kez ayakta alkışlanan “12 Yıllık Gece” (La noche de 12 años – 2018) filmini seyredince, insana ve hayata ait gerçek politik sinemaya, ne çok hasret kaldığımız yine ve yeniden geldi aklıma… Bir devrimcinin, 12 yıllık tutsaklığın ardından, Uruguay Devlet BaÅŸkanlığı’na yürümesinin, sahici öyküsü bu… Postalların eziyetinden, faÅŸist diktatörlüğün zulmünden nasiplerini ziyadesiyle alanlar, gün ışığından mahrum, okumaya, yazmaya, insana ve sohbete hasret kalanlar onlar… Bu güzelim yapıt, sarsılsalar, boÅŸlukta kalsalar, psikolojilerini yıpratsalar dahi, inançlarını asla terk etmeyerek kurtulanlara dair.

II. Túpac Amaru, İspanyol sömürgecilerin katlettiği son İnka önderidir, halkını, insanca yaşamak için ayaklanmaya çağıran ve haklı isyanını, çağlar ötesine taşıyan bir büyük rehberdir, tüm Güney Amerika Kızılderilileri için… İşte Peru’da Tupac Amaru Devrimci Hareketi doğar onun ruhundan, Uruguay’da ise Tupamarolar… Urugauy’da şehir gerillası olan José ‘Pepe’ Mujica ile yoldaşları Mauricio Rosencof ve Eleuterio Fernández Huidobro (El Ñato), 1973 cuntasının ardından esir düşerler, omuzları yıldızlı, ezeli düşmanlarına…

Elbette onların zulüm tarifesi, değişik olacaktır, adlarını unutturmak, insanlıktan çıkartmak, siyasi bilinçlerini yok etmek, delirtmek, nihai hedefleridir. Lanet olsun sağ yakaladık, eğer öldüremediysek, bari her birini posaya çevirelim zihniyeti, çukurlara, yeraltına, karanlık hücrelere, terk edilmiş depolara taşır durur üç dava arkadaşını, onlara gündüzü göstermez, bırakın dış dünyayı, birbirleriyle temas etmelerine dahi izin vermezler. Not: O dönem, özel muamele uygulanan 10 esirden, biri öldü, ikisi delirdi.

Tecridin, iki saat iki dakikalık hikâyesinde, üç adamın, tek başına hücrede yaşama tutunma çabasını işleyen Uruguay-Arjantin-İspanya ortak yapımı filmin yönetmen ve senaristi Álvaro Brechner, Antalya’daydı; “Uruguay, Güney Amerika’nın en küçük ülkesidir, ancak ciddi bir demokrasi tarihine sahiptir. Filmde, 1973-1985 arasında süren karanlık ve acı dolu yıllardan, demokrasiye geçişi anlatmaya çalıştık. Birkaç hafta önce eski başkanımız Jose Mujica, filmi bir kez izledi ve ardından bir daha izlemek istemediğini söyledi. Bu yaşanan olayları, film dahi olsa bir daha deneyimlemek istemedi. Tecrit, ölüm cezasından bile daha korkunç bir cezadır çünkü…”

Antalya’da seyrettiğim en iyi uluslararası yarışma filmiydi, peki, ödül alabildi mi? Elbette, hayır! Zaten bazı yapıtların, ödüle ihtiyacı da yok. Çünkü klasik ve kült bir esere çevirecektir illa onu, bugünden yarına, sinemasever kuşaklar. Birbirlerine benzeyen, küçülen, dibe çöken festivaller konusunu ise ayrıca yazarız başka bir gün, filmden kopup, tadımı ve tadınızı kaçırmayalım şimdilik.

Futbolcuların, silahla hastane bastığı, çoksatar kitap çıkartanların, itinayla aşırma yaptığı, şarkıcı tiplerin Çav Bella ile k.ç salladığı, Papaz’ın ekonomimizi belirlediği, bilim insanının, kendi b.kunu yediği matah bir şeymiş gibi anlattığı bir memlekette, boş verin sinemayı, gündelik hayat hakkında ne bekliyorum, o da apayrı mesele ya, her neyse…

Cezaevinde Pepe, sessizliğin ve kimsesizliğin ortasında bir başına kalınca, zihninin oyunlarıyla boğuşmakta, halüsinasyon görmekte, diğer ikisi, birbirleriyle kısıtlı temas etmekte, mors alfabesi benzeri bir duvar tıklatma eylemi ile, tecrit denen meseleyi bir nebze çözmekte… Haşere yiyerek, kendi sidiğini içerek, böyle böyle günler, haftalar, aylar, yıllar geçer. Kurtuluş günü, dışarı çıkan ve siyasi mücadeleyi bırakmayan üç yoldaştan Jose, ülkesinin başkanı, El Nato savunma bakanı, Mauricio ise ünlü bir yazar olur. Peki, onlara hayatı zindan eden sorumlular hesap verir mi? Bakın, adam Uruguay devlet başkanı oldu diyorum, eee sonuç? Birkaç asker dışında yargılanan olmaz, yaptıkları onca eziyet, tonla cinayet, resmen yanlarına kar kalır.

