Memlekette dert; Palu ve poÅŸet!

ALPER TURGUT

1990’ların başı, Milliyet gazetesinde çalışıyorum, bilmem kaç trilyonluk naylon fatura yolsuzluğu haberini yaptım ve Cağaloğlu’ndaki istihbarat bürosuna geçtim. İstihbarat servisi şefi (adı bende kalsın) de haberi okumuş, c-naylon diye kod koyarak Cağaloğlu’ndan merkeze yollamış. İlk bilgisayarlar bunlar, internet henüz hayatımıza sirayet etmemiş, makine zınnn zınnn geçecek de, arıza yapmayacak, takılmayacak, ulaştıracak filan, harbi zorlu iş! Gece vakti ev telefonundan aradı merkezdeki arkadaşlar, nerede bu haber, bulamıyoruz, haliyle gazetede kullanamıyoruz. Az durun dedim ve şefi aradım, uyandırdım adamı, dedim, naylon haberini ne ettin? Aaa gönderdim ben haberi dedi, “nalyon” fatura değil mi? Ney ney diye sordum hayretle, “nalyonnnn” dedi. Kahkaha attım, anlamadı, hadi uyumaya devam et dedim, sonra merkezi aradım. Baksanıza c-nalyon çıkacak mı? Hah! Burada dediler, bakınız, istihbarat şefi diyorum, kıdemli gazeteci diyorum, sadece yanlış yazmıyor, yanlış da telaffuz ediyor, yanlış biliyor. Yalnış değil, yanlış, hani yanlız diye bir şeyin olmaması, onun yalnız olması gibi. Neyse, öyle işte!

Kaç gündür, hemen her şeyi bir kenara bıraktık, resmen poşet ve Palu ailesi arasında mekik dokuyoruz, memleketin tüm gündemi neredeyse bu, hayret yahu! Naylon poşet niye parayla satılıyor, o da apayrı muamma ya, kaldırın gitsin, mümkünse doğaya bir faydanız, bir faydamız olsun. Kapitalizm, dünyayı tüketim malzemesi gördükçe, çevreyi de tahrip etmeye devam edecek, besbelli. Baksanıza; Güzelim hayatın görünen yüzünü, betona ve plastiğe çevirdi çoktan, tabiata savaş açtı, önünde sonunda kaybedenin insanlık olacağını bile bile. Pet şişeler var, plastik sandalyeler var, var da var, alayı, hem çirkin, hem yok olmamaya meyilli, hem de sağlıksız.

Gündelik siyasetin ucuz malzemesi deÄŸil bu, yerel seçimlerin, ÅŸuursuz politik manevrası hiç deÄŸil! Biz çok çevreciyiz, yeÅŸili severiz, falan filan, bunu geçiniz. Harbiden yaÅŸam için kesinlikle gerekli, fark ediniz. Bu büyük bir sorumluluk, salt bugüne dair de deÄŸil, yarınlar ve gelecek kuÅŸaklar adına da, elbette. 

Reyiz, fileleri, vatandaÅŸlara ücretsiz dağıtacağız demiÅŸ. Eee güzel! Neredeydiniz ÅŸimdiye dek demeyeceÄŸim, senelerdir, poÅŸet üstüne poÅŸet üretip, buradan ta Antarktika’ya uzanan plastik felaketine, saÄŸlam katkı sunarken, birden ne deÄŸiÅŸti diye de sormayacağım. Sualim basit, bu pahalılıkta, o fileler nasıl dolacak, insanlar, evlerine nasıl yiyecek taşıyacak? Evet, buyurun, yanıtınıza talibim. 

Alım gücü bunca dibe vurmuşken, boş file-dolu file mevzusunun çözümü yerine, mevcut iktidarın, Mozart konusundaki hassasiyeti, inanın gözlerimizi yaşartıyor. Cin yerine, 3 Harfli dememiz lazımmış ya, bara, meyhaneye gidip doldur be üç harfli demek, misal üç harfliye tonik eklemesini söylemek, halkımızın açlıkla sınandığı bir ülkede, bizim biricik yakıcı gerçeğimiz de, onca saçmalığın karşısında beyhude kalır elbet!

