Etiket arşivi: Berlin in Berlin

Küfür, seks, alkol, sigara, yasakları asla sevmez sinema…

 

 

 

ALPER TURGUT

 

Efendim, kaç zamandır üstüne yazıyorum, tane tane anlatıyorum, bizim memleketin biricik meselesi, sinema, şu, bu, o değil, samimiyettir diye… Elbette, pes etmedim, baştan söyleyeyim, çözüm getirmek gibi derdim yok, buna gerek de yok. Lakin mevzu önemli, yasak fitilini ateşlemek, zaten kısıtlı olan özgürlüklerin, tamamen tutuşması demektir. Cayır cayır yanan sinemanın ruhu olacak, geriye is, geriye küller, geriye kocaman bir enkaz kalacak. Hah! Samimiyetle, yasakların ve sinemanın alakasını kuramadım diyeceksiniz, o vakit gündelik hayatta, insanların oynadıklarından, rol yaptıklarından bihabersiniz, bırakalım oyuncular oynasın, sahnede, sette. Ama nerede? Tabu bellenen hemen her şeyde, insanlar, toplumun baskısından sakınarak, hiç olmadıkları insanlara can veriyorlar, oysa toplum, bireylerden oluşuyor, bireyler rol yapıyorsa, toplum yapmıyor mu, haliyle yapıyor, çok güzel oynuyor, oynanıyor. Açıklık başka şey, gizlilik bambaşka şey oluyor, misal bir filmde küfürler havada uçuşuyor, yönetmene sorulan ilk soru, niye bu kadar çok sövgü var. Elinin körü var.

 

Buna dair komik bir anım var, işte bir festivalde, bir film seyrettik, sonra soru-cevap faslına geçildi. Küfrün çocuklara kötü örnek olduğunu söyleyen ve filminizi salt bu yüzden beğenmedim diyen bir adamla, çıkışta karşılaştık. Eleman, açtı telefonu, telefonun diğer ucundakine saydırdı, işte 40 kez aramışsın, sinemadaydım diye başladı ve küfürleri ardı ardına sıraladı. Yanımızda da çocuklu aileler vardı, arkadaşım, az önce şov mu yapıyordun, kibarlık budalası gibiydin, külhanbeyi mertebesine ne çabuk geçtin, yani hikâye bunlar, hep hikâye…

 

Peki, bunu yazma sebebim ne, anlatayım efendim, geçen gün sinemanın haylaz yönetmenlerinden Gaspar Noe’nin Aşk (Love) adlı filmini seyrettim. Film, seks ile başladı, seks ile bitti, arada iki sohbet, üç tartışma, bir kavga, hop yine seks. Öyle erotik kafasında, estetik tafrasında da değil, bildiğin sanatsal porno, hatta hard porno. Bu film, Türkiye’de gösterilse (yalan o, yok öyle bir lüksümüz), yönetmene kalkıp, neden seks diye mi soracaksınız. Ee adam kendini öyle ifade ediyor, hayatta ne varsa, sinemada da olsun, seks, tabu olmasın, aşın bunları diyor. İzlemek sana kalmış, izlememek de, lakin sen başkaları da seyretmesin dersen, işte o özgürlüklerin ihlali, yasakların başlangıç noktası oluyor. Demek istediğim şey şu, küfre bile karşı olanlar, seks mevzusunda ne diyecekler, özetle; biz neredeyiz, onlar nerede, işte öyle. Samimiyetsizlik bunun neresinde diyeceksiniz, o vakit şöyle açıklayayım, porno sitelerini geçtim, sosyal medya ve iletişim aparatlarında, Periscope, WhatsApp, Facebook, Twitter, Ekşi Sözlük, vesaire vesaire, cinselliğin yükselişi, gaz kesmeden sürüyor, yani seks her yerde… Kimi kendine nick, lakap buluyor, kimi kendi adıyla sanıyla gizli gizli takılıyor, Rus kızların fotoğraflarının altına, düşmanın güzelse, teslim bile olunur diye yazan delikanlının sayfasına bakıyorsun, ayet paylaşıyor, hayırlı Cumalar diyor, işte samimiyet burada yatıyor. Şimdi insanlar ne yaparsa yapsın, sana ne de diyebilirsiniz, karşı değilim ki, elbette istedikleri gibi yaşasınlar, ancak başkalarının ne seyredeceğine, nasıl giyineceğine falan filan karışmasınlar, meramım budur.

 

Klişenin dibi olan sanat, sanat için midir, yoksa sanat, halk için midir tartışmasına bile hasret kaldığımız bugünlerde, sanat da neymiş diyenlerin sayısı giderek çoğalıyor. Ve estetik kaygıyı geçtim, üretime saygı bile kalmadı, mübarek gişe, paralı festival veya destekçi bakanlık sevdalısı bunca vasat filmin, benzer ve kopya işin bolluğunda… Çünkü yaratmaktan muaf olanlar, kötü bir şaka gibi egolarını ön plana çıkarmaya çalışıyor, bir filmi, film eden ekip ruhunun da çanına ot tıkanıyor. Eleştirilemez olduğunu düşünüyor eleman, ben yaptım oldu, çok güzel oldu kafasını yaşıyor, aynen devam edin, haklısınız, daha dibi yok bu işin.

 

Cayır cayır yanan sinemayı, hangi yasak söndürebilir

 

Artık pornoya, pardon sanat pornosuna, yine yanlış oldu, yoğun seks içerikli sanat sinemasına geçebiliriz. Seul contre tous (1998) ile Arjantin doğumlu Gaspar Noe, hey seyirci, ben geldim, seni rahatsız etmeye, ezberinden silkelemeye dedi resmen… Gaspar’ın meşhur Dönüş Yok (Irréversible – 2002) filmini, sinemada seyretmiştim, yeraltı geçidindeki, rahatsız edici ve irkiltici tecavüz sahnesinde, salonun neredeyse yarısı boşalmıştı. Ne kadar kaçarsak kaçalım, dünyanın böylesi kötü, karanlık ve acımasız gerçeği vardı, sırtımızı da dönsek, umursamasak da vardı, yönetmen, bunu gözümüze sokmak istemişti. Tam yedi yıl sonra Enter the Void ile yine seyircinin aklını almayı denedi Gaspar Noe, kimi seyirci şaşırdı, kimi izleyici, bu ne şimdi dedi. Ben, sert, çarpıcı, akılda kalıcı, karışık ve marjinal filmler çekeceğim gibi bir açıklama yapmadı belki, ancak şu, su götürmez bir gerçekti; hazmı çok kolay işlere girmeyi, her nabza göre şerbet vermeyi reddediyordu. Ardından yine videolar, klipler, kısalar, ortak projeler yönetti ve altı sene daha geçti, yeni uzun metrajı Love’a kadar…

 

Love, Michael Winterbottom’un, 9 Şarkı (9 Songs-2004) filmi gibi, 9 Şarkı’da, seksin arasına konserler sıkıştırılmıştı, Aşk ise, seks, öykü, seks, öykü şeklinde ilerliyor. Gaspar’ın en rahat seyredilecek filmi diyebiliriz, niye çekmiş, ne gereği vardı derseniz, haklısınız, konulu porno seyretmek için sinemaya gitmeye gerek yoktu, internet bununla kaynıyor. Ünlü abimiz Tinto Brass bile çok masum, çok erotik kalır, Love’un yanında… Love, Cannes Film Festivali’nde ilk kez gösterildi, sonra festival festival gezdi, birçok ülkede gösterime girdi ve girecek. Peki, ya Türkiye’de? !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde Lars von Trier tarafından kısaltılmış versiyonuyla gösterilen Nemfomanyak – İtiraf’ın (Nymphomaniac), iki bölüm halinde vizyona girmesi yasaklanmıştı. Yaş sınırını da dinlememiş idi üst kurul, yani 90 yaşında da olsan seyredemezsin kardeşim demişti. Hal böyleyken, Nemfomanyak’ın yanında hayli mazbut kaldığı Aşk, nasıl gösterim şansı yakalasın? Direkt, malum ortama dadanacak sinemaseverler, internet, sağ olsun, var olsun. Lars Von Trier demişken, onun İdiot (Idioterne – 1998) filmini es geçmeyelim, hatta pornonun estetik arayışı diye not düşelim.

 

Dünyanın en meÅŸhur porno aktörü Rocco Siffredi bile sanat için soyundu, biz hala neyin peÅŸindeyiz, ÅŸakası bir yana, Rocco, Fransız kadın yönetmen Catherine Breillat’ın, Romance (1999) ve Anatomie de l’enfer (2004) adlı filmlerinde, boy gösterdi, iÅŸte bu espri deÄŸil! Peki, sanatı, pornoyu geçtim, kült mertebesi muamelesi gören, sapkın yapıt, Srpski Film’i (2005) nereye koyacaksınız, istismar sineması diye bir ÅŸeyin varlığından haberdar deÄŸilseniz ÅŸayet, evet, snuff, yamyam filmleri ve dahası, sinemanın bir de karanlık yüzü vardır, üstelik alıcısı da, pardon izleyicisi de çoktur.

 

Hah! Bu dediklerin, ödül mödül kazanamaz derseniz, yanılırsınız, festivallerden 44 ödül kapmış ünlü Meksikalı Yönetmen Carlos Reygadas’ı da mı hiç duymadınız, 2005’te çektiği Batalla en el cielo’yu seyredin o vakit, bir güzel genç kızla, yaşlı, şişman ve çirkin adamın, yani uyumsuzların seks sahnelerini görün (Bu suça teşvik gibi oldu).

 

Kids (1995), Çarpışma (Crash -1996), Pola X (1999), Mahremiyet (Intimacy – 2001), Pornografi (Le pornographe – 2001), Ken Park (2002), Shortbus (2006) derken, say say bitmeyecek, ki bunlar, yakın tarih sayılır, sinemanın aykırı çocuÄŸu Pasolini’nin, Salo ya da Sodom’un 120 Günü’ne veya daha da öncesine de gidebiliriz. Maksadımız, seks içerikli filmler listesi yapmak deÄŸil, böyle bir gerçeÄŸin varlığından rahatsız olanların, küfre, alkole, sigaraya, iÅŸte aklınıza ne gelirse, onları yasaklama tavrına, tepki koymak, o kadar. Neden mi? Aptal kutusu televizyona dönüşmesin diye güzelim beyazperde… Sansürlenen, yasaklanan, buzlanan veya artık senaristlerin ve yönetmenlerin kullanmaktan çekindiÄŸi ve daha da kötüsü akıllarına bile gelmediÄŸi TV iÅŸi ÅŸeylerin, zamanla salonlara sıçramasına, sinemanın ruhundan olmasına, adeta kupkuru kalmasına, tektipleÅŸmesine ve dar alanda kısa paslaÅŸmalar yapmasına sebebiyet vermesine itiraz etmek gerek, yanlış mı düşünüyorum?

 

Yeşilçam’ın sanattan muaf, hatta komik olmaya çalışırken güldürmeyi bile beceremeyen, tuhaf erotik sineması dışında, bizde pek örneği yoktur, beyazperdedeki seks sanatının… Cinsel içerik taşıyan filmlerimiz vardır elbette, az da olsalar, işte Mum Kokulu Kadınlar, Berlin in Berlin, Atıf Yılmaz’ın bazı filmleri, Müjde Ar ve Nur Sürer’in cesur oyunculukları ve benzerleri… Evet, sinema, Yıldız Savaşları serisindeki gibi, iki yönlüdür, gücün aydınlık tarafı olduğu kadar, karanlık tarafı da vardır, bu bir dengedir, bozmak olmaz.

Bu yazı, http://www.cinedergi.com/ için yazıldı

12348118_10153723888188080_8543834906968066626_n

Yerli ve yabancı, yaÅŸasın 90’lar sineması!

ALPER TURGUT

90’lar sineması, kesinlikle senaryonun gücünün ulaÅŸtığı son zirvedir. Ve ardından ne yazık ki; önlenemeyen büyük bir düşüş baÅŸlamıştır. Evet, 2000’lerde, metin öldü, görsel öne çıktı. Tekrar çekilen filmler, seriye dönüşen ucuz yapımlar, üç boyutlu efekt katkılı şölenler, 90’ların hemen ardından yaÅŸam alanı buldu. İşte gerek memleketimizde olsun, gerek ise tüm dünyada, beyazperdenin ve devamında elbette bizlerin en mutlu olduÄŸu yıllar, 90’lardır, hiç kuÅŸkusuz. Sinemalara koÅŸup, salonları doldurup öyle güzel, etkileyici ve akılda kalıcı filmler izledik ki, onların hatırına ÅŸimdi kötü filmlere bile daha rahat katlanabiliyoruz.

Türkiye’de, 1990 yılı başından 1999 senesi sonuna dek tam 503 uzun metraj kurgusal film (Bu sayının gerçeÄŸi yansıttığı söylenemez, aralarında gösterime giremeyen pek çok yapım var) çekildi. ÖrneÄŸin 1993’te 82 film çekilmiÅŸtir ancak gösterime giren sayısı sadece 11’dir. EÅŸkıya, Tabutta RövaÅŸata, Masumiyet, Ağır Roman, İstanbul Kanatlarımın Altında, Hamam, Her Åžey Çok Güzel Olacak, C-Blok, Piyano Piyano Bacaksız, Kaç Para Kaç, GüneÅŸe Yolculuk, Kasaba… 1980’lerin o bunaltan, psikoloji ve kadın sorunları üzerine yoÄŸunlaÅŸan darbe tesirli filmleri yerini, ÅŸimdi eski yeni kuÅŸak diyebileceÄŸimiz yönetmelerin (DerviÅŸ Zaim, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz) daha özgün ancak esinlenmekten hala vazgeçememiÅŸ yapıtlarına bıraktı. Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Orhan OÄŸuz gibi yönetmenler ise ustalık dönemine girmiÅŸlerdi artık. Tek tük örnekler dışında 1990’larda giÅŸe baÅŸarısından söz etmek mümkün deÄŸildir. Hollywood, ABD’de vizyona soktuÄŸu filmi aynı zamanda Türkiye’de de göstermeye baÅŸladı. 90’lar öncesinde yabancı bir film, ülkemizde bir, iki yıl sonra gösterime girebiliyordu. Hollywood belasına karşı Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Memduh Ün, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Yusuf Kurçenli, Zeki Ökten ve Orhan OÄŸuz, 1995 yılında Sinema Vakfı’nı kurarak, sinemanın canlandırılması için harekete geçtiler.

Yeni bir sürece, kendini geliÅŸtirme, dönüştürme ve çeÅŸitlendirme sürecine giren Türkiye sinemasınnda, 1990’ların ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında da fark vardır, aslında iki ayrı bölüm olarak düşünmek gerek. İlk yarı bariz bunalımlı, yönetmenlerin hayli kiÅŸisel ve iç dünyalarını resmetmeyi denedikleri 80’lerden tam olarak kurtulamamıştı, ikinci yarı ise giÅŸe hedefi ve sanat ürünlerinin çeÅŸitliliÄŸi ile daha bereketli geçti. Varoluşçuluk, Tarkovski, Kafka, klasik edebiyat, Yer altı edebiyatı, marjinallik, deneysel çalışma, simgesel anlatım, artık aklınıza gelebilecek her yoldan her ÅŸekilde eserler üretildi. Lakin memleket sineması diyebileceÄŸimiz bir akım yaratılamadı. Yerelden evrensele giden yol açılamadı, kurallar esnetildi ama ezber bozulamadı. Düşünün, bugün sinema hala bir sektör deÄŸil bu ülkede, dizilerin uzantısı olan, belki sektör aday adayı… Kitle iletiÅŸim araçları çoÄŸaldı, PR çalışmaları arttı ancak kaliteli yapıtların oranı çok ama çok düşük kaldı. İşte yüzde 80’i yazın çekilen filmlerle festival festival geziyoruz, ödüllere seviniyor, günü ve giÅŸeyi kurtarmaya çalışıyoruz.

YeÅŸilçam’ın etkisinden çıkmak, batı tekniklerini yurdun gerçeÄŸine yedirmek, Yeni Türkiye Sineması için harekete geçmek. İşte 90’lar sinemasını önemli kılan ÅŸey buydu. Sanat filmleri ve popüler filmler olarak yol ikiye ayrılacaktı ancak, zaten toplamda yakalanan baÅŸarı, ülke sinemasının hanesine yazılacağı için bunda sorun yoktu. Teori, pratikle pek örtüşmez, 2000’lerde problemler çoÄŸaldı, kaliteli filmlerin sayısı azalırken üretim ise giderek arttı. Dizi estetiÄŸiyle çekilen filmler, öğrenci ödevi nden hallice yapımlar, seyirciyi TV karşısından alıp, beyazperdenin önüne konuÅŸlandıramadı.

Neyse… 90’lar filmlerine geri dönelim ve seçtiÄŸimiz filmleri sıralayalım; Yengeç Sepeti, Kahpe Bizans, Amerikalı, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar, Berlin in Berlin, Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri, Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Suyun Öte Yanı, Gizli Yüz, Karartma Geceleri, Usta Beni Öldürseni, Tatar Ramazan. İskilipli Atıf Hoca, Mum Kokulu Kadınlar, Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Laleli’de Bir Azize, Üçüncü Sayfa, Salkım Hanım’ın Taneleri, Kız Kulesi Aşıkları, Lola Bilidikid, Karışık Pizza, Manisa Tarzanı, Åžahmaran, AÅŸk Ölümden SoÄŸuktur, Babam Askerde, Bir Kadının Anatomisi, Bir ErkeÄŸin Anatomisi, Leoparın KuyruÄŸu, Sen De Gitme, Minyeli Abdullah, Propaganda, Güle Güle…

Gelelim, dünyaya… 1990’lar da Hollywood’un krallığıyla geçer ancak bu kez yeni bir rakip vardır karşısında… Bağımsız Amerikan Sineması, büyüyen, serpilen ve etkileyen bir güce dönüşmüştür. Avrupa ise Amerikan iÅŸi aksiyonun büyüsünden kurtulamamıştır, özgün filmler vardır ama sayısı azdır. UzakdoÄŸu’da ise güzel bir doÄŸum gerçekleÅŸmiÅŸtir, 2000’lerde imza atabilmek için…

Åžimdi hangi filmden baÅŸlayalım o denli çoklar ki… Sıkı Dostlar, Makas Eller, VahÅŸi Duygular, Kurtlarla Dans, Kuzuların SessizliÄŸi, Terminatör 2, Güzel ve Çirkin, Delicatessen, Balıkçı Kral, Barton Fink, JFK. Bitti mi? Bitmez! Rezervuar Köpekleri, Affedilmeyen, Glengarry Glen Ross, AÄŸlatan Oyun, Chaplin, Malcolm X, Acı Ay, El Mariacci, Schindler’in Listesi, Gerçek Romantik, Bugün Aslında Dündü, Piyano, Carlito’nun Yolu, Arizona Rüyası, Stalingrad, Naked, Babam İçin.

Liste uzun… Daha Esaretin Bedeli, Pulp Fiction, Leon, Forrest Gump, Aslan Kral, Clerks, Karga, Ed Wood, Gün DoÄŸmadan, Cesur Yürek, OlaÄŸan Şüpheliler, Büyük HesaplaÅŸma, Casino, 12 Maymun, Toy Story, Nefret, Trainspotting, Fargo var.

Soluk aldıysanız devam edelim; Can Dostum, Los Angeles Sırları, Hayat Güzeldir, Boogie Nights, Prenses Mononoke, Büyük Lebowski, Er Ryan’ı Kurtarmak, İnce Kırmızı Hat, American History X, Karanlık Åžehir, Truman Åžov, AteÅŸten Kalbe Akıldan Dumana, Rushmore, Pi, Dövüş Kulübü, Amerikan Güzeli, YeÅŸil Yol, Magnolia, 6. His…

Avrupa’dan Üç Renk, yani Mavi, Beyaz ve Kırmızı nasıl unutulur? Sonra Yıldız SavaÅŸları serisi yıllar sonra 90’larda tekrar baÅŸladı. Seri demiÅŸken; GeleceÄŸe Dönüş, Zor Ölüm, Baba, Yaratık, Robocop, James Bond, Rocky ise geçmiÅŸten 90’la taşındı. Ve Blair Cadısı, 90’ları kapatan bu fenomen, üç kuruÅŸu milyonlarca dolara katlayan bir tanıtım mucizesi gibiydi. Sayesinde korku-gerilim türünde bir devrim yaÅŸandı ve sallanan el kameraları ile çekilir oldu pek çok film…

Ses getiren filmler bitecek gibi deÄŸil. Hayalet, Evde Tek Başına, Özel Bir Kadın, Korku Burnu, Temel İçgüdü, Jurassic Park, Gerçek Yalanlar, Katil DoÄŸanlar, Salak ile Avanak, Titanik, Siyah Giyen Adamlar, Oyun, BeÅŸinci Element, Åžeytanın Avukatı, Kadın Kokusu… Bu filmlerin bazıları müthiÅŸ yapıtlar deÄŸil elbette, ancak bugün hala üstüne konuÅŸuyorsak, belleÄŸimizde yer etmiÅŸler demektir. Misal Titanik tüm zamanların en büyük giÅŸe rekorunu kırdı ve tüm dünyada 1 milyar dolar barajını aÅŸan ilk film oldu. Ta ki yönetmeni James Cameron, Avatar’ı çekene dek. Temel İçgüdü ve Özel Bir Kadın, 7. sanat adına belki bir ederleri yoktu ama kült filmlere dönüşmeyi baÅŸardılar.

Artık listemize aÅŸağıda saydığım yapıtlarla bir son verelim, çünkü aklımıza ve gönlümüze yer etmiÅŸ 90’lara dair filmler o kadar fazla ki, yerimiz ise dar, nokta koymazsak sığdıramayacağız. Evet, son olarak; Çalınmış Güzellik, Kaya, Görevimiz Tehlike, İngiliz Hasta, Çığlık, Donnie Brasco, Jackie Brown, Aç Gözünü, Funny Games, Benden Bu Kadar, Küp, Lolita, Kayıp Otoban, Yalancı Yalancı, Yüz Yüze, Sefiller, Mesajınız Var, Ronin, Gözleri Tamamen Kapalı, John Malkovich Olmak, AÅŸk Engel Tanımaz, Erkekler AÄŸlamaz, Amerikan Pastası, Åžehrin Azizleri.