Üç sene önce emekli olan, 83 yaşındaki Saraysız Başkan’ın, intikam gibi arzuları da yoktur hani, küçük mavi Vosvos’uyla gezen, yoldaşı olan eşi ve bir bacağı eksik köpeğiyle, mütevazı evinde yaşayan, ezilenlerin yardımına koşan, maaşını bağışlayan, en yoksul ve en mutlu başkan olmuştu o. Üstüne basa basa söylüyordu; “Ben yoksul değilim. Pahalı hayat seçen insanlar yoksulluk çeker.”

Hah! Unutmadan, devrimci Tupamarolar, 1970’lerde Uruguay’ın başkenti Montevideo’da, salt zengin sınıfın akın ettiği hayli lüks ve çok pahalı bir gece kulübüne baskın düzenleyip, ele geçirirler. Ve duvarına kocaman harflerle yazarlar; “Ya herkes dans edecek, ya da hiç kimse…” Öyle işte…

Halkın özel hareketidir; nah!

 

 

 

 

Alper Turgut 

 

Aslında memleketim insanının trajikomik hali, ‘yavru muhalefet değiliz’ diye resmen isyan eden MHP yöneticisine benziyor, yine ve yeniden kuşa değil, işaret parmağına bakıyor ahali, oysa ana mesele yavru olmak değil, muhalefet olamamak. İktidar otomobilinin stepneliğini kabul edip, onun azimli sözcülüğüne soyunmanın, muhalefet ile alakası nedir, Allah aşkına? Hayda! Bir dizi ve bir filmden bahsedecektim, bak yine girdi kanıma gündelik ve ucuz politika… Eee ne yapalım, yurdumuzun kendisi televizyon şovuna dönmüşse, zıvanadan itinayla çıkacak, tefrikalar ve entrikalar arasında bocalayıp duracağız elbet!

Ha! İçişleri bakanlığı zahmet buyurmuş, Halk Özel Harekât hakkında soruşturma açmış, harekâtı bilmem ama halkımızın özel hareketini bilirim; Nah! Bunlar bizden, bunlar içimizden diyerek, kuralsız, kanunsuz ve hukuksuz paramiliter oluşumlara, tüm kapıları açanlar, tarafsızlık gerektiren böylesi bir soruşturmayı nasıl becerecek, orası muğlak haliyle… Tepkilerin çoğalması üzerine, olmuştur harekât belki kabahat! Veya biz bu işin içinden çıkamayacağız anlaşıldı demişlerdir, bunu bilemeyiz. Lakin şunu biliyoruz, devlet destekli ve amacı belli böylesi sivil oluşumlar, kullanılır ve atılırlar. Tehlikeli ve başıbozuk bir oyuncaktır özetle, kendi ellerinde dahi patlama riski vardır. Daha ötesiyse, belanın katmerlisi demektir ve bu iğrenç nakarat, kestirmeden kontrgerillaya götürür. Şimdi alışığız biz denebilir, ancak alışmak kadar vahim bir hadise de olmasa gerek. Hem bir senede, 22 kentte 7000 üyeye ulaşmış bu zamazingo, gardaşım neredeydiniz şu ana dek, 81 şehre yayılsın diye mi bekliyordunuz? Nereden tutsan elinde kalır, böylesi bir saçmalık!

Daldan dala sıçrayıp, meseleme geleyim. Seyretmeyenler, şimdi notunuzu alın ve acilen La Casa De Papel adlı İspanyol dizisini izleyin. Bizde böyle nimetler bulunmaz, yoksa anında dadanır, yabancı dizi izliyorum ama ben diye vik vik etmezdik. Belgesel ve yabancı dizi seyrederim deyince, ukalalık yaptığımızı düşünen sağlam bir kitle var karşımızda, sürekli ısıtılan aynı çorbayı içmek gibi mecburiyetimiz varmış, haberimiz yokmuş. Tamam, zengin kız-fakir erkek, zengin erkek-fakir kız edebiyatı tuttu, yat, villa, yalı, spor araba da kapitalizm ruhuna hürmet ediyor, sorunlu, şekilli yeniyetmeler, ezik tipler, dram kanırtması, falan filan. Tüm bunlar, size ne veriyor, harbiden merak ediyorum, senelerdir aynı terane, neden bıkmıyorsunuz, niye size zerk edilen bu tuhaflığa bayılıyor, benzeri garipliklerle yetiniyorsunuz? Neyse ya, sakın ezber bozmayın, aman uyanırsınız, gözleriniz açılır, farkına varırsınız, bu ne lan dersiniz, hiç lüzumu yok.