Özetle, poşet zaten delinmişti dostlar, en temel gıdalar dahi coşmuş, taşınmaz bir yüke dönüşmüştü. Şimdi fileler doyurur bizi, ne edek be, kemiririz artık iplerini. Onca vergi, bunca adaletsizlik, onca katkı payı, bunca prim, onca haksızlık, bunca zam, hak verin, hiç önemli değil ha, sakız gibi çekiştireceğimiz 25 kuruşluk poşet edebiyatı dururken, üstüne üstlük bir zenginlik birimi olarak poşet mavrası, kıkır kıkır etmişken kitleleri, mesele tastamam size zahmet, bize eziyet.

Palu Ailesi ise bambaÅŸka bir âlem, havuz medyasının reyting kaygısına mı kafayı yoralım, yoksa adalet arayışının, televizyon ÅŸovlarına kalmasına mı yanalım, henüz bilemedim. Bu cahilliÄŸin, kötülüğün, hurafe ihtiyacının, insanın insanı ezmesinin karşısında, elimiz kolumuz baÄŸlı durmanın acısı, halimiz bunları görünce iyi diye gülmekten ve bu tanımsız tuhaflıkla dalga geçmekten daha baskın olmalı oysa. Bu bizim yaramız, asri zamanlarda, gericiliÄŸin ÅŸaha kalkması, kötülüğün insanlarımızı esir alması, hepimizin kanına dokunmalı, canımızı yakmalı. Yoksa tiksinmek kolay, iÄŸrenmek basit! 

The Economist dergisi, 2018’e dair ‘Demokrasi Endeksi Raporu’nu yayımladı ve Türkiye’nin 167 ülke arasından 110. sırada olduÄŸunu açıkladı. Hayret ettiÄŸim, 57 ülkeyi geçebilmeyi nasıl baÅŸardığımız? Çünkü daha kötü koÅŸullar altında yaÅŸayan baÅŸka halkların varlığı, dünyanın gidiÅŸatı açısından pek de iyi bir ÅŸey olmasa gerek! Hah! Kendimizi kurtardık, ötekiler kusur kaldı mantığına saplanmayayım sakın, çünkü kurtuluÅŸ yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz! 

Evet, hak ve özgürlükler gerilemeyi sürdüre dursun, ekonomik açıdan rahatladık avuntusuyla, oy devÅŸirenlerin, yalan söyleyecek mecallerinin kalmayacağı, 2019’un daha ilk ayında, üryan bir ÅŸekilde ortada ya, nasıl kılıf bulacaklar, insanlarımızı nasıl ikna edecekler, gerçekten büyük bir merak içerisindeyim. İşsizlik artıyor, iÅŸ bulma umudu azalıyor, bazı sektörler küçülüyor, bazıları ÅŸimdilik yerinde sayıyor. Yani illa ekmek kavgası, sahici yeni yıl mesajı, gerisi boÅŸ laf! 

2019’a, üstelik bir pazar günü, tatil moduna öncelik verip, hafif ve uçucu, mutlu ve umutlu bir yazı çıkartmak varken, kaleminle bastın karayı, aldık başımıza belayı derseniz eÄŸer, lafım yok, hiçbir ÅŸey olmamış, olumsuzluklar yaÅŸanmamış (ve asla yaÅŸanmayacak) algısıyla devam edebilirsiniz de hayata. Malum çoÄŸunluÄŸun ÅŸu an yaptığı bu, geçiÅŸtirmek, ötelemek, önemsememek, beklemek, siftahı kapan esnafın, tüm gün dükkânına müşteri yaÄŸacağını düşünmesi gibi. 

Zenginler, saksıyı çalıştırmayı bilenler, yeter artık be diyenler, çoktan yurtdışı planlarını yaptı, hatırı sayılır bir topluluk da, şimdiden çeşit çeşit ülkeye kapağı attı. Peki, biz burada kalanlar, ne yapacağız? Hepimize kolaylık, dayanma gücü ve akıl sağlığı dilerim, Palu Ailesi ve poşet dışında seçenekler bulmamız için… İyi Pazarlar!

