Etiket arşivi: Bugün Aslında Dündü

Bana her şey seni hatırlatıyor

 

 

 

ALPER TURGUT / @AlperTurgut01

 

Zaman ve vakit arasındaki fark nedir diye sordum birkaç kişiye, biri iktidarın sesi, diğeri de paralel gazete yanıtlarını aldım. Haydaaaaa. Zaman ve vakit denince aklınıza, direkt gazete adları geliyorsa, zaten ortada devasa bir sorun var demektir. Hani yapacak da bir şey yok! Şimdi daha kendi yolunda yürümeyi beceremeyenler, kandırılmaya pek müsait algılarıyla, aman ha paraleli kurcalamasınlar ve bunu evde sakın denemesinler derdim de, cadı avı güncesinde, harbiden gına geldi, baygınlık verdi artık mesele… Oysa bildiğimiz zaman ve vakti sormuştum, sualde bir hinlik yoktu, siyasi bir sebep de… Her neyse… Zaman mevhumundan hareketle, canım Turgut Uyar der ya; “Çünkü Zeynep diye bir kız çocuk, “canavarın zamanı yoktur” demişti, yıllarca araştırdım bulamadım aslını, belki de haklıydı, kim bilir…” Eee bu canavarın zamanı yoksa eğer, bellediğimiz zamanın diğer adı da canavardır ve en önce zavallı fakirleri yer, gnam gnam. Afrika’da aç çocukları yutar, Akdeniz ve Ege’de yeni bir hayat yolcularını ham yapar, zengin ve vicdansız yaşlıların savaştırdığı fukara gençleri, öbek öbek ağzına atar. Oh ne ala, insana dair ne kadar canavarca eylem ve devamında yıkıcı-yakıcı sonuçları varsa, zamana kakalayalım. Sonra klişenin dibine, şöyle güzelce vuralım, zaman en büyük öğretmendir, ne yazık ki, bütün öğrencilerini öldürür gibi, tumturaklı sözler paylaşıp, kendimizi ve türümüzü avutalım. Yav he he…

 

Haydi, gelin, başa dönelim. İnsanlık, uygarlığın doğduğu Mezopotamya’da, can sıkıntısından olsa gerek, vakit, nakittir, zaman, paradır der (bak ya, şimdi Lidyalılar itiraz edecek), şakası bir yana, en nihayetinde ezelden beri fark edilen zaman denen zamazingoya anlamlar yükler. Yani ta Sümerlerden bu yana, kafa patlatılıyor zaman mevhumuna dair. Her şeye merak eden Mısır’ın eskileri ise, bu zaman denen şey, resmen sonsuzluğu simgeliyor, olsa olsa tanrıdır, tanrısaldır diyor ve haliyle ortalığı karıştırıyorlar. Sonra bize ayrılan süre bitti, bu topun da duracağı yok, hadi biraz da siz kurcalayın diyerek, hop ara pasını, Yunan ve Roma medeniyetlerine atıyor. Ezcümle; insanın zamanla yaptığı, kaybetmesi malum sidik yarışı, artık başlamıştır. Biricik ömür, hep çalışarak mı geçecek? Anında boş zaman gibi bir absürt şey yaratılır, oysa zaman boş filan değildir, olsa olsa insan kendine meşgale peşindedir. Gaza gelinir, kendine zaman ayır diye tembih edilir, zamanla geçer diye nasihat verilir. Yok artık! Zamanı oyuncak edecekler akılları sıra, hayır, Kant abimizi de dinlemiyorlar. Al işte, ‘zaman, sessiz bir testeredir’ diyor, haddinden fazla tehlikeli ve bize dair ayırdığı süresi belli bir oyuncak bu, hiç gözünüzün yaşına bakmaz, direkt kıtır kıtır keser Alimallah.

 

Lan arkadaş, nereden çıkarttın şimdi başımıza zaman, zaten halimiz duman diyebilirsiniz. Ne edek gardaşım, yılın en iyi filmlerinden biri olan “Arrival” (Geliş) gösterime girdi ya, işte üzerine bik bikliyoruz. Bilimkurgunun olmazsa olmazı, zaman meselesine daldım, ABD başkanlık seçiminden çıkmayı planlıyorum, lakin bunu nasıl başaracağım, şimdilik inanın bilmiyorum. Evet, öncelikle filmi pek sevdim, müthiş bir işçilik ve seyirlik bu. Siz bakmayın ahalinin atanamamış Interstellar (Yıldızlararası) muhabbetine, güncellenmiş Contact (Mesaj) sohbetine, bir film, diğer filmlerden elbette esinlenir, kopyacılık ise başka mecra, ikisini birbirine karıştırmamak gerekir. Bağımsız film ruhunu ve Hollywood bütçesini harmanlayarak, sinema tarihine geçecek bir yapıt ortaya çıkartılmış, en nihayetinde. Çok uzatmayalım, uzaylı arkadaşlar, dünyanın 12 ayrı noktasına, kocaman ufolarıyla inerler ve insanlarla bağlantı kurmak için beklemeye geçerler. Dünyada panik, korku ve endişe büyür, yönetenler de, uzaylıların karşısına üç şeyi çıkartır; asker, bilim ve dil (uzmanlar). Varoluş, gerçeklikten kopuş, ezber bozumu, diyalektik materyalizm, din, zaman-mekân-madde, bir anda boşluğa düşme. İnsanı insan eden yegâne şey, düşünce… Bu yüzden varlık ve yokluk derdinde, mana ve gaye peşinde, somut ve soyut arasında, kavram kargaşasında bocalar durur. Dağıtmadan, aslında film, dramatik örgüsüyle öne çıkıyor, uzaylılar, insani yanımıza sesleniyor. Hatırlarsak, parçaları birleştirmeyi başarırsak, bir keskin acıyı bilerek yaşarsak, neticeyi anlarsak, yine de geçer miyiz o yoldan?

 

Zaman etiketli yapımlar, sanıldığı kadar çok değildir, öncelikle Terminatör, 12 Maymun, Geleceğe Dönüş, Bugün Aslında Dündü, Şahane Hayat, Maymunlar Cehennemi, Zaman Makinesi, Yaşam Şifresi, Frekans, Kelebek Etkisi, Göl Evi, Zaman Yolcusunun Karısı, Yarının Sınırında, Bay Hiçkimse ve Jumanji sayılabilir. Uzaylıların dünyayı istilası ise ayrı bir inceleme konusudur. Doğal kaynaklarımıza göz dikeni mi ararsınız, bizleri derdest edip kaçıranı mı ararsınız, katliam yetmez, soykırım yaratalım tipi uzaylıları mı ararsınız, biz en iyisi dünyayı yok edelim diyeni mi ararsınız, adeta yok, yok listelerde. Misal Battleship filminde, uzaylı psikopatlara karşı, ABD donanması devreye girer, Ortadoğu’yu tarumar eden meşhur deniz piyadeleri, kendi memleketlerini ve haliyle dünyayı da kurtarır. Bu absürt kahramanlık öyküsünde, mesaj açıktır, hey dostum, bakın biz çok güçlüyüz, ayağınızı denk alın, uzaylıları bile yeneriz, ezer geçeriz.

 

Ah be Pentagon mahsulü dingil senarist kardeşlerim, kâinatın bambaşka bir yerinden ve bilmem kaç bin ışık yılı uzaklıktan, belki zamanı bükerek, ışınlanarak, kara delikmiş, yıldızlarmış, çekim gücü imiş aldırmayarak evimize dek gelen, bizden çok daha gelişmiş yaşam formu ve üstün zekâ, biz ava çıktık, keyfimize göre sizi vuracağız, sonra dünyanızı patlatacağız, oh sefamız olsun mu diyor yani? İnsana dair düşünce, duyu ve hislerle, tüm dünyayı, savaşlara, açlığa ve yoksulluğa mahkum ettik, hayvan türlerini yok ettik, çekirge sürüleri gibi çoğaldık ve oradan oraya göçtük, kuruttuk. Şimdi de uzaylıları mı yargılıyoruz artık? Belki sohbete geldiler, öğrenmek-öğretmek, bilmek onlar için çok önemli, savaşın değil, barışın uzaylısı bunlar, neden sürekli bol keseden atıp duruyorsunuz? Gelse bir uzaylı arkadaş, siz deli misiniz, ahmak mısınız dese, binlerce yılda ilerlemeniz, savaş aygıtlarının, korkunç tekniğin ve katletme kapasitesinin gelişmesi mi diye sorsa, oktan güdümlü füzeye, attan nükleer deniz altıya geçtiniz, bunca zaman tek bildiğiniz ve öğrendiğiniz şey öldürmek mi?

 

Evet, gazetelerdeki üçüncü sayfa haberleri yetmemiş, televizyonda ana haber ve ara haberler kafi gelmemiş, cinayete, yaralamaya, kana doyamamış, almış patlamış mısırını, sinema koltuğuna oturmuş, beyazperdenin de kıpkırmızı olmasını bekliyor insan. Harbeden acıklı ve saçma sapan. Yahu aksiyon yok mu? Hep sevgi, saygı var, anlama çabası var, efendi efendi takılıyor bunlar, kafa böyle de tuhaf işliyor işte… Bence aşk meşk filmleri dâhil, çizgi filmleri de katarak, tüm karakterleri, tiplemeleri ve bedenleri kırmızıyla boyayın, alın size ketçap sineması… Belki doyarsınız.

 

ABD başkanlık seçimi yapıldı, zamana karşı yarışıldı, birbirinden pek farkı olmayan, savaş çığırtkanı ve tetikleyicisi adaylar, yine ve yeniden dünyayı kedere boğmayı, seçim vaatleri arasına koydular. Demokratı da, cumhuriyetçisi de, başımıza bela oldu, olacak, çünkü biz dünya halklarını, onların silahları kadar, kararsızlığımız da öldürüyor. Evet, en büyük zaman hırsızı kararsızlıktır diye bir söz var, ah artık bir karar verebilsek, şu asalakları, bir silkeleyip atabilsek. Zengin azınlığın elinde oyuncak olan yoksul çoğunluğun, büyük çaresizliğidir bu, bitsin bu çile, illa uzaylılar mı gelip bizi dürtecek, aklınızı başınıza devşirin diyerek…

 

Hillary Clinton kaybedip, Donald Trump kazanınca, ABD’nin bazı bölgelerinde, nümayişler başladı. Hatta Portland kentinde, devlet, göstericilere müdahale etti. Polis şefleri, klasik bir açıklamayla, bu bir ayaklanma dedi. Korkulan şey, dünyanın jandarmasının, kendi evinde başkaldırıyla karşılaşması… Öyle çok uzakta ‘Arap Baharı’ gazlaması kolay, kendi yurttaşın bahar isteyince şaşırıp kalırsın elbette. Yeleli Trump, bunlar profesyonel eylemci demiş, yol, köprü yapacağız, inşaatlara hız vereceğiz de dedi. Şaka gibi arkadaş, geçelim uzaylıları, akıp giden zamanı, hala ve ısrarla bana her şey seni hatırlatıyor.

Yerli ve yabancı, yaÅŸasın 90’lar sineması!

ALPER TURGUT

90’lar sineması, kesinlikle senaryonun gücünün ulaÅŸtığı son zirvedir. Ve ardından ne yazık ki; önlenemeyen büyük bir düşüş baÅŸlamıştır. Evet, 2000’lerde, metin öldü, görsel öne çıktı. Tekrar çekilen filmler, seriye dönüşen ucuz yapımlar, üç boyutlu efekt katkılı şölenler, 90’ların hemen ardından yaÅŸam alanı buldu. İşte gerek memleketimizde olsun, gerek ise tüm dünyada, beyazperdenin ve devamında elbette bizlerin en mutlu olduÄŸu yıllar, 90’lardır, hiç kuÅŸkusuz. Sinemalara koÅŸup, salonları doldurup öyle güzel, etkileyici ve akılda kalıcı filmler izledik ki, onların hatırına ÅŸimdi kötü filmlere bile daha rahat katlanabiliyoruz.

Türkiye’de, 1990 yılı başından 1999 senesi sonuna dek tam 503 uzun metraj kurgusal film (Bu sayının gerçeÄŸi yansıttığı söylenemez, aralarında gösterime giremeyen pek çok yapım var) çekildi. ÖrneÄŸin 1993’te 82 film çekilmiÅŸtir ancak gösterime giren sayısı sadece 11’dir. EÅŸkıya, Tabutta RövaÅŸata, Masumiyet, Ağır Roman, İstanbul Kanatlarımın Altında, Hamam, Her Åžey Çok Güzel Olacak, C-Blok, Piyano Piyano Bacaksız, Kaç Para Kaç, GüneÅŸe Yolculuk, Kasaba… 1980’lerin o bunaltan, psikoloji ve kadın sorunları üzerine yoÄŸunlaÅŸan darbe tesirli filmleri yerini, ÅŸimdi eski yeni kuÅŸak diyebileceÄŸimiz yönetmelerin (DerviÅŸ Zaim, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz) daha özgün ancak esinlenmekten hala vazgeçememiÅŸ yapıtlarına bıraktı. Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Orhan OÄŸuz gibi yönetmenler ise ustalık dönemine girmiÅŸlerdi artık. Tek tük örnekler dışında 1990’larda giÅŸe baÅŸarısından söz etmek mümkün deÄŸildir. Hollywood, ABD’de vizyona soktuÄŸu filmi aynı zamanda Türkiye’de de göstermeye baÅŸladı. 90’lar öncesinde yabancı bir film, ülkemizde bir, iki yıl sonra gösterime girebiliyordu. Hollywood belasına karşı Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Memduh Ün, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Zeki Ökten ve Orhan OÄŸuz, 1995 yılında Sinema Vakfı’nı kurarak, sinemanın canlandırılması için harekete geçtiler.

Yeni bir sürece, kendini geliÅŸtirme, dönüştürme ve çeÅŸitlendirme sürecine giren Türkiye sinemasınnda, 1990’ların ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında da fark vardır, aslında iki ayrı bölüm olarak düşünmek gerek. İlk yarı bariz bunalımlı, yönetmenlerin hayli kiÅŸisel ve iç dünyalarını resmetmeyi denedikleri 80’lerden tam olarak kurtulamamıştı, ikinci yarı ise giÅŸe hedefi ve sanat ürünlerinin çeÅŸitliliÄŸi ile daha bereketli geçti. Varoluşçuluk, Tarkovski, Kafka, klasik edebiyat, Yer altı edebiyatı, marjinallik, deneysel çalışma, simgesel anlatım, artık aklınıza gelebilecek her yoldan her ÅŸekilde eserler üretildi. Lakin memleket sineması diyebileceÄŸimiz bir akım yaratılamadı. Yerelden evrensele giden yol açılamadı, kurallar esnetildi ama ezber bozulamadı. Düşünün, bugün sinema hala bir sektör deÄŸil bu ülkede, dizilerin uzantısı olan, belki sektör aday adayı… Kitle iletiÅŸim araçları çoÄŸaldı, PR çalışmaları arttı ancak kaliteli yapıtların oranı çok ama çok düşük kaldı. İşte yüzde 80’i yazın çekilen filmlerle festival festival geziyoruz, ödüllere seviniyor, günü ve giÅŸeyi kurtarmaya çalışıyoruz.

YeÅŸilçam’ın etkisinden çıkmak, batı tekniklerini yurdun gerçeÄŸine yedirmek, Yeni Türkiye Sineması için harekete geçmek. İşte 90’lar sinemasını önemli kılan ÅŸey buydu. Sanat filmleri ve popüler filmler olarak yol ikiye ayrılacaktı ancak, zaten toplamda yakalanan baÅŸarı, ülke sinemasının hanesine yazılacağı için bunda sorun yoktu. Teori, pratikle pek örtüşmez, 2000’lerde problemler çoÄŸaldı, kaliteli filmlerin sayısı azalırken üretim ise giderek arttı. Dizi estetiÄŸiyle çekilen filmler, öğrenci ödevi nden hallice yapımlar, seyirciyi TV karşısından alıp, beyazperdenin önüne konuÅŸlandıramadı.

Neyse… 90’lar filmlerine geri dönelim ve seçtiÄŸimiz filmleri sıralayalım; Yengeç Sepeti, Kahpe Bizans, Amerikalı, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, Berlin in Berlin, Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri, Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Suyun Öte Yanı, Gizli Yüz, Karartma Geceleri, Usta Beni Öldürseni, Tatar Ramazan. İskilipli Atıf Hoca, Mum Kokulu Kadınlar, Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Laleli’de Bir Azize, Üçüncü Sayfa, Salkım Hanım’ın Taneleri, Kız Kulesi Aşıkları, Lola Bilidikid, Karışık Pizza, Manisa Tarzanı, Åžahmaran, AÅŸk Ölümden SoÄŸuktur, Babam Askerde, Bir Kadının Anatomisi, Bir ErkeÄŸin Anatomisi, Leoparın KuyruÄŸu, Sen De Gitme, Minyeli Abdullah, Propaganda, Güle Güle…

Gelelim, dünyaya… 1990’lar da Hollywood’un krallığıyla geçer ancak bu kez yeni bir rakip vardır karşısında… Bağımsız Amerikan Sineması, büyüyen, serpilen ve etkileyen bir güce dönüşmüştür. Avrupa ise Amerikan iÅŸi aksiyonun büyüsünden kurtulamamıştır, özgün filmler vardır ama sayısı azdır. UzakdoÄŸu’da ise güzel bir doÄŸum gerçekleÅŸmiÅŸtir, 2000’lerde imza atabilmek için…

Åžimdi hangi filmden baÅŸlayalım o denli çoklar ki… Sıkı Dostlar, Makas Eller, VahÅŸi Duygular, Kurtlarla Dans, Kuzuların SessizliÄŸi, Terminatör 2, Güzel ve Çirkin, Delicatessen, Balıkçı Kral, Barton Fink, JFK. Bitti mi? Bitmez! Rezervuar Köpekleri, Affedilmeyen, Glengarry Glen Ross, AÄŸlatan Oyun, Chaplin, Malcolm X, Acı Ay, El Mariacci, Schindler’in Listesi, Gerçek Romantik, Bugün Aslında Dündü, Piyano, Carlito’nun Yolu, Arizona Rüyası, Stalingrad, Naked, Babam İçin.

Liste uzun… Daha Esaretin Bedeli, Pulp Fiction, Leon, Forrest Gump, Aslan Kral, Clerks, Karga, Ed Wood, Gün DoÄŸmadan, Cesur Yürek, OlaÄŸan Şüpheliler, Büyük HesaplaÅŸma, Casino, 12 Maymun, Toy Story, Nefret, Trainspotting, Fargo var.

Soluk aldıysanız devam edelim; Can Dostum, Los Angeles Sırları, Hayat Güzeldir, Boogie Nights, Prenses Mononoke, Büyük Lebowski, Er Ryan’ı Kurtarmak, İnce Kırmızı Hat, American History X, Karanlık Åžehir, Truman Åžov, AteÅŸten Kalbe Akıldan Dumana, Rushmore, Pi, Dövüş Kulübü, Amerikan Güzeli, YeÅŸil Yol, Magnolia, 6. His…

Avrupa’dan Üç Renk, yani Mavi, Beyaz ve Kırmızı nasıl unutulur? Sonra Yıldız SavaÅŸları serisi yıllar sonra 90’larda tekrar baÅŸladı. Seri demiÅŸken; GeleceÄŸe Dönüş, Zor Ölüm, Baba, Yaratık, Robocop, James Bond, Rocky ise geçmiÅŸten 90’la taşındı. Ve Blair Cadısı, 90’ları kapatan bu fenomen, üç kuruÅŸu milyonlarca dolara katlayan bir tanıtım mucizesi gibiydi. Sayesinde korku-gerilim türünde bir devrim yaÅŸandı ve sallanan el kameraları ile çekilir oldu pek çok film…

Ses getiren filmler bitecek gibi deÄŸil. Hayalet, Evde Tek Başına, Özel Bir Kadın, Korku Burnu, Temel İçgüdü, Jurassic Park, Gerçek Yalanlar, Katil DoÄŸanlar, Salak ile Avanak, Titanik, Siyah Giyen Adamlar, Oyun, BeÅŸinci Element, Åžeytanın Avukatı, Kadın Kokusu… Bu filmlerin bazıları müthiÅŸ yapıtlar deÄŸil elbette, ancak bugün hala üstüne konuÅŸuyorsak, belleÄŸimizde yer etmiÅŸler demektir. Misal Titanik tüm zamanların en büyük giÅŸe rekorunu kırdı ve tüm dünyada 1 milyar dolar barajını aÅŸan ilk film oldu. Ta ki yönetmeni James Cameron, Avatar’ı çekene dek. Temel İçgüdü ve Özel Bir Kadın, 7. sanat adına belki bir ederleri yoktu ama kült filmlere dönüşmeyi baÅŸardılar.

Artık listemize aÅŸağıda saydığım yapıtlarla bir son verelim, çünkü aklımıza ve gönlümüze yer etmiÅŸ 90’lara dair filmler o kadar fazla ki, yerimiz ise dar, nokta koymazsak sığdıramayacağız. Evet, son olarak; Çalınmış Güzellik, Kaya, Görevimiz Tehlike, İngiliz Hasta, Çığlık, Donnie Brasco, Jackie Brown, Aç Gözünü, Funny Games, Benden Bu Kadar, Küp, Lolita, Kayıp Otoban, Yalancı Yalancı, Yüz Yüze, Sefiller, Mesajınız Var, Ronin, Gözleri Tamamen Kapalı, John Malkovich Olmak, AÅŸk Engel Tanımaz, Erkekler AÄŸlamaz, Amerikan Pastası, Åžehrin Azizleri.