 

Şimdi bizim merkez bankasının darphanesini silahlar ve bombalarla dalsak, çalışanları rehin alıp, günlerce para bassak, bu bir soygun olur mu? Hırsızlık başkasından çalmaksa, ortada olmayan paralar yaratmak da, buna dâhil midir? Bankaların tefecilik yapması yasal, kapitalizmin emrindeki devletlerin, dilediğince değerli kâğıt basması yasal, bu gıcır gıcır kâğıtlarla hayatımızın karartılması yasal, ancak bizim bunu çoğaltmamız yasak, sonra dünyadaki yüz zengin, yerkürenin yarısından fazlasına sahip, dayatılan sistemin kendisinde bir sorun, kendisinde bir problem yok mu? Hah! İşte bunları bizim dizilerde bulamayınca, çünkü saksıyı çalıştırmak ve onu güzelce sulamak meşakkatli iş, biz de İspanya’ya konuk oluyoruz, Salvador Dali maskeleriyle başlayan zekice bir soygunun peşi sıra sürükleniyoruz, hop bir bölüm daha seyredeyim, kesmedi, bir bölüm daha… Çünkü aksiyon desen var, karakterlerin derinlemesine incelenmesi var, rehinin psikolojisi, soyguncunun hüneri, polisin ve istihbaratın oyunları var, ilmek ilmek örüyorlar, seni içeri çekiyorlar. İdealizm, egoizm, narsizm ziyadesiyle mevcut! Soyguncular kent adları almışlar kendilerine, hele bir Berlin var, resmen bir aktör keşfettik, adı Pedro Alonso, genç de sayılmaz hani, tecrübesiz de değil, tam 46 yaşında, 23 senede, 46 projede yer almış, geç olsun, güç olmasın derler ya, tamı tamına öyle bir şey. Çav Bella söyleyen bir soyguncuyla empati kuranlara selam olsun!

Unutmadım, bir de film var demiştim, adı Daha, Adana Film Festivali’nde seyrettim, bu hafta gösterime girdi. Bir ilk film, ama hakkını veriyor bu adımın, nice kariyerli yönetmenin, çoğu kez beceremediğini göz önüne alırsak, önemini ve değerini bilmiş, gözümüz artık üzerinde birader demiş oluruz, hiç kuşkusuz! Evet, Onur Saylak, o bir aktör, kiminiz Sonbahar filminden hatırlar, kiminiz Vatanım Sensin dizisinden veya başka projelerden… Hep oynayacak değil ya, oynatmaya karar vermiş, iyi de etmiş. Baba karakterini canlandıran Ahmet Mümtaz Taylan, kafamda tam oturamadı, bunu da söyleyeyim, lakin oğlunu canlandıran ve ödüllü performans sergileyen genç oyuncu Hayat Van Eck, resmen döktürüyor, belirteyim. Uzun uzun filmi anlatacak değilim, geçen senenin en iyi yerli yapımlarından birine şans tanıyın ve sinema salonuna akın derim. Gerçekten 2017, memleketimizde de, dünyanın genelinde de çorak bir seneydi sinema adına, gelecekte güzel filmler seyretmek istiyorsak, iyi olanlara destek olmak, vazgeçilmez bir eylemdir, biz sinemaseverler için.

Suriye’den iki milyon mültecinin daha gelme ihtimalinden söz ediliyor bugünlerde, beş milyon vardı, olacak yedi milyon, zaten savaştan önce, Suriye’nin nüfusu 21 milyondu, üçte biri, artık bizim halkımız olacak, gidişat bu yönde, besbelli. Kendi adıma, savaşın, büyük acının, ağır bir insanlık dramından kopup gelenlerle sorunum olamaz, Daha filmindeki gibi, insan tacirleriyle, umut tacirleriyle olur, olmalı, olacak! Ucuz, yetersiz, bozuk malzemelerle onları Ege’de boğan, kamyon kasalarında havasız bırakıp canını alan bu insanlık düşmanlarına halkım demektense, onlara derim, zayıfın, güçsüzün, çaresizin yanında yerimi alırım, yüreği önce Türk, Kürt, Arap demeyip, milliyet, din, mezhep ayırımına aldanmayıp, önceliğim insan ve önceliğim ezilenlerle birlikte diyenlerle, elbette.

Yerim kalmadı, The Post filmini de listenize alın diyerek bağlayayım, güzelim Spotlight filminden sonra, gazeteciliğin ve azimli gazetecilerin öyküsünü, tekrar beyazperdede görmek iyi gelecek. Çünkü içeride gazetecileri olan, haberin özenle bihaber edildiği, sansürün, zorun, baskının memleketinde, yaşananlar kurgu değil, yalın bir gerçek!