“Katran gecelerin heyulası”

ALPER TURGUT

Şimdi doğruya doğru, oh be her şeyin müsebbibi lanet sene bitti, umut dolu yepyeni bir yıl geldi tipi yazıları sevmem, tüm güzelim hayallerin katili, zavallı seneymiş gibi, çok acınası ve saçmalığın daniskası bir söylem olur, o kadar. Lakin geçmiş bir zaman diliminde, ne haltlar karıştırdık, neden bu haldeyiz, ne değişti, ne gelişti ve benzeri suallere yanıt da bulmak için, hatırlamak ve özeleştiriyi ıskalamamak adına da elbette, bir döküm işine girmek, haliyle bir parça mecburiyetten. Kolaya kaçıp 2018 senden nefret ediyorum birader, 2019 sen benim biricik bebeğimsin demeyeceğim, merak buyurmayın. İnsan ne yaparsa, kendine yapıyor, toplum da keza öyle. 

Toplumsal muhalefetin bunca yara aldığını, yaprak bile kımıldamadığını, haksızlığa böylesi boyun eğildiğini görmedim, 1980’lerin cunta karanlığına inat, büyüyen örgütlenme çabası, derin ve kanlı 1990’lara inat, kitlelerin sokağa çıkma havası vardı, bu denli bir yılgınlığa, yorgunluğa, vazgeçişe, tükenmişliğe asla tanık olmadım. Sosyal medyadan hızla yayılan trajikomik “Silivri soğuktur şimdi” dalgası, konuşulacak ve yapılacak çok şey var da, susma zamanıdır şimdi kafasını iyice içselleştirmek değilse, harbiden nedir? Şakalarımız dahi güldürmüyorsa artık, başkalarının dayattığı yapaylık, çaresiz gerçekliğimize dönüşmüş ve bu tarifsiz zulüm, tüm gündelik hayata egemen olmaya başlamıştır, ötesi de yoktur. İleride 2018’i, bizler adına tepkisiz ve etkisiz bir yıldı diye anımsayalım, buraya notumuzu alalım. Evet, tastamam “katran gecelerin heyulası.”

Tüketim çağını, iliklerimize dek hissettiğimiz, hayat pahalılığının iyice kendini gösterdiği bir seneydi işte, vahşi kapitalizm, obur suretini, defalarca aksettirdi, yine de huylanmadık, silkelenip kendimizi bulamadık. Doymayan bir sistem bu, açlığı hiç bitmiyor, insanın yegâne hayatını, resmen emerek tüketiyor. Ömrümüzü çalıyor, çırpıyor, hep bedel ödetiyor, asla ve kata durmuyor, yerine de bir şey koymuyor. Büyülenmiş gibi kitleler, uyuyor, uyanmıyor, görüyor, hareket edemiyor, biliyor, anlam veremiyor. Çok yazık!

Ağzını açan da dikkati üzerine çekiyor ha, nice arkadaşım var, soruşturma manyağı oldular, bir değil iki değil, ikin elin parmaklarını geçen dahi mevcut, bir de ihbarcı kuşağı türedi, sormayın gitsin, acayip tipler bunlar, iki kişi sohbet etse, kulağı sende, illa muhbirlik yapacağım, işte bir şey çıkar mı zihniyeti, nasıl bir koşullanmak, anlamaya mecal yok, adam, kendi ve benzerleri dışındaki her şeye düşman. Tamam, onlar öyle, bunlar şöyle, peki, biz ne yapıyoruz? 2018’i onlara bıraktık, ya 2019’da ne edeceğiz? Mühim olan bu, hepimizi ırgalayan bu, mutsuzluğumuzu, noksanlarımızı, suskunluğumuzu, masum bir seneye kakalayacaksak, yandık ki ne yandık!

Bari alanı daraltalım, kültür ve sanat cephesinde durum ne? Hey gençler, memnun muyuz aktivitelerden? Yoksa, aman canım, kendi yağımızda kavruluyoruz, boş boş takılıyoruz, hala geçerli bir sebep mi, bilcümle kaçışlar adına? Ben şahsen, sıkıldım bu tekdüze hallerden, hep aynı nakaratı dinlemekten, bıktıran klişelerden, tek tipleşmekten, ezberlemekten, ucuzluktan, aptallıktan, ziyadesiyle tiksindim. Süreç, zekâya da hakaret gibi, suya sabuna dokunmayan, saksıyı zorlamayan derme çatma projeler, haliyle nöronları da zedeler. Aksi mümkün mü? Eskiden film eleştirilerimin ardından, isyan ederdi yapımcılar filan, “kanlı kalem” de dedi birileri, kötüyü görmezden gelmek, onu güzelce süslemek gibi bir görevim varmış gibi, ha ciddiye bile almadım, o ayrı. Şimdilerde kötü işleri yazasım bile yok, o kadar çoklar ki, ne buna takatim var, ne de arzum. Yahu koskoca sene boyunca, kocaman bir ülkenin, yüz yaşını aşmış sineması, birkaç idare eder işçilik dışında, hep mi dibi görür? Ne anlatıyorsunuz, derdiniz ne, meseleniz ne, amacınız ne, harbiden belli değil!

2018 biterken, sinema mevzusu, bariz taraflara ayrıldı, mevzu mangır olunca, iÅŸler çığırından da çıktı. Efendim, vizyon denince, yaklaşık 900 milyonluk bir para var, tüm sene içerisinde, bunu paylaÅŸmayı da beceremiyorlar, eser sahipleriyle, salon sahipleri, sen çok aldın, ben az aldım diye didiÅŸiyorlar. Sinemaseveri düşünen yok ha, biletler pahalı, ÅŸunu bir indirelim, sıradan ve müşteriyi tokatlayan esnaf kafasından sıyrılalım, diyen yok! Memleket sinemasının makus talihini nasıl deÄŸiÅŸtirebiliriz diyen hiç yok! Herkes kendi çıkarlarının peÅŸine düşmüş, yedinci sanatı, resmen AVM paketine yedeklemiÅŸ. Mısır, kola, reklam, bir de kötü filmler, harbiden zorumuz ne bizim, deli miyiz? Üç boyutlu bir filme bakayım dedim, ederi ne? Gözlük dâhil, bir kiÅŸi 40 lira, eee yuh! O paraya, insan, bir internet platformuna üye olur, bir ay boyunca sınırsız film seyreder be! Eskiden daha az paraya, iki veya üç film izliyorduk sinemada, öyle AVM de yoktu, sokaÄŸa açılıyordu kapıları, hayata karışırcasına. GeçmiÅŸe özlem filan deÄŸil ha benimkisi, gelecekte yaÅŸanacak saçmalıklar, ta bugünden besbelli ya. İsyanım buna. 

Amaçsız yaÅŸanmaz, bir ÅŸeylere inanmadan yaÅŸanmaz, hedef olmadan, yola koyulmadan yaÅŸanmaz. İdeallerimizi yitirerek, yarınları düşünmeyerek, insana, hayata dair bir güzelim hayali gerçekleÅŸtirmeye çabalamadan, salt günü geçirerek de yaÅŸanmaz. Bu yüzden, 2019’dan beklentimiz olmasın, merak da etmeyelim, o gemi, bu limana uÄŸrar diye beklemeyelim de, hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmeyecek. Mümkünse, kendimizden ve aynı düşü gördüklerimizden beklentimiz olsun. Susurluk’ta derin devletin kamyona çarpmasının ardından, karanlığa inat, aydınlığı çağırmaya koÅŸmuÅŸtuk evlerimize, dursun demiÅŸtik, bu amansız yaÄŸma, talan ve insanlık suçu. Lambayı aç-kapa hayli basit diyorsunuz belki ama, en ufak bir devinimin, insafsız duraÄŸanlıktan daha iyi olduÄŸunu görmüyor musunuz? 

Umut iyidir, umut güzeldir, öyle ya da böyle, fakirin ekmeğidir, umut bizdendir, siz bakmayın, işkenceyi uzatır filan gibi saçmalıklara, ölümsüz şair Metin Altıok demiş ya; “Sen bugünden yarına, birazcık umut sakla” 2018’den, 2019’a bir parça umut kalsın, yine her koşulda. Bu yazının sonu da, Gülten Akın’dan gelsin; “Karayı kaldırın, sevgi koyun, umudumu yitirmedim”.