Etiket arşivi: araf

Altın Koza’nın ardından…

ALPER TURGUT

İzmirliler kadar fanatik deÄŸilim belki ama serde var iÅŸte, Adanalıyık… İstanbul’dan, doÄŸduÄŸum bereketli topraklara her gidiÅŸimde, herbiri sinema karesi kadar güzel ve unutulmaz olan çocukluk anılarım canlanır. Sinema ve Altın Koza, herkes için deÄŸerli, benim için çok daha deÄŸerli, ötesi yok. HemÅŸerilerim iyi de ağırlıyorlar bizleri, sıcak kanlıdır insanlarımız, ben biraz soÄŸuk nevaleyim o baÅŸka… Bak ya, yine günlüğe dönüşüyor yazı… Tamam, toparlıyorum. Altın Koza, maddi ve manevi destek atıyor memleket sinemasına, sorun festivalde deÄŸil zaten, jürilik müessesesinde… Geçen yıl, sinemamız sıçtı demiÅŸtim, bazı arkadaÅŸlar, festivallere yamamaya çalışmışlardı sözlerimi, aÄŸzımızdan çıkanı kulağımız duyuyor, yazarken haydi haydi görürüz. Sinema da yetmiyor, polemik sanatı aşıklarına, neyse…

Sonuçta; bir Adana Altın Koza Film Festivali daha bitti ve ben yine ödül mödül almadım, alamadım. Hımmm… Ödün de vermedim ama… Ne anlatıyor ÅŸimdi bu eleman diyorsunuzdur, haklısınız, kendimi ifade edemiyorum. Hah! Festivallerde yarışanlar ve onları seçenler gibi aynı, çünkü onlar da dertlerini dökemiyor, meramlarını anlatamıyorlar, kanımca… Sanat adına yarışmak biraz tuhaf geliyor bana, ortada para olmasa, yarışmaya katılır mı bunca film, iÅŸte buna pek emin deÄŸilim. Kültür Bakanlığı’ndan para almazsanız, festivallerden para ödülü kazanmazsanız, giÅŸede de tutunamadığınız malum, film çekmek için, yani en pahalı sanat dalı için para bulmak, haliyle zor. Büyük stüdyolarımız yok, batacaksak batalım, ama sanat yapalım diyen yapımcılarlarımız hiç yok. Bu durumda, 350 bin lira, iyi para… Para kazanmak için yarışmak ise bela iÅŸ, keÅŸke sinemaya gönül verenler, zorunda olmasalar, zorunda kalmasalar, yarışmaya… Festivallerde sadece filmler gösterilse, bunun ötesinde, yarışmayı çok mu arzuluyorsunuz? Yine yarışın, ama salt maneviyat için…

Ama ortada bir yarışma varsa, jüri hakkaniyet ile hareket etmeli, mantıklı ve doyurucu açıklamalar yapılmalı… Kazanan maÄŸrur, kaybeden maÄŸdur olmamalı… Lakin bizim festivallerimizde hemen her jüri kararı tartışılır, herkes filminin en iyi olduÄŸunu düşünür, kaybetmeyi gururuna yedirimez. Jürilerin de tuhaf seçimleri vardır, yok yahu, daha neler dedirtir hatta… Altın Koza ulusal film yarışmasında, 14 film yarıştı, sekizi ödüllendirildi, altısı hiç ödül alamadı. Üç ödül, ikiÅŸer kiÅŸiye gitti. Bunu anlamak zaten zor, en iyi ödülünü iki kiÅŸi veya iki film nasıl paylaşır, adı üstünde en iyi, ya da deÄŸiÅŸtirin ÅŸunu, en iyiler yapın, toplu ödüllerle herkes sevinsin.

14 filmi de izledim, festivalin son günü, kaçırdığı üç filmi, video odasında seyrettim. Hatta yarışmanın bence en zayıf halkası olan “Rüzgarlar” filmini hızlı hızlı ileri sardım, ancak bu da pek iÅŸe yaramadı, ben hızlandırdıkça sanki o, inadına yavaÅŸlıyordu. Esnemekten çenem çıktı, harbiden beni aşıyordu bu film, donmuÅŸ kalmış gibiydi resmen sahneler… Ne kurmaca ne belgesel, salt deneysel bir iÅŸ olan, fantastik bir video klip diyebileceÄŸimiz performans iÅŸi “Aziz AyÅŸe”, festivalde niye yarışıyordu, bugün hala çözebilmiÅŸ deÄŸilim. Festivalde özel gösterim yapılacak bir projeydi bu, özgün ve farklı, eyvallah ama kurmaca filmlerle yarışması, bir hayli saçma olmuÅŸtu. “Siirt’in Sırrı”, kadının yok sayıldığı bir coÄŸrafyada, gencecik bir güreşçi kızın, güzünü uluslararası ÅŸampiyonluklara dikmesini anlatıyordu. Bu bir baÅŸarı öyküsüydü, daha çok TV iÅŸi bir belgesel gibi dursa dahi, kazanma hikayeleri hep sevilir, bu sebeple ödüller kazanmasına ÅŸaşırdım diyemem.

DerviÅŸ Zaim’in kurmaca katkılı belgeseli “Devir”i sevdim, üstüne düşünülecek, derinlikli ve felsefi yönü kuvvetli bir yapım idi ancak kurmacalar karşısında ÅŸansı pek yok diye düşünüyordum. Ancak Siirt’in Sırrı’na ödül gidiyorsa, daha usta bir iÅŸ olan Devir’i es geçmemek lazımdı, jüri bunu dikkate almadı. Erden Kıral’ın “Vicdan” filmini beÄŸenmemiÅŸtim, son filmi “Yük”ü ise görece baÅŸarılı buldum, mekan, oyunculuk vasatı aşıyor, ancak senaryo tıkanıyordu, biricik sorunu buydu. Tülin Özen ve Nadir Sarıbacak ise döktürmüşlerdi resmen… Yeraltı filmini, İstanbul Film Festivali’nde izlemiÅŸtim, beÅŸ ay geçmiÅŸ üzerinden, en iyi erkek oyuncu Engin Günaydın ve yönetmen Zeki Demirkubuz yine favori, lakin jüri bu, sağı solu belli olmaz, gidip farklı bir filmi seçebilir, demiÅŸtim festivalden önce dediÄŸim gibi oldu.

“Yabancı” adlı filmi karşı çok doluyum, tam da bu yüzden konuÅŸmak istemiyorum, ÅŸirazeden çıkabilir, ağır konuÅŸabilirim, bunu istemem. “Åžimdiki Zaman”, üç ödül aldı, İstanbul Film Festivali’nde dört dörtlük oynayan ve en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Sanem Öge, bu kez eli boÅŸ döndü. “Lal ve Gece”, Reis Çelik’in en iyi filmi, ancak ödül gelir mi? Emin deÄŸilim demiÅŸtim, Adana’da seyirci ödülünü kazandı, güzel de oldu. AteÅŸin Düştüğü Yer iyi giderken, savrulan bir yol filmiydi, namus belasına dair. Montreal’de ödül geldi, Adana’da ise zor demiÅŸtim, bu da tuttu. Åžimdi Oscar yolculuÄŸuna çıktı AteÅŸin Düştüğü Yer, umarım o eski kırmızı araba, bu kez hedefine varır.

Ana Dilim Nerede ve Babamın Sesi ile kent kent, festival festival gezdim. İkisini de sevdim ama ÅŸansları pek yok. Araf ve Gözetleme Kulesi, bu son iki film, gerçek finalistler, asıl yarışma aralarında olacak, iyi olan kazansın. Evet, yeni oldukları için Araf ve Gözetleme Kulesi yarışır diye düşünüyordum. Kısmen yanılmışım. Çünkü Gözetleme Kulesi yarıştı, Araf’ın yerini Babamın Sesi aldı. Yeraltı’nın kadınlara yaklaşımı pek hoÅŸuma gitmedi, ancak iyi bir film, Babamın Sesi’nin duygusunu sevdim ama senaryosu film halinden daha güzel, kesinlikle… Kafanızı çok karıştırdım biliyorum, dağılan bilyeleri bir araya getirmeyi deneyeceÄŸim. İlyas Salman ve Engin Günaydın ödülü hak ediyorlardı kesinlikle, Laçin Ceylan ve Nihal Yalçın da keza öyle… Nilay Erdönmez’de iyi bir performans sergilemiÅŸti, rakipleri Tülin Özen ve Sanem Öge kadar en az… Ancak bu en iyi kadın oyuncu ödülünde favorim Neslihan Atagül idi, ikinci kez umut veren kadın oyuncu ödülü aldı. Üçüncüyü de alınca ülke puanı mı yapacak, o zaman mı ödülü vereceksiniz? Yardımcı erkek performansında Menderes Samancılar’a itirazım yok, çünkü rakibi de yoktu neredeyse…

En iyi müzik ödülüne deÄŸer bulunacak yapım bulamamak pek şık olmadı, jüri burada sınıfta kaldı. Güzelim İki Dil Bir Bavul’u da çeken PeriÅŸan Film ekibini seviyorum ve kendimi onlara Zeki Demirkubuz’dan daha yakın buluyorum, çünkü anlatmak istedikleri yaÅŸanmışlıklar ve öyküler, önemli. Meseleleri var, barış istemek çok deÄŸerli bir mevzudur, aynen devam etsinler. Ancak salt senaryo ile en iyi film olmaz. Bir baÅŸka jüri de böyle bir ödülü vermez. Kurgu, sanat yönetimi, oyunculuklar, görüntü yönetimi, artık her ne varsa asılsınlar isterim. Zeki Demirkubuz, jüriye yönelik isyanında hem haklıydı hem de haksız, çünkü yarışmaya girdiysen, kaybetmeyi de göze alacaksın. Ya da hiç girmeyeceksin o topa… Gerzekler ise pek yakışıklı durmuyor, kelime olarak… Gözetleme Kulesi ile büyük bir adım atan Pelin Esmer’e çok ödül gitti, bari en iyi filmi de verseydiniz, daha şık dururdu. Jüri, eski yönetmenleri deÄŸil, gençleri tercih etti. Erden Kıral, YeÅŸim UstaoÄŸlu, Zeki Demirkubuz, DerviÅŸ Zaim, İsmail GüneÅŸ neredeyse elleri boÅŸ döndüler, yeni nesil sinemacılar kazandı. Ustalar, jürilere kızsınlar ancak festivallere sırt çevirmesinler, çünkü jürinin olduÄŸu yerde mutlak adalet olmaz, bunu en iyi onlar bilirler.

Son sözüm Altın Koza Film Festivali’ne, yarışma filmlerini bu yıl aynı salonda göstererek, eÅŸitlik adına güzel bir iÅŸ baÅŸarmışsınız, gelecek yıllarda, sinema salonlarını alışveriÅŸ merkezlerinden kurtarsanız ve festivali kent merkezine taşısanız, hatta yazlık sinemada gösterseniz, tadından yenmez.

Araf; reality show memleketine dair!

ALPER TURGUT

“Gözetleme Kulesi”, “AteÅŸin Düştüğü Yer”, “Araf”… Adana Altın Koza Film Festivali’nin yarışma bölümünde seyrettiÄŸim bu üç yerli iÅŸi film, istenilmeyen gebelikler ve bebeklere dair… DoÄŸum, düşük, ölüm… Belki hepsinin resmetmeye çabaladıkları, konusu, yolu birbirinden farklı ancak akla gelen ilk ÅŸey hep aynı; kürtaj… Yanlış anlaşılmasın, kürtaj, adını andığım bu yapımlarda yok, lakin bazı durumlarda doÄŸum denen seçenek, taşıdığın yük’ten ağır olabiliyor, ne yazık ki… Evet, bugün hala tartıştığımız istenilmeyen bebekler mevzusunu, kurguyla anlatmaya çalışmak, bu memlekette güncel tutmak çok önemli, beyazperdeyle buluÅŸturulan bu iÅŸler, inanın pek deÄŸerli…

Altın Koza’nın ardından Gözetleme Kulesi, AteÅŸin Düştüğü Yer ve diÄŸer filmlerle ilgili izlenimlerimi aktarırım, ama önce bugün gösterime giren Araf’ı anlatmayı deneyelim. Hah! unutmadan, Altın Koza’dan bir kez daha emin oldum, Flash TV kafasını yaÅŸayan hikayeler, üçüncü sayfa haberleri tipi mevzular, yeni memleket sinemasının yol haritası olmuÅŸ, belaya davetiye çıkaran gündelik yaÅŸamı hayli gerçekçi resmetmek, filmlerimize reality show tadı vermeye baÅŸlamış, bu haliyle belgeselvari ve deneysel çalışmalar, sinema denen o güzelim kurmacadan, müthiÅŸ olay örgüsünden, merak unsurundan, derinlikten uzaklaÅŸtırmış, resmen savurmuÅŸ. 7. sanat sinema, içinde her türlü sanatı barındırabilir, malumunuz. Ancak salt teknik, görsellik ve müzik deÄŸildir, sinemayı sinema yapan, tutkudur ve elbette ruhtur. Sen bunları savsaklarsan, sesi, görseli güçlü, TV estetiÄŸine yakın, inandıran ama bana, bize bir ÅŸey kazandırmayan bir ÅŸey yaratmış olursun, akılda kalan, sarsan, evrenseli yakalayan ve iÅŸte bu sinemadır diyeceÄŸimiz filmler çekilsin istiyorum artık, yoksa açarım televizyonu, belgeselden belgese zaplar dururum, gazeteleri açar, önce spor sayfasını ardından magazini ve en nihayetinde üçüncü sayfa haberlerini okurum. Peki, hani sinema nerede?

Yukarıda karaladıklarım genellemedir, yönetmenlerimiz eleÅŸtirilmeye gelemiyor, alınganlık mevzusunda üstlerine yok. Alınmayın arkadaÅŸlar, bu bir durum tespitidir. Üstelik, salt benim penceremden…

Araf’ı anlatacağım derken nerelere gelmiÅŸim, toparlayayım. Evet, Araf’ta bile kalsan, çoÄŸunluktan yana saf tutmak zorundasın, yani onlardan yana taraf olmazsan, bertaraf ederler, ötesi yok! Öncelikle YeÅŸim UstaoÄŸlu’nun bir önceki filmi Pandora’nın Kutusu’nu daha çok sevmiÅŸtim, bu Araf’ı beÄŸenmediÄŸim anlamına gelmesin, oyuncularıyla, konusuyla, finali bir ülke gerçeÄŸine baÄŸlamasıyla, bu iyi bir film. Üstelik Özcan Deniz ve Yalçın Çakır’a raÄŸmen… Hadi Yalçın Çakır, belki rolü kısa ama yine de kendisini oynamış, ya Özcan Deniz? Rakibinin Charlie Chaplin olduÄŸunu söyleyen, yeni filmiyle Kubrick’e gönderme yaptığını dile getiren Özcan Deniz’i oynatmanın amacı nedir? İki replik dışında, susarak oynayan baÅŸka bir oyuncu bulunamaz mıydı, dert, giÅŸe midir? Bu soruların yanıtlarını ben bulamadım, lakin Özcan Deniz’in fazlaca konuÅŸturulmaması isabet olmuÅŸ, filmin dengesi altüst olurdu, neme lazım.

Bir kentten diÄŸer kente yolculuk yapıyorsunuz, mola yerinde durdunuz, otobüs, kamyon, araba, artık her neyse… İhtiyaç giderdiniz, sonra da yola devam ettiniz. İşte o mola alanında çalışan insanlara hiç dikkatli baktınız mı? Senin mola yerin, onun arafı, çıkışsızlık duygusu, taÅŸradan kurtulma arzusu, baÅŸka aklınıza ne gelirse… Karabük’te mutlu olanlar da var, mutsuz olanlar da, biri zengin olmak ister, diÄŸeri yeni bir hayat arzular, bir baÅŸkası dünyayı gezmeyi düşler… Bizim mutfak çalışanı Zehra’nın öyküsü bu, bir yanda ‘apaçi’, ’emo’ diye tabir edilen (sanırım ikisinin karışımı) akranı Olgun var, delikanlı, iyi yürekli bir delikanlı… Öte yanda kamyoncu Mahur var, yetiÅŸkin, sessiz ve Olgun’dan daha karizmatik, elbette görece…

Zehra’nın feleÄŸin çemberinden geçmiÅŸ iÅŸ arkadaşı Derya’ya takılır ve hayatı deÄŸiÅŸmeye baÅŸlar, Mahur ile yakınlaşır, Olgun’u da ihmal etmez, ona git demez. Ortada aÅŸk yoktur, taÅŸradan kurtulma isteÄŸi vardır, kamyoncu ne güne duruyor, sütü seven kamyoncu gibi masum da deÄŸil bu Mahur, Selvi Boylum Al Yazmalım’daki İlyas gibi aşık ve tutkun hiç deÄŸil. Zehra’yı elde edene dek, çok dakik, sonrasında ara ki bulasın. SeviÅŸmek ise hayli güzel, üstelik heyecanlı da gelenek görenekten saklanarak… Aile baskısı, mahalle baskısı yok, kenarda köşede her ÅŸey tıkırında… Ancak gebe kalmak, güzel günleri götürür, fırtınayı getirir. Åžimdi salt iliÅŸkini deÄŸil, kendini de saklamak zorundasın, yüklüsün, göbek ve bebek büyüyor, Mahur desen basmış gaza, vurmuÅŸ kendini yola, arkasına bile bakmayarak… Kamyoncu da bizlerden biri, mola yerine uÄŸrayanlardan hani… O gidecek, ya kalanlar? Olgun, Zehra ve hatta Derya, Karabük daha da küçülmeyecek mi? Sorular, sorular, sorular…

Neyse… Sonra Zehra bebeÄŸini düşürür, sert ve tokat gibi sahne bu, kanlı ve hüzünlü… Her erkek, bunu izlemeli, gözlerini kaçırmadan seyretmeli… Hani kısacık bir zevk uÄŸruna, bir kadının yaÅŸadığı depremi görmesi için, penisini bir bedene yaklaÅŸtırırken ötesini de düşünmesi için… Hayat denen ÅŸey, bazen güzel bir rüya gibidir, bazen de kabus… Durum budur!

Son olarak, Neslihan Atagül’e bir iki çift laf edelim, son dönemlerde gördüğüm en eÅŸÅŸis performans bu, müthiÅŸ oynamış, bir an bile karakterinden sıyrılmamış, onu ne güzel taşımış, hep böyle devam etsin.