Etiket arşivi: Aşık Veysel

Biricik derdimiz kayıtsızlık

 

 

 

Alper Turgut

 

Nihayet “Çirkin Kral Efsanesi” adlı belgeseli seyredebildim, yapım, iki saat iki dakika boyunca, memleket sinemasının ezber bozan en bildik insanı Yılmaz Güney’i anlatmaya çabalıyordu. Belgeseli yöneten Hüseyin Tabak, Aşık Veysel’in pek güzel, pek meşhur halk türküsünün dizesi “Güzelliğin On Par’ Etmez” adını verdiği kurmaca uzun metraj filmiyle, 2012’de Antalya’dan altı, Ankara Film Festivali’nden de iki ödülle dönmüştü.

Hüseyin Tabak, kendine film yapma aşkını aşılayan, unutulmaz yapıtlarıyla sinema yolculuğuna hazırlayan, büyük bir hayranı olduğu adamın peşine düşmüş. Bizim yurt dâhilindeki yönetmenlerimiz, her ne kadar Yılmaz ekolünden geldiklerini savunsalar da, sorgulama, anlama, ortaya koyma mevzusundan bihaber olsalar gerek, bu hayli gerekli iş, gurbetçi bir rejisöre kalmış.

Hüseyin Tabak, Yılmaz Güney’i, hem kendi hocası Michael Haneke’ye, hem de Costa-Gavras’a sormuÅŸ, onların yanıtları, nasıl bir büyük bir sinemacıya sahipmiÅŸ bu kadim coÄŸrafya, anlamamıza yetiyor aslında… Åžimdi 47 senelik ömrünün, 12 yılını cezaevinde, üç yılını da sürgünde geçiren bir insanın, 104 filmde baÅŸrol oynayıp, 24 film yönetmesinin, dahası 50 filmin senaryosunu yazıp, altı filmin de senaryosuna yardım etmesinin, aslında normal koÅŸullarda, mantıklı bir izahı yok. Bu büyük bir gayret, büyük bir güç, büyük bir emek, büyük bir adanmışlık iÅŸte, bir dava adamına dair, tastamam…

Şekilden öteye geçemeyen, önce vitrin deyip, içerikle pek ilgilenmeyen sinemamız adına, ne önemli bir kayıptır. Yakışıklı jönler döneminde, çirkin bir adamın başrolü üstlenmesi, insanlara yapay değil, sahici gelmesi, kendilerinden biri gibi gören halk tarafından sahiplenilmesi de değil tüm mesele… Adı gibi Yılmaz kişiliğinin, onu var eden devrimci bilincinin, kimselerin dokunmak istemediği alanlara, kamerasını çevirmesinin, gayet farkındayız. Ve onun arayışındayız hala, halkının dertlerini dert edecek, acı gerçeklerimizin peşine düşecek sinemanın ve sinemacıların…

Hah! Haneke demiÅŸken; onun sevdiÄŸim bir sözü var; “SoÄŸukluk… Bize en çok sorun yaratan ÅŸey iÅŸte bu! Kendimize ve baÅŸkalarına karşı esnekliÄŸimizi yitirmemize neden olan bu kayıtsızlık! Bütün filmlerim bu temayı ele alıyor.” Evet, bu kayıtsızlık ikliminde, paylaÅŸmaktan muaf, imeceden azade, birlik ve beraberlikten fersah fersah uzak olan bu gündelik hayatta, aradığımız çözüm, sıcaklıkta, belki de… Uzun lafın kısası; Bedel ödemekten çekinmeyenler azaldıkça, soÄŸukluk artıyor, ne acıdır.

Memlekette, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle, birlikte, ne çok dedektif yaşıyormuş, öğrenmiş olduk. Herkes, her şeyin uzmanıysa, biz neden bu haldeyiz, bu vasatlık çemberinde, resmen debelenip duruyoruz, belli değil! Eskiden futbol ve gündelik siyaset ahkâm kesme alanıydı, şimdi hepimiz istisnasız bilirkişiyiz. Sosyal medyanın hayatımızı çepeçevre sarmasıyla, çalışmadan uzmanlaşan, çabalamadan ustalaşan, yanılsa da inatlaşan insanlar, bu işlere harbiden emek ve gönül vermiş, dişiyle, tırnağıyla kazımış olanların, arada kalmasına, seslerini duyuramamasına, nihayetinde bıkmalarına sebep oluyorlar, üstelik.

Kitap okumayan, incelemeyen, araştırmayan ve soruşturmayanların sayesinde, hayli zamandır, duyar kasmak denen illetle de haşır neşir olduk, cımbızla seçiyor ve direkt üstüne yürüyorlar. Nefret kusuyor, kavga çıkartıyor, sürekli saçmalıyor, yargılıyor ve hüküm veriyorlar. Misal, Yılmaz Güney’in sert mizacı, Müslüm Gürses’in eşiyle ilişkileri, hop masaya yatırılıyor. Bu insanlar neler yaşadılar, bugünün algısıyla dün yargılanır mı, tüm üretimlerini, sırf birileri uygun bulmuyor diye, çöpe atmak neyin nesidir? Tonla soru sorulabilir, lakin yanıtlar, onları mutlu etmeyecektir, çünkü yaşayanlar kadar, ölenlerle de hesaplaşmaları bitmeyecek, asla tükenmeyecektir. Kendileri ise adeta melektirler, hayatları boyunca hiç hata yapmamış, hiç savrulmamış, hep çiçek gibi kalmışlardır. Ben bu tiplerden harbiden bıktım, umarım herkes bir gün bıkar ve bulaşmaya meyilli elemanlar, salt kendileriyle uğraşır dururlar.

Ha! Buradan, eleştirilmesin mi hiçbir şey gibi, bir çıkarımda bulunanlar olabilir, bakın her şey eleştirilebilir, uygun yolla, düzgün bir üslupla, hakaret ve küfür etmeden, yapıcılığı esas alan, yıkıcılıktan uzan duran bir anlayışla, elbette.

Göklere çıkarmanın da, yerin dibine sokmanın da, aynı kapıya çıkacağını bilenler için değil benim sözlerim, sevgisini abartan, nefretini kabartanlar, üstlerine alabilirler, çünkü onların artık, bir adım ilerisinin, trolleşmek olduğunu kavramaları gerek! Kendi adıma, iktidarın gölgesinde serpilenlerle, her koşulda bedel ödeyenleri nasıl bir kefeye koyamazsam, hak arayanlarla, hak gasp edenleri nasıl bir tutamazsam, bildiğini anlatanla, bilmediğini savunanı da denkleştiremem, haliyle.

Yine sürüklendik, bambaşka mecralara… Dağıtmayacak, tane tane Yılmaz Güney. Müslüm Gürses anlatacaktım oysa. Durun! Aklıma gelmişken söyleyeyim; Yahu, Ahmet Kaya filmi de çekse ya birileri, bakın, önümüzdeki ay, Bohemian Rhapsody girecek gösterime, efsane müzisyen Freddie Mercury tekrar canlanacak. İnsanlar, değer verdiklerini, unutamadıklarını, vazgeçmediklerini, beyazperdede görmek istiyor. Özlüyoruz gözüm, duygularımızı ayaklandıran sözleri, sesleri, gerçekten özlüyoruz.

Güzel şeyler yazmak, güzel şeyler konuşmak istiyorum, Ara Güler’in yakın tarihimizi belleğimize kazıyan, siyah-beyaz fotoğraflarına bakıp, dalıp gitmek, eski güzel İstanbul’da nasıl yaşanırdı gibi saf hayaller kurmak istiyorum, sonra muktedire dair sözleri geliyor aklıma, ardından bedel ödeyen liselileri, işinden ekmeğinden edilenleri, cezaevlerine doldurulan nicelerini düşünüyorum. Of çekiyorum, kocaman ve derinden gelen bir of! Hani 90 yılın, upuzun bir ömrün finali keşke böyle olmasaydı diyorum; “Olmasaydı sonumuz böyle…”

Güzelliğin On Par’ Etmez

 

 

ALPER TURGUT

 

Antalya Altın Portakal’da yarışıp, ödüller kazanan “GüzelliÄŸin On Par’ Etmez” ya da orijinal adıyla “Deine Schönheit ist nichts wert”, nihayet aylar sonra gösterime giriyor. Peki, Aşık Veysel’in pek meÅŸhur ÅŸiirinden ismini alan filmin, gerçek adı neden yabancı? Çünkü film, Avusturya yapımı… GüzelliÄŸin On Par’ Etmez, Altın Portakal’ı kazanınca, bu film yerli iÅŸi deÄŸil diyerek tepki gösterenler olmuÅŸtu. Hatta geçtiÄŸimiz günlerde gösterime giren ‘Kuma’ adlı film, benzer bir durum nedeniyle yarışmaya dahil edilmemiÅŸti. Kaybeden sinemacıların, -kıskançlıktan olsa gerek, haliyle bir parça tepkisine maruz kalan film, gurbette hayata tutunmaya çabalayan insanlarımızı, bizim insanlarımızı anlatıyor ve öykülerimizi beyazperdede resmediyorsa ÅŸayet, yabancı deÄŸildir asla… Filmin bunca zamandır gösterime girememesinin nedeni ise klasik, salon bulamamak… Bu salon mevzusu giderek kabak tadı vermeye baÅŸladı, gerçekten…

 

Evet, Güzelliğin On Par’ Etmez, Antalya’dan altı, Ankara Film Festivali’nden de iki ödülle döndü. Daha önce iki kısa film ve “Kick-Off” adlı bir belgesel çeken genç yönetmen Hüseyin Tabak, ilk uzun metraj kurmaca denemesinde vasatı aşıyor ve temiz bir iş çıkartmayı başarıyor. Gelecekte ondan, kendisi gibi gurbette olan insanlarımıza dair yeni yapıtlar bekliyoruz. Filmin başrollerinde Orhan Yıldırım, Lale Yavaş, Abdülkadir Tuncer, Nazmi Kırık ve Yüsa Durak var. Veysel karakterini canlandıran çocuk oyuncu Abdülkadir Tuncer resmen döktürüyor, ağabey rolündeki Yüsa Durak da gayet iyi bir performans sergiliyor.

 

Kürt baba, Türk anne ve iki oğul… Film, Avusturya’ya göç eden ailenin, yeni bir hayat mücadelesinde yaşayacakları zorluklardan yola çıkıyor. Uyum sorunu, dil problemi ve yabancılık hissi… Doğru, kitaplara, filmlere pek çok kez konu olmuş bildik bir hikâye diyeceksiniz, ancak zor olan da tam olarak işte bu zaten… Aşina olduğumuz bir mevzuya, dikkatimizi bir kez daha çekebiliyorsa, başarmış demektir. Ötesi yok. Güzelliğin On Par’ Etmez’in elbette sorunları var, lakin o kadar kötü film çekiliyor ki, vasatı aşan yapımları didiklemek içimden gelmiyor, inanın.

 

Evin sorunlu büyük oğlu, Kürt meselesi yüzünden bedel ödemiş babasıyla çatışma yaşamaktadır, ona bir kutup gerekmektedir ve o çözümü Türk milliyetçiliğinde bulmuştur. Kahramanımız küçük Veysel’in ise derdi başkadır, dil sorunuyla boğuşmakta, okulunda resmen kâbus yaşamaktadır. Bir de aşık olur üstüne, hayat hem daha güzel hem de daha karmaşık bir hal alır. Veysel’e halden anlayan biri gerekir, çatlak komşu Cem, önce nazlanarak ardından da seve seve kahramanımıza yardım eder. Aralarındaki yaş farkının önemi yoktur, iki aşık erkek, birbirinin halinden elbet anlar. Veysel’in sınıf arkadaşı Ana’ya, ilanı aşk edebilmek için acelesi vardır. Çünkü zaman hızla akıp gitmekte, gurbet ellerde hayat, hep kötü sürprizlere davetiye çıkarmaktadır. Ve Veysel’in hayattaki biricik dayanağı adını aldığı büyük ozandır, o hep onu dinler durur;

Güzelliğin on par etmez
bu bendeki aÅŸk olmasa
eÄŸlenecek yer bulaman
gönlümdeki köşk olmasa

tabirin sığmaz kaleme
derdin dermandır yareme
ismin yayılmaz aleme
aÅŸklarda meÅŸk olmasa

kim okurdu kim yazardı
bu düğümü kim çözerdi
koyun kurt ile gezerdi
fikri baÅŸka baÅŸk’olmasa

güzel yüzün görülmezdi
bu aÅŸk bende dirilmezdi
güle kıymet verilmezdi
aşık ve maşuk olmasa

senden aldım bu feryadı
bu imiş dünyanın tadı
anılmazdı Veysel adı
o sana aşık olmasa

http://www.cinedergi